Muğire İbni Şu’be radıyallahu anh Arap dâhilerinden bir yiğit... Teşkilatçılığı ile meşhur bir kahraman... Siyasî dehâsı ve işlerdeki tedbire riayeti ile tanınan bir vali…

O, Taif’te doğdu. Sakif kabilesine mensuptur. Taif’teki rahiplerle anlaşamadı. Medine-i Münevvere’ye yerleşti. Hicretin beşinci yılında Hendek Gazvesi sırasında İslâm’la şereflendi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında gazalara iştirak etti. Seriyelerde kumandanlık yaptı. Şecere-i Rıdvan altında biat etti. Hudeybiye antlaşması sırasında Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. O’nun hizmetinde bulundu. O’na olan sevgisini şöyle gösterdi:

Hudeybiye’de yapılacak antlaşma şartlarını müzakere için Kureyşli müşrikler Beni Sakif kabilesinin reisi ve Muğire’nin amcası Urve İbni Mesud’u elçi olarak gönderdiler. Urve, konuşma esnasında cahiliye âdetinde olduğu gibi Efendimizin sakalını tutup okşamak istedi. Yeni Müslüman olan Muğire amcası Urve’ye derhal müdahale etti... Onun, Efendimize karşı hafif meşrep hareketine gönlü razı olmadı. Bu sebepten sakalına dokunmasına mâni oldu. Amcası onun bu hareketine şaşırdı. Nasıl bir sevgi idi bu? Kısa bir zamanda bu muhabbet ve bağlılık nasıl gerçekleşmişti? Hayret içerisinde kaldı.

O, Taiflilerin küfür karanlığından kurtulmasına vesile oldu. Kendi kabilesi Müslüman olunca Taifliler zulüm ve işkence yapmağa başladı. Durumu Resul-i Ekreme (s.a.) anlatınca Efendimiz onu Taif üzerine gönderdi. Muğire (r.a.) oradaki bütün putları kırdı. Putların acizliklerini gören Taif halkı da bu vesile ile Müslüman oldu.

Resulullah’tan son ayrılan insan

Muğire İbni Şu’be (r.a.) Veda haccında bulundu. Mekke fethine, Huneyn gazasına ve Tebük seferine katıldı. İki Cihan Güneşi Efendimiz defnedilirken kabre yüzüğünü düşürdü. Hz. Ali’ye (r.a.) söyleyerek izin aldı, tekrar kabre indi. Yüzüğünü alırken Efendimizin ayaklarını son bir defa daha eliyle sıvazladı. O nur bedene son defa elini süren kişi oldu. Bundan dolayı kendisi: “Resulullah’tan son ayrılan insan benim.” derdi.

Muğire İbni Şu’be (r.a.) dört halife devrinde de büyük hizmetler gördü. Hz. Ebubekir (r.a.) devrinde yalancı peygamberlik iddiasında bulunan mürtedlerle savaştı. Yemame’de, Yermük’te bulundu. Bir gözünü Yermük Savaşı’nda kaybetti. Şam’da Rumlarla yapılan savaşlara katıldı.

Hz. Ömer (r.a.) devrinde Irak’ta yapılan fetihlere iştirak etti. Kadisiye Meydan Muharebesi öncesinde Müslümanların sefirliğini yaptı. Debdebe ve şaşasıyla gözleri kamaştıran İran Sasani Kumandanlık Sarayına gayet sade bir kıyafetle gitti. İran Başkumandanı Rüstem’e karşı cesur ve vakur bir hitabede bulundu. Şöyle ki: “İslâmiyet’e göre herkes Allah Teâlâ katında eşittir. O’nun indinde bir kuldur. Hiç kimsenin diğerine karşı bir imtiyazı yoktur. Saltanat diye bir şey de yoktur. Devlet reisi milletine hizmetçidir.”

Bu yüce ölçülerden haberleri olmayan İran heyetini bir telaş aldı. Heyecan ve şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar. Kibir ve gururundan kabına sığmayan İran Başkumandanı Rüstem çok sinirlendi. Elmas ve incilerle, yakutlarla süslü olan kılıcını göstererek: “Sefir hazretleri bu kılıç çok insanlar tarafından birçok kere öpülmüştür.” dedi. Karşısındakileri küçümsedi. Ama mümin izzet ve şeref sahibi idi. Bu sözün altında kalmazdı. Büyük bir siyasî dehaya sahip olan Muğire (r.a.) ona dâhice şöyle cevap verdi: “Öpenler, kılıcı değil kınını öpmüşlerdir.” dedi. Sonra kendi kılıcını göstererek: “Bu kılıç ondan daha keskin ve daha çok bilenmiştir.” diye cevap verdi. İran kumandanı Rüstem yine mağrurane bir tavırla: “Size ve bütün ordu efradınıza yetecek ömrünüzde görmediğiniz bir bahşiş vereyim.” dedi. Muğire (r.a.), onun bu sözlerine gülümsedi ve metanetini bozmadan: “Bize vereceğiniz o bahşişler sizin olsun. Bize cizye veriniz. Yoksa bu işi kılıç halleder.” diye karşılık verdi. Rüstem bu gözü karalık karşısında çıldıracak dereceye geldi. Kendi kendine: “Bunlar ne biçim adamlar! Sakin sakin dinlerler, sonra da gözlerini kırpmadan harp ilan ederler.” diye mırıldandı. Karşısındaki iman erlerinin cesaretini, şecaatini, korkusuzluğunu, kahramanlığını anlayamadı. Gururuna da yediremedi ve: “Güneşe yemin ederim ki daha güneş doğmadan sizin ordularınızı imha edeceğim.” diye tehdit etti. Fakat yapılan Kadisiye Meydan Muharebesinde kendileri imha oldu. Bu savaşta Muğire İbni Şu’be (r.a.) büyük kahramanlıklar gösterdi.

Tedbir ve siyaset âleminde tek

Hz. Ömer (r.a.) onu M. 638 senesinde Basra, sonra da Kûfe valiliğine tayin etti. Basra valiliği esnasında gelir-gider hesabını yazılı olarak tutma usulünü getirdi. Her şey yazılı olarak tespit edilecekti. Bu yenilik halife tarafından da beğenildi.

Hz. Osman (r.a.) devrinde Medine’ye çağrıldı. Çeşitli hizmet alanlarında vazife aldı. M. 661 tarihinde tekrar Kûfe valiliğine tayin edildi. Haricilerin isyanını bastırdı. Vefatına kadar Kûfe valisi kaldı.

O, büyük meseleleri üstün görüşüyle hemen hallederdi. En sıkışık durumlarda darda kaldığı anlarda bile bir çıkış yolu bulurdu. Kabisa İbni Cabir onun hakkında: “Bir şehre girmek için bütün kapılar kapalı olsa Muğire ne yapar yapar, o şehre girecek bir yer bulurdu. O, tedbir ve siyaset âleminde tek idi.” diyerek itirafta bulundu. Dini ilimlere vakıf, tedbir sahibiydi. Pek çok talebe yetiştirdi. Yüz otuz üç hadis-i şerif rivayet etti. Bir tanesi şöyledir:

Muğire (r.a.) bir kadınla evlenmek istedi: Efendimiz, ona: “Onu gördün mü?” buyurdu. Muğire: “Hayır, ya Resulullah!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz: “Onu gör. Zira birbirinizi görmeniz aranızdaki muhabbeti artırır.” buyurdu.

Muğire İbni Şu’be (r.a.), M. 670 senesinin Şaban ayında yetmiş yaşlarında iken taun hastalığından vefat etti. Cenab-ı Hakk şefaatlerine nail eylesin. Âmin.

Mustafa Eriş
Altınoluk dergisi, 158. sayı