Kitap denen malum nesne insana neler katar hiç düşündünüz mü? Harflerin yan yana dizilişiyle ortaya çıkan kelimelerden meydana gelen cümleler ve art arda sıralanan paragraflardan oluşan sayfaların toplamından ibaret olarak sayabilir miyiz kitabı? Ya da bilgiyle yazılmış, bilgece bir tavırla oluşturulan metinler olarak mı düşünmeliyiz kitabı?
Kitap ki insanı aydınlatan, yüreğinin çözül(e)meyen düğümlerinin bir bir çözümüne vesile olan, nice yaralar açıp nice sızıları dindiren, iki kapak arasında birbirinden farklı ve de değerli sözün ince ince işlendiği, okunup sonlandırdığınızda bitmeyen, bilakis o an bir şeylerin başladığı, yazarın okyanus olup açıldığı, okuyucunun ise daralıp sığındığı bir limandır aslında…
Kapaktaki o müşfik duruş
Karşımda bir adam… Hem de ‘adam gibi adam’… Başında kalpağı, sırtında abası, kalın çerçeveli gözlüğü, o nurani çehreyi bezemiş bembeyaz bir sakal ile ciddi, vakar sahibi ve bir o kadar da müşfik bir duruş…
Kitabın kapağını görünce bir sıcaklık duyuyor insan yüreğinde… Etkileyici ve aynı zamanda sade bir duruş sergileyen bir mümin görüyorsun karşında… Diyorsun ki kendi kendine: “Şöyle karşısına geçsem, elini öpsem, hatta diz çöküp dizinin dibine, ilminden, irfanından, hikmetinden, cesaretinden, ferasetinden yudum yudum içsem. Hocam desem, dedem desem, mümin bir büyüğe nasıl ifadeler yakışırsa öyle seslensem.” Maalesef ki bu söylediklerimi yapma fırsatım olmuyor belki ama İslam’a gönül vermiş, bu davanın her daim muzafferiyeti için çaba harcamış, kocaman ve mangal gibi bir yüreğe sahip olan bu sevda adamına, gönülden dualar gönderebiliyorum.
Bu kadar kelamın edilmesine sebebiyet veren kitabın da adını anma vakti geldi. Turan Kışlakçı’nın kaleme aldığı, İlke Yayıncılık’tan çıkan Mevdudi adlı esere değinip, birkaç hususu da ifade etmek istiyorum. İlke Yayıncılık’ın “Çağa İz Bırakan Müslüman Önderler Serisi”nde çok önemli şahsiyetlerin biyografileri yayımlandı. Malcolm X, Seyyid Kutup, İmam Humeyni, Mehmet Akif Ersoy, Hasan El Benna, Ömer Muhtar, Said Nursi, Aliya İzzet Begoviç ve Muhammed İkbal… On güzel eser… Bu güzel eserleri edinmek gerek… Bireysel olarak okumak, hatta kitap okuma gruplarında birlikte değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. ‘Popçu’dan, ‘topçu’dan önderler edinen ve de örnekler alan günümüz gençliği için gerek olduğunu düşünüyorum. Bir dönem Gerçek Hayat dergisi de bu çalışmaları okuyucularına kampanya dâhilinde hediye etmişti. Ne de güzel bir düşünce olmuştu. İyi düşünen, sağlam fikirlere sahip herkese selam olsun.
Mevdudi’ye dair bu biyografi çalışması ise serinin onuncu kitabı. Eser altı ana bölümden oluşuyor: “Hayatı ve Çocukluğu”, “Gençlik ve Mücadele Yılları”, “Pakistan Yılları”, “Eserleri”, “Fikirleri ve Düşünceleri”, “Ebu’l A’la Mevdudi Kronolojisi”. Rahmetli Üstad hakkında gayet güzel ve akıcı bir üslupla kaleme alınan bu eser, bir başvuru niteliğinde. Hayatın anlamı ve anlamlandırılması hususunda zihin açan, Mümin ve de Muhsin bir adamın biyografisinden inanın çok şey alacaksınız.
Bir önder: Mevdudi
O, Hint alt kıtasında yetişmiş, İmam Rabbani’lerin, Şah Veliyyullah Dihlevi’lerin, Şibli Numani’lerin, Muhammed İkbal’lerin ve ismini sayamadığım, kimi çağdaşı olan kimisiyle de aynı diyarın havasını solumuş bir derya adam: Seyyid Ebu’l A’la Mevdudi…
O, soyu baba tarafından Hz. Hüseyin’e kadar uzanan biri olup, kendisine “Seyyid” denmiştir. Bilirsiniz ki, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere ‘Seyyid’, Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere ise ‘Şerif’ unvanı verilir. Anne tarafı ise Türk’tür. Askerlik, devlet adamlığı ve ediplik geleneğine sahip bir silsileye tâbidir.
Mevdudi, küçük yaştan itibaren sıkı bir eğitimden geçip, hayatının her merhalesinin hakkını veren, hapsedilip engellenmeye çalışılan, şu an birçok Müslüman’ın elinde/evinde olan kitapların yazarı olup, Cemaat-i İslami’nin kurucusu, Pakistan’ın oluşumunda bariz etkisi olan bir mümindir.
Nice ‘samimiyet yolcusu’ gençlere şahit oldum
Bir Peygamber ki, önümüzde dimdik duruyor. Sözüyle, kelamıyla ve kurduğu cümlelerle hatta oluşturduğu bir paragraflık hitabetiyle, hem kendi dönemindeki ve hem de kendinden sonraki nesillerin yüreğine hitap eden, duygu ve düşüncelerini olması gereken seviyeye ulaştıran bir samimiyet abidesi… Âlimler, Peygamber’in varisleridir, biz bunu biliriz. Âlimler, Peygamber’den sadece ilmi miras almamışlar, bilakis ahlâkın, irfanın, hikmetin en temel kriterlerini ve konumuzla ilişkili olarak samimiyeti de devralmışlardır.
Geçmişte yapmış olduğum meslekî birikimime de dayanarak söylemem gerekirse, Mevdudi’nin Tefhimu’l Kur’an adlı tefsiri ve İmam Nevevi’nin Riyazü’s Salihin adlı hadis çalışması, bu gelenekten yoğrularak çıkmış eserlerdir. Birçok Müslümanın evinde/elinde, okuma gruplarında, ders halkalarında bu ‘samimiyetle işlenmiş eserler’i görebilirsiniz. Hatta o sıcak havalarda yani yaz tatilinde, herkesin gezip-tozduğu, kafasına göre takıldığı zamanlarda, kendilerini bir öğrenci evine kapatıp, belirlemiş olduğu zaman dilimi içerisinde ‘Tefhim’ okumak için zaman ayıran ve göz nuru döken nice ‘samimiyet yolcusu’ gençlere şahit oldum.
Yıl 1994. Üç yıllık Kur’an Kursu eğitimimi tamamladığım zaman, mezuniyet anında bizlere 7 ciltten oluşan, küçük boy ve ciltli bir eser takdim ettiler. O yıllarda bu eserin çok farkına varmamış olsam da, daha sonra kıymetini bilme noktasında gayret ettiğim bu müstesna eser, tabii ki Tefhimu’l Kur’an’dı. Kim düşünmüştü bilmem ama o zaman için böyle güzel bir fikri ortaya atan kişiyi anmamak olmaz. Rabbim razı olsun demek boynumun borcu…
Tefsiri okunurken nasıl bir metod izlenmesini tavsiye etmişti?
Tefhim demişken, üstad Mevdudi’nin bu çalışma için ne kadar büyük emek verdiğini hatırlatalım. Şubat 1942 – Haziran 1972 yılları arasında, 30 yıl 4 ayda tamamlanan, giriş bölümü ilk hapse atıldığı 1948’de yazılan, Faiz, İslam ve Modern Ekonomik Düşünceler, Ebu Davud İndeksi ve Toprak Mülkiyeti eserleriyle beraber 20 aylık hapishane hayatının mahsulü olan eserlerin yol arkadaşıdır.
Cemaat-i İslami’yi kurduğu yıllarda üç işi yapmayı hedefleyen Mevdudi, ilk olarak bir Kur’an Kerim tefsiri yazmayı, ikinci olarak Siyer-i Nebevi’yi yazmayı, üçüncü olarak ise hadislerin derlenmesini amaçlamıştır. İlki olan Tefhimu’l Kur’an’ı bitirir. Hz. Peygamber’in hayatını ise Mekke döneminin sonuna kadar getirir. Medine dönemini bitiremeden vefat eder.
Tefhimu’l Kur’an’ın tanıtımına dair önemli bir haber, yakın zamanda burada Ferhat Özbadem kardeşimizin kaleminden yayımlanmıştı. Detaya girmeden son bir hususu ifade edelim. Mevdudi’nin, kendi tefsiri okunurken tavsiye ettiği metot şöyledir:
-Her surenin giriş bölümündeki kısım dikkatlice okunduktan sonra, surenin tamamı okunurken giriş bölümündeki bilgiler hatırda tutulup göz önünde bulundurulacak.
-Meal bölümü okunup, açıklama (tefsir) bölümü okunmadan ayetler anlaşılmaya çalışılacak.
-Bu çalışmalardan sonra ayetleri bir de açıklama bölümü ile birlikte anlaşılmaya çalışılacak.
Nice söylenecek söz, kurulacak cümle var ama Rabbim hepimizi Kur’an’ın hadimi ve bu yolun hizmetkârı eylesin. Rabbim huzuruna varırken alnı ak, yüreği pak olanlardan olmayı hepimize nasip etsin.
İbrahim Afacan, ‘samimiyete hayran kalarak’ yazdı