Kubbenin Altında Bereketli Bir Ömür: Ekrem Hakkı Ayverdi

''Bir Ekrem Bey’in yetişmesi için, yeni baştan bir Sultan Osman, Sultan Orhan’ın gelmesi ve altı yüz küsur senenin yeniden başlaması, yaşanması ve geçmesi lazım gelir ki bu da muhal ender muhal.'' Burak Özkanlı, Ekrem Hakkı Ayverdi'yi yazdı.

Kubbenin Altında Bereketli Bir Ömür: Ekrem Hakkı Ayverdi

Yakın tarihimiz bir devirden bir devre geçişin sarsıntısı ile yıkılan medeniyet enkazının toz bulutu altındadır. Bu hengâmeden bizi bir nebze olsun çıkarıp maziyi güne taşıyan ise devr-i kadim efendileridir. Şüphesiz, 24 Nisan 1984’de Hakk’a vuslat bulan Ekrem Hakkı Ayverdi de o müstesna simalardan biridir.

Ekrem Hakkı Bey, 1899’da İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde doğar. Soyu, babası Miralay İsmail Hakkı Bey cihetinden Ramazanoğulları’na, annesi Meliha Hanım tarafından ise Gül Baba’ya dayanan bir ailenin evladıdır. Vefa Sultanisi ve Mühendis Mektebi’nden mezun olur. 1950’lere kadar müteahhit olarak inşaat işleri ile, özellikle de restorasyon ile alakadar olur. Bu süreçte İstanbul’da Topkapı Sarayı, Darülfünun, Ayasofya Camii ve daha pek çok başka cami, medrese, Edirne’de Selimiye Camii ve yine pek çok tarihi başka eserin yine Bursa ve Çorlu’da da nice eserlerin restorasyonunu yapar. 1950’den sonra ise mimari tarihimize eğilir ve eşsiz eserlerini kaleme alır. Sayıları on sekiz kitap, yetmişi aşkın makaleyi bulacak olan verimli yazı hayatının ilk eseri ise 1953’de neşredilen “Fatih Devri Mimarisi” olur. (Biyografisi, kitap (18) ve makaleleri (73) ile restorasyonunu yaptığı eserlerin (39) listesi için İstanbul Fetih Cemiyeti yayını olan “Ekrem Hakkı Ayverdi –Makaleler” eserine bakılabilir.)

Ayasofya’daki hat levhalarına itibarını iade etti

Bu kısa girişten sonra, otuz yılı bilfiil kubbenin altında taşları yerli yerine koymakla, sonrasında ise ecdat yadigârlarının kaydını tutmakla geçen bereketli ömre iyice eğilmek lazım. Mühendis, mimar, koleksiyoner ve derviş (Kenan Rıfai’ye müntesip) Ayverdi, cumhuriyet devrinde maziye sadakati olan herkesin, hepimizin sanat ve mimarî hafızası olmuştur. Yeri burası mıdır bilmem ama Ayasofya’da kubbenin etrafını bezeyen Kazasker Mustafa İzzet Efendi eseri olan enfes levhalar (7.5 m çapında olup yazılı en büyük hat levhalarıdır.) indirilip on yılı aşkın müddet çürümeye terk edilmişken şahsi parası ile bunları yeniletip işçi tutarak yerlerine astıran da kendisidir. Şu hizmeti ve Fatih Devri Mimarisi eseri Fatih’e, fethe, İslam İstanbul’una kâfi birer hizmet değil midir?

Arapların bir atasözü vardır: “Bizi tanımak isteyen eserlerimize baksın” diye. Ekrem Hakkı Bey’in de zannediyorum dünyasının güzel bir hülasası, makaleleri ve mülakatları arasından seçilen kırk bir parçayı havi yukarıda ismi geçen eserdir. Ben hem bu eserin içeriğini haber vereyim hem de böylece E. Hakkı Bey’in sanat, mimarî, tarih, fetih ve Fatih, Batı kültürü ve mimarisi vs. hususlardaki görüşlerini özetle (bir nevi lübb’ül –lüb) nakledeyim.

Osmanlı, mimaride de İslam’ın fethinin vasıtası olmuştur

Münevver Ayaşlı’nın, hakkında “Bir Ekrem Bey’in yetişmesi için, yeni baştan bir Sultan Osman, Sultan Orhan’ın gelmesi ve altı yüz küsur senenin yeniden başlaması, yaşanması ve geçmesi lazım gelir ki bu da muhal ender muhal.” dediği Ekrem Hakkı Ayverdi, Türk sanatını, kendisini ilk hamlede ortaya koyan tek sanat olarak görür. Bunun esası ise sadelik, vakar, ferahlık, iç ve dışta aynı kıvam, yekparelik ve yerine, vazifesine uygunluk vasıflarını taşıyan mimari şaheserler teşkil eder. Böylece bizim mimarimiz bir teknik ve muntazam işçilikten çok bununla beraber ve bunun ötesinde bir mana ve zihniyettir. Bu mimarinin esas yapısı ise tüm yerindeliği ile camilerdir. Osmanlı’ya kadarki İslam mimarları, camilerini Roma mimarisi eseri olan bazilika tesirinde inşa ederken Osmanlı, Bursa’da Orhan Gazi Camii ile yeni bir çağ ve zevk açmıştır. Osmanlı, mimaride de İslam’ın fethinin vasıtası olmuştur. Endülüs’ten Hind coğrafyasına kadar Osmanlı’ya kadarki cami mimarisi ekleme, çıkarma kabul ederken Osmanlı camisi, mesela bir Süleymaniye tamdır, ne ekleme ne de çıkarma kabul eder. Nitekim çoğu zaman kule mahiyetindeki minareler Osmanlı’da hakikaten zarafetin kemalini bulmuş ve hakikaten minare olmuştur.

Bizim mimarimiz ve musikimiz 14 ve özellikle de 15. yy’larda kemal mertebesine tırmanmaya başlar. İkisi arasında ise sürekli bir münasebet vardır. Türk musikisi plakları dinleyen bir Alman müzisyen, “bizim musikimiz bin bir çıkıntısı ve sivri uçları ile bir katedrali andırırken, Türk müziği yumuşak hatlı kubbeleri ve cazip, esrarlı havası ile eski Türk mimarisine benziyor” demiş. Şunu da nakletmeliyim ki, mesela Filibe’de Hüdavendigar Camii etrafını saran ağaçlar ve yapılan dükkânlar ile Bulgarlarca eserlerimiz gözükmesin diye gizlenirken, Selanik’te İshak Bey Camii sinema ve bar yapılmışken, Dimetoka’da Çelebi Camii arpa ambarı olarak kullanılmış iken, buna mukabil bizde Bizans’a ait bir hela taşı bulunsa başına nöbetçi dikiyoruz diyor Ekrem Hakkı Bey. Hatta ekliyor, 1939’da içinde Küçük Ayasofya’nın da bulunduğu yirmi caminin minarelerinin aslı Bizans eseri diye yıktırıldığını hatırlatıyor. (Burada neredeyse vermemiş denecek kadar kısa verdiğim bu görüşleri Roma, Yunan, Bizans mimarisi tarihleri ve mimarimizle kıyasları, Endülüs- Arap- Hint coğrafyasından örnek İslam eserleri ve Osmanlı eserleri kıyaslamaları ve daha pek çok teferruat ile açan, delillendiren Ayverdi’yi anlamak için mevzu eser mütalaa edilmeli.)

Son olarak, Semavi Eyice’nin, hakkında, “Bugün artık Osmanlı Devri Türk Mimarisi bir meçhul olmaktan çıkmış ise bunda merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’nin payı büyüktür.” dediği Ekrem Hakkı Bey’in “Makaleler” eserinde nelere temas edildiğine misal verip bitireyim. (Maalesef belki bir anma yazısı için hayli noksan, kusurlu olan bu yazıya -bu kadar uzamasına rağmen- bereketli bir ömrü sığdırmak mümkün değildi. Bendeniz ancak bir merak uyandırmaya çalıştım. Lütfen hakikaten milli ve dini hassasiyet iddiasında olanlar mutlaka Ekrem Hakkı Bey’i, eserleri ile tetkik etsinler. ) Ekrem Hakkı Bey’in makaleleri arasında neler yok ki? “Osmanlılar’da Minare” derken minarenin tarihi, “Osmanlı Abideleri Restorasyon Tarihi” ve restorasyon, idare gibi hususlar için tenkitle kalınmayıp getirilen öneriler, “İstanbul Fethi” münasebeti ile yapılan konuşma, Fatih Sultan Mehmet hakkında yazılı harika biyografi, “Tarihimizde Anadolu ve Rumeli Devirleri” ve Osmanlı’ya bazı ithamlara cevaplar, “İstanbul’da 19 ve 20. Yy.lar Mimarisi”, “İstanbul Türkçesi”, İbn Kemal biyografisi, “Yahya Kemal’de Şehir ve Mimari” ile daha faydalı nice mülakat ve makaleler…

Burak Özkanlı

YORUM EKLE