“Ayasofya” ismini neredeyse herhangi bir özel isim gibi kanıksamışız. Alışkanlığın belirtisi: Çoğunlukla mânâsı üzerinde durmuyoruz. Görsek de, duysak da veya şahit olsak da bu ismin hakikat bağlamına şöyle bir dönüp bakmıyoruz. Şimdi “Ayasofya ismi ne anlama geliyor?” sorusuna biraz kafa yoralım diyorum. Bu ismin verdiği mesajlar, bizi bu kutlu mabedin mânâsına bir adım daha yakınlaştıracaktır. İnsan sahiden tanımadığını hakkıyla sevip koruyabilir mi ki?
İstanbul’u neredeyse yerle bir eden Nika İsyanı bastırıldıktan sonra (MS. 532), isyandan nasibini alan Büyük Kilise’nin yerine İmparator Justinianus’un emriyle -6.yy şartlarına göre neredeyse bir mucize denebilecek heybette- yeni bir mabed inşa edildi. Adına Ἁγία Σοφία, yani “Ayasofya” dendi. Tam karşılığı, Kutsal Bilgelik. “Şimdiki Ayasofya üçüncü Ayasofya’dır” dense de -ki bunu ben de derim- aslında evvelinde burada olan mabede “Megale Ekklesia” yani “Büyük Kilise” denirdi.
“Kutsal Bilgelik” ifadesi bizde tam karşılığını “hikmet” olarak bulur. Fakat malum ki Ayasofya, Hz. Muhammed (sav) hayata gelmeden 40 yıl önce inşa edildi. Dolayısıyla buradaki “Kutsal Bilgelik” ifadesi üzerinde düşünürken önce Hristiyanlar’ın kaynaklarına bakmalıyız. Hristiyan kaynakları Hz. İsa’ya “logos” yani “tanrısallık” atfederler. Bu Yuhanna incilinde (10:30) “Ben ve Baba biriz” şeklinde geçer. Fakat bu “tevhid” bağlamında kabul edilebilir bir “birlik” değildir. Yine Yuhanna İncili’ndeki (10:34 -37) “İsa Tanrı’nın Oğlu’dur. Bunu yaptığı işlerle kanıtlar.” şeklindeki ifadeden, Hz. İsa’nın çok başka bir bağlamda Tanrı ile “birlendiğini” anlarız. Dolayısıyla Hz. İsa hikmetin ve Nur’un kaynağına dönüştürülür. Zaten Ayasofya’ya İmparator Kapısı üzerinde yer alan mozaikte Hz. İsa elinde “Nur benim” yazan sayfanın açık durduğu Yuhanna İncili’ni taşır.
Hristiyanlar logos atfettikleri, tanrısal bir ontoloji bağlamında kavradıkları ve Nur’un kaynağı gördükleri Hz. İsa’ya hikmetin (bilgeliğin) de başı görürlerdi. Pavlus, Korintliler’e mektubunda bunu net şekilde kullanır (1:24) “Oysa Mesih, çağrılmış olanlar için ister Yahudi ister Grek olsunlar, Tanrı'nın gücü ve Tanrı'nın bilgeliğidir”. Yani Hz. İsa Tanrı’nın bilgeliğinden / hikmetinden pay almamıştır. Bilgeliğin tam da kendisidir. Korintiler’e mektubun devamında (1:30), “Ama siz, Tanrı sayesinde Mesih İsa'dasınız. O bizim için Tanrısal bilgelik, doğruluk, kutsallık ve kurtuluş oldu.”
Özetle net bir şekilde diyebiliriz ki: Ἁγία Σοφία, Ayasofya, yani Kutsal Bilge, Bizanslılar için Hz. İsa’nın ta kendisidir. Luka İncili’nde geçen ifade de bunu güçlendirir, “Rabb’in Ruhu üzerimdedir”. Bu da Matta İncili’nden: “İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı’nın Ruhu’nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.” İncillerin semantik analizi Hz.İsa’nın “kaynak” olarak görüldüğünü doğrular ki buna gerek kalmadan dahi “Nur benim” bölümü, anlamı yerli yerine oturtur.
Kuran’da hikmet ve Hz. İsa
Kuran’ı Kerim’de hâkim ve hikmet kavramı 100 küsur ayette geçer. Kuran’da en sık kullanılan kavramlardan biridir yani. Fakat bağlamı Hristiyani kaynaklara muhalefet eder ve kaynağı (tevhidi) vurgular. Yusuf Suresi (100), “Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur”. Lokman (9), “O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir”. Bakara (260), “Bil ki şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir”.
Hikmet üzerine konuştuğumuzda Kuran’ı Kerim’deki en mühim fark, hâkim ve hikmet sahibi olan Allah’ın onu dilediğine vermesidir. Kimse hikmetin kaynağı olamaz, Bakara (269), “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir”. Nisa (54), “Doğrusu biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik”. Enam (89), “Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp-küfre sapıyorlarsa andolsun, biz buna (karşı) inkara sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır”.
Kutsal kitabımızda hikmet verilen peygamberlerden biri olarak Hz. İsa da geçer. İşte tam burada Bizanslılar’ın hikmetin başı olarak Hz. İsa’ya “logos” atfetmelerine muhalif (doğrusunu öğreten) ayetler geçer. Maide (110), “Allah şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, ‘Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir’ demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı senden geri püskürtmüştüm”.
Ali İmran Suresi’nde (49) Hz. İsa da hikmetin kaynağını “Allah” olarak tasdik eder ve mucizelerini Allah’ın izniyle gerçekleştirdiğini vurgular: “Onu İsrâiloğulları’na elçi olarak gönderecek ve o şöyle diyecek: ‘Kuşkuya yer yok, işte size Rabbiniz’den bir mûcize ile geldim; size çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar ona üflerim, Allah’ın izni ile derhal kuş oluverir; yine Allah’ın izniyle körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim; ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz elbette bunda sizin için bir ibret vardır”.
Kaynağının Allah olduğunu bilerek Hz. İsa’nın hikmet sahibi olduğunu İslâm da kabul eder. Dolayısıyla Ayasofya ismini kolaylıkla kabullenmiş ve kullanmıştır. “Eκκλησία τῶν Άγίων Σεργίου καί Βάκχου ὲν τοῖς Ὸρμίσδου”, yani Aya Sergios ve Bachos Kilisesi, Sultan II. Bayezid’in Topkapı Sarayı Darüssaade Ağası; Hüseyin Ağa döneminde “Küçük Ayasofya” adıyla camiye çevrilmiştir. Bakara’da (282) Allah’ın vaadi eğer takva üzere olursak bizi de hikmet sahibi yapacağıdır. Bize bilmediğimizi öğretecektir. III.Ahmet’e ait hat levhalarından birinde (Ayasofya’da asılıdır) yazan hadis-i şerifte hikmet sahibi olmanın yolu belirtilir: “Hikmetin başı Allah korkusudur.” Allah’tan korkar ve takva sahibi olursak Allah bizi sever. Severse de vaadini gerçekleştirir. Bir -kudsi- hadiste: “Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum” denir.
Hülasa: Ayasofya bize büyük bir vaaddir. Vaade nail olabilmemiz dileğiyle.