Şehirlerin sultanı olan İstanbul, Akdeniz kadar geniş bağrında hem sultanları hem ayaktakımını, hem zengini hem yoksulu, hem kalp kırmaktan zerrece imtina etmeyen kara kalpli insanları hem de kanadı kırık bir serçe gördüğünde gözleri yaşaran yufka yürekli insanları saklar. Çağlar akar geçer ama İstanbul’un güzelliği, İstanbul’da yaşayan güzel insanlar hep var olur. Bir bereketli şehirdir İstanbul. Onun bereketi şairleri, sanatkârı, ehl-i muhabbeti besler; ehl-i muhabbetin bereketi de İstanbul’u durmadan büyütür de büyütür.
İstanbul bir de büyük davaların, dava büyüklerinin tütsülü, güzel, nazlı, bereketli mekânıdır. Büyüktür İstanbul ve burada kurulan hayaller bile, çare yok, büyük kurulmalıdır. Hayal büyük, dava büyük olmalıdır. Büyük davaların insanları da büyük olur elbette.
Serden de geçtiler, yârdan da
Necip Fazıl, hâlâ süregiden etkisiyle Türkiye’yi derinden etkileyen, Sultanu’ş-şuara unvanını hakkıyla taşıyan bir zirvenin diğer adıdır. Necip Fazıl büyüktür, onun davası ondan da büyüktür! Ama kabul etmeli ki her büyük davanın sancaktarları, burçlara bayrak çekenleri olmalıdır. Necip Fazıl bu bakımdan şanslıdır. Onun bayraktarlığını yaptığı idealin sakalığını yapanlar çoktur. Bu sakalar, serden de geçmişler, yârdan da geçmişlerdir. Tıpkı Hilmi Oflaz gibi.
Necip Fazıl’ın “Metafizik oğlum” dediği Hilmi Oflaz, zahir gözüyle bakıldığında bir işportacıdır. Hani o sokakta tezgâh açarak gelen geçene bir şeyler satmaya çalışan o işportacılar var ya, işte onlar gibi bir işportacı… Ama Hilmi Oflaz, biraz farklı bir işportacıdır. Zengin doğup büyük evlerde yetişmiş, önemli bir mal varlığına malik olmuş bir işportacı… Ama o zenginlik, bir davaya nefer olmanın zenginliğiyle tanışıldığında anlamını yitirmiş, yerini deliliğe, dava deliliğine bırakmış bir zenginliktir. Onca mal, onca mülk, onca para-pul, Hilmi Oflaz’ın davasının yanında sönmüş bir yıldız hükmünde oluvermiştir bir anda. Elindeki malı mülkü davası uğruna gün gün harcamaktan ürkmek bir yana, o malı mülkü sevdası uğruna harcamaktan büyük keyif almıştır Hilmi Oflaz. Yayınevlerine, kitaplara, dergilere, okuma güçlüğü çeken yoksul öğrencilere vakfedilmiştir bu zenginlik.
Yoklukta cömertlik nasıl olurmuş, öğrendik
Hayır!.. Sadece zenginken cömert değildir Hilmi Oflaz; o, avurtları çökmüş, elmacık kemikleri yanaklarını delip geçecekmiş gibi sivrilmiş, üzerinde onu soğuktan korumayı çoktan terk etmiş ceketiyle de cömerttir. Bu cömertliğe sadece ben değil, kah Erenler’de kah İlesam’da, kah Türk Ocağı’nda, kah bir cami avlusunda onun simit ikramıyla iftar etmiş, onun domates- ekmek ikramıyla açlığını bastırmış, onun verdiği dergiyle-kitapla okuma açlığını bastırmış bir sürü insan şahittir.
1926 yılında doğup 1998 yılında vefat eden dava delisi Hilmi Oflaz, yıl olarak sayılsa elbette sayılacak ama bereket olarak asla sayılamayacak o güzel ömrünü, Necip Fazıl Kısakürek’e ve onun kutlu davasına hizmete adamıştır. İşportacılık yaparak kazandığı paranın harcandığı yerler bellidir: Pek azı eve, çoluk çocuğa; pek çoğu davaya ve davanın müntesiplerine…
Bu ‘işportacı’nın evindeki kitap sayısı, şahit olan insanların rivayetine göre, otuz bin civarındadır. Hayır, bu kitapları İslami yayın yapan yayınevleri yaşasın diye almamıştır sadece: Aynı zamanda büyük bir açlıkla gözden geçirmiş, birçoğunu da okumuştur o kitapların. Hilmi Oflaz’a dair sözler eden tanıyanları, onun bilgi birikiminin birkaç kürsüde ders vermeye yeteceğini bilittifak beyan etmişlerdir. Ki bu birikime sadece yakından tanıyanları değil, benim gibi Erenler’de onun ekmek-domates, simit-peynir sofrasından nasiplenmiş herkes şahitlik eder.
Kaç sene önceydi, tam hatırlamıyorum, seksenlerin sonlarıydı muhtemelen, Erenler’de bir akşamüstü, biz okumuş yazmış taifesi, Hilmi Oflaz’ın yakın dönem Osmanlı tarihi hakkında bir sohbetini dinlemiştik de, o avurtları çökmüş adamdan nasıl böyle Everest gibi, Uhud gibi sözler çıktığına şaşakalmıştık. Böyle biriydi o, sinesinde hem cömertlik, hem kavi bir iman, hem de inanılmaz bir bilgi birikiminin eşlik ettiği dava deliliği taşırdı.
Muhabbet mimarı
Bu Hilmi Oflaz, insanlar arasında muhabbet inşa etmeyi kendine görev bilen bir mimardı aynı zamanda. Aynı mekânda olup da birbirleriyle muhabbet kuramayan -belki biraz gururlu da olan- bizlere bir şey ikram ederek, nazı geçtiği ahbaplarından bir şeyler ikram etmelerini isteyerek bir ders de verir, bir derviş gibi gönül kırmadan nefs terbiyesi dersleri de verirdi gizliden gizliye.
Herkes şahittir ki Hilmi Oflaz, muhabbet sofrasının, yoklukta bile bir şey ikram etmenin bir diğer adıdır. Mekânı cennet olsun.
Ahmet Serin, rahmet dileyerek yazdı
Merhum bu dünyada olup da bu dünyadan olmayanlardandı...O Üstat Sezai Karakoç gibi yaşayan bir kahramandı...Yoksa Üstat Necip Fazıl Metafizik Oğlum derken Hilmi OFLAZ amcanın yaşadığı alemi mi kastetmişti?Bir gün İlesam'da otururken (1997?)yanıma yaklaştı ve bana cebinden şeker ikram etti..Şaşırdığımı anlayan arkadaşım durumu izah etmişti.Daha sonraları kendisine ait bir sürü hikaye dinledim...ve kendisinden de Üstat ile ilgili hikayeler tabii olarak....Aradan yirmi yıl geçmiş......