İz Yayınları yaklaşık iki yıl önce bir öykü serisine başlamıştı. Muhayyel adındaki serinin ilk kitaplarından biri Osman Cihangir’in kitabıydı. Cihangir, tıpkı Post Öykü’nün ilk sayısında çıkan başarılı öyküsü gibi, serinin de – hâlâ- en başarılı kitaplarından biriyle okuru selamlıyordu. Elimizde yine Muhayyel dizisinden bir kitapla, Osman Cihangir’i bir kere daha okuma şansına erişiyoruz. Osman Cihangir’in “hemen hemen hiç”i ilk kitaptan geri durmayan bir anlatı evreniyle karşımızda duruyor.
Osman Cihangir, kuşağının öykücüleri içerisinde yıldızı parlayan isimlerden. Bunun sebebi şüphesiz yazdığı öykülerin başarısında saklı. Öte yandan Osman Cihangir’in öykülerindeki deneyler, çabalar ve dil işçiliği, onu, kuşağı içerisinde yer alan öykücülerden ayrı bir yere koymamıza sebep oluyor. Özellikle ilk kitabı için söylüyorum bunları. Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz’deki öyküler, gerek dil ve gerekse biçem bakımından farklılıklar sunuyordu. Cihangir’in ikinci kitabına baktığımızda da aynı evrenin devam ettiğini görüyoruz. Ama bu sefer ilk kitaba göre gölgede kalan bir devam diyebiliriz belki buna.
Alttan akan derin bir toplumsal eleştiri
İkinci kitap olan Hemen Hemen Hiç’e genel olarak baktığımızda üç nokta ön plana çıkıyor. Bunlar öykülerdeki toplumsal eleştiri, başarılı dil işçiliği ve tekniğe dayalı, birbirine benzer öyküler olması.
Kitabın ilk öyküsü “hemen hemen hiç”le birlikte, alttan akan derin bir toplumsal eleştiri karşılıyor bizi ve bu, kitaptaki hemen hemen her öyküye yansıyor. Öykülerdeki eleştiri genel manada olumsuz ve toplumun yanlışları üzerine inşa ediliyor. Cihangir topluma bakarken ve ona dair bir şeyler söylerken fazlasıyla tepkisel olabiliyor öykülerde. Şüphesiz öykülerin böyle bir alt katmandan ilerlemesine bir şey demek yanlış olur ancak tepkisellik dozunun artması bazen öyküyü gölgede bırakabiliyor. “Sosyal Ölüler” öyküsünü her okuduğumda zihnimde kekremsi bir eleştiri tadı kalıyor.
Ancak bunun yanında yazarın öyküsünde değindiği değerli konular da unutulmamalı. Etrafımızda gelişen, içimizde yaşanan olaylar Cihangir’in öyküsünde başarılı bir şekilde yer buluyor.
İlk kitabındaki başarılı dili bu kitabında da sürdürüyor
Osman Cihangir ilk kitabındaki başarılı dili bu kitabında da sürdürüyor. Cihangir’in anlatı dilindeki başarısı öykülerin suyun üzerinde kalmasını sağlıyor. Ancak öykülerde benzer şakaların, ironilerin kullanılması, belli bir yerden sonra aynı şeyleri okuyormuş hissi de vermiyor değil okura.
Tekniğe dayalı öyküler
Kitapta benim en çok dikkatimi çeken, aslında günümüz öykülerinde sevmediğim bir şey de olan, tekniğe dayalı öyküler anlatma meselesi. Sanki bir kalıba dökülüp, o kalıbın içinden birbirine benzer şeyler anlatıyor genç kuşağın öykücüleri. Aynı şekilde yüzlerce öykü yazabilirlermiş gibi gelen bir anlatı. Bir üstte de dediğim gibi belli bir yerden sonra aynı şeyi okuyormuş hissine kapılmaya yol açan bir durum oluşuyor. Barcelona futbolunu izlemek gibi tıpkı. Her ne kadar güzel bir oyun da oynansa sahada, bazen insanı bezdiren, bir sonraki hamleyi tahmin ettiren, oyun içerisinde sürprizlere pek yer bırakmayan bir anlatı dünyası. Oysa genel anlamda anlatılardan ve futboldan beklediğim, anlamak istediğim, sürprizlerle dolu, hiç beklenmeyen yerden gelecek hamlelerle dolu bir oyun ve anlatı. Tek bir tonda gitmeyen bir şeyler olmalı. Ancak maalesef, son zamanlarda aynı tonda farklı şeylerin anlatıldığı hikâyeler okuyoruz. Cihangir de maalesef bu tuzağa düşüyor.
Genel olarak toparlamak gerekirse Osman Cihangir, dil konusunda başarılı bir ikinci kitapla karşımızda. Yaşananları, insan hikâyelerini başarılı şekilde anlatıyor yazar ancak bunu yaparken bazen tekniğin ve teknik içerisindeki anlatı yöntemlerinin hikâyeyi gölgelediği de oluyor.
Osman Cihangir, Hemen Hemen Hiç, iz Yayıncılık
Ahmet Melih Karauğuz