Sadeddin Nüzhet Ergun, 1901 yılında Bursa’da dünyaya gelmiş. Babası Yemen’de şehit olmuş bir asker olan Kolağası Ali Efendi’dir. Annesi Sadiye Hanım ise Yenişehir Fener Sadi Dergâhı şeyhi ve aynı zamanda 1870’de basılmış küçük bir divanın da sahibi olan Mehmet Vehbi Efendi’nin kızıdır. Annesinin dayısı Lütfi ve Muhiddin Efendilerin de divanları mevcuttur. Ayrıca anne tarafından bütün akrabaları Sadeddin el-Cebâvî’ye nispet edilen Sadiyye tarikatına intisaplıdır. Ailesine bu şekilde zahiren bakmak bile Sadeddin Nüzhet Ergun’un neden küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve ilgilendiğini ve sayısız esere göz nuru döktüğünü anlamayı kolaylaştırıyor.
Üsküdar İttihat ve Terakki Numune Mektebi’nde tahsiline devam ederken Arapça ve Farsça öğrenen Sadeddin Nüzhet Ergun, numune mektebini bitirdikten sonra Üsküdar Sultanîsi’nde eğitim görmeye başlar. Üniversite eğitimini de Darülfünun Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde alır.
Şeyhliğe liyakatinin olduğunun anlaşılması üzerine…
Sadeddin Nüzhet Ergun’un annesi cihetinden Sadiyye tarikatına mensup olduğundan bahsetmiştik. Üsküdar’da Keçedede Mahallesi’nde Hallaç Baba Sadi Dergahı’nın şeyhi dayısı Ahmed Ferid Hazretleri 1908 yılında vefat ettiğinde ahalinin Bab-ı Meşihat’e yazdıkları mazbata üzerine dergâhın şeyhliği henüz yedi yaşında olan Sadeddin’e tevcih edilir. Ancak Sadeddin Nüzhet’in ifadesiyle bu şeyhlik tevcihi “hilaf-ı usul” olarak gerçekleşmiştir. Yaşının küçüklüğü ve salahiyeti olmaması sebebiyle Koska’daki Abdusselam Dergâhı şeyhi Yahya Efendi bu görevi üstlenir. Yahya Efendi vefat ettikten sonra bu sefer Şeyh Ali Fakrî Efendi, Sadeddin Nüzhet yerine vekâlet eder.
Daha sonraları Sadeddin Nüzhet, Daire-i Meşihat’te imtihan edilerek şeyhliğe liyakatinin olduğunun anlaşılması üzerine o zamanki Hallaç Baba Sadi Dergâhı’nın şeyhi Şeyh Ali Fakrî Efendi’den hırka ve tac giyerek 1921’de bu dergâhın postnişini olur. Üsküdarlı Talat ismindeki bir şair, Sadeddin Nüzhet’in “postnişin-i irşad” olması ile ilgili şu tarihi düşmüştür:
Bugün seccâde-i irşâda geçti
Tarikat ehlinin bir ser-bülendi
Dedi tarihini Derviş Talat
“Cenâb-ı Şeyh Sâ’düddin Efendi” 1340 (1921)
“Şeyh Ali, gani olsaydı kim bilir daha neler virecekdi”
20 yaşında bir genç iken asaleten şeyh olduğundan dolayı İbnülemin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri isimli eserinde bu konu ile ilgili Ergun’u taltif eden bir latife kaydediyor: “Sadüddin, imtihancılara mutlaka bir şey göstermişdir ki şâb [genç delikanlı] iken şeyhliğe liyakati anlaşılmıştır. Şair olmak itibariyle bir nükte-i pür letafet ve şeyh olmak cihetiyle de büyük bir keramet göstermiş olacak.”
Şeyh Ali Fakrî Efendi, Sadeddin Nüzhet’e ‘Vefî’ mahlasını, ayrıca Rıfaî ve Nakşibendî tarikatlarından da icazetname vermiştir. Ve yine İbnülemin’den bir dipnot: “Şeyh Ali, fakrî olmayub da gani olsaydı kim bilir daha neler virecekdi.”
İbnülemin Mahmud Kemal, aynı kitabında Ergun ile ilgili hoş bir anısını aktarıyor: “Bir âyin günü Talat merhumla dergâha gitmişdik. Meczube-i meşhure Üsküdarlı Safvet [Hanım], şeyh efendinin yanına oturmuşdu. Dervişler, kemal-i vecd ü hâlet ile zikrederlerken Safvet, alâim-i taaccüb göstererek yüksek sesle ‘Ben kabak dolmasını düşünüyorum; şu abdallar ne yapıyorlar?’ demişdi de Şeyh Efendi bıyık altından güşmüşdü, biz üstünden gülmüşdük.”
İnce hastalığa yakalanıp çok erken bir yaşta vefat etti
Tekke ve zaviyelerin seddi ile Sadeddin Nüzhet Ergun muallimlik yapmaya başlar. Konya’da birden fazla muallim mektebinde görev yapar; İstanbul’a geldiğinde de Erenköy Kız Lisesi, Kadıköy Erkek Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalışır. Ömrünün sonlarına doğru ise Hasan Âli Yücel tarafından Beyazıt Devlet Kütüphanesi müdürlüğü görevine getirilir, ancak burada istediği huzuru yakalayamaz. “İdareci olarak imkânsızlıklar içinde bocalayan, maddi sıkıntılar içinde çırpınan” Sadeddin Nüzhet Ergun, ince hastalığa yakalanıp 45 yaş gibi çok erken bir yaşta vefat eder. Kabri Karacaahmet’te, divan şairi meşhur Nedim’in yakınlarındadır.
Hassas bir ruh ve ince bir zevke sahip olan Sadeddin Nüzhet Ergun’un ömrünün son demlerine dair dostu Mesud Bey’den aktarımla Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi kitabında şu bilgiler mevcut: “Cemal âşıkı adamdı. İlmini, irfânını, valûd kalemini kıskanan birtakım adamlar bu yönden çirkin iftirâlara hedef yapmışlar, gadre uğratmışlar, hatta muallimlik mesleğinden ayrılmaya mecbur kılmışlardı. Son yıllarda geçim yolunda ağır sıkıntılara düşmüş, meş’um hastalığı da o yıllar içinde ilerlemişdir. Nihâyet Maarif Vekili Hasan Âli Yücel asîl bir himâye ile Nüzhet Ergun’u Beyazıt Devlet Kitaplığı Müdürlüğü’ne tayin etmişdi; cenâzesini de kendi kesesinden o kaldırmışdır.”
Kısa ömrüne elliden fazla eser sığdırdı
Sadeddin Nüzhet Ergun 45 yaşında vefat etmesine rağmen hayatı boyunca yoğun bir şekilde çalıştığından elliden fazla eseri mevcuttur. İlk kitabı 1926 yılında basılmış olan Konya Vilayeti Halkıyat ve Harsiyati kitabıdır ve folklor ile alakalıdır. Daha sonraları folklor çalışmalarını bırakıp asıl alanı olan edebiyat tarihi araştırmalarına yönelmiştir.
Divan şairlerinden Şeyh Galip, Neşâti, Sabûhî, Şeyhülislam Bahayi, Fehim ve Rami Paşa üzerine kitaplar yazmış; daha sonra saz şairlerinden Gevherî, Kuloğlu, Beşiktaşlı Gedayi, Hengâmî, Silleli Sürûri ve Karacaoğlan’ın monografilerini yazmıştır. Ayrıca Cenap Şehabettin, Samih Rifat, Ali Canip, Aka Gündüz, Ali Nihat Tarhan, Namık Kemal, Âşık Ömer, Mevlânâ ve Hatayî’nin tüm şiirlerini derleyip hayatlarını kaleme almıştır. Baki Divanı’nı ve Fehim-i Kadim’i Latinize etmiştir.
Halk Şairleri, Tanzimat’a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi ve Numuneleri, Mezar Kitabeleri, Bektaşi Şairleri, Türk Musikisi Antolojisi ile Türk Şairleri isminde hacimli eserleri de vardır. Özellikle mezkûr son iki eser birden fazla cilt olarak tasarlanmasına rağmen müellifin ömrü vefa etmediğinden ve maddi sıkıntıların zorluğundan ötürü tamamlanamamıştır.
Eserleri ile memleketi için faydalı olmaya çalıştı
Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi’nin önsözünde o zamana kadar Türk musikisine dair detaylı bir çalışmasının eksikliğinden söz eder ve bu alandaki eksikliği biraz olsun kapatabilmek adına bu kitabı yazmaya karar verdiğinden bahseder. Son zamanlarda büyük bir hizmet olarak Vadi Yayınları tarafından tekrar basılan bu kitabında Türk musikisinin zaman içerisinde nasıl geliştiği, hangi bestekârın ne zaman yaşadığı, hangi asırda ne gibi eserler meydana getirildiği, bestekâr ve güftekârlarla alakalı ayrıntılı bilgiler bir araya getirilmiştir. Ergun’un yaptığı çalışmalar neticesinde Türk musikisine gönül vermiş musikişinasların çoğunun mutasavvıf, şair, hattat ve hatta âlim oldukları tespit edilmiştir.
Kendi deyimiyle “eserleri ile memleketi için faydalı olmaya çalışan” Sadeddin Nüzhet Ergun’un bir gazeli ile bu yazıyı nihayete erdirelim:
Ne âdemden haberim var ne vücudi bilirim
Yalnız çehre-i maksuda sücudi bilirim
Ben o meftun-ı nihanhane-i Sina’yım ki
Tur-i sinemde yanan nar-ı vedudi bilirim
Beni canana nigâhımla sakın gamzetme
Şer’i Ahmed’deki her kayd-u hududi bilirim
Şevki ruhsar ile pervane-i aşkım ki müdam
Şule-i barika endaz-ı şühudi bilirim
Haydariyyüssiyer’im seyr-i sülûkum yoktur
Bana öğretme o evrad-ı dürudi bilirim
Dilara Yabul
Hiç tanimadigim bir sanatciyi sayenizde tanimis oldum !