Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisi: Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal, hikâye ve romanlarında genellikle İstanbul’u, özellikle Aksaray semtinden yoksul çevreleri, çeşitli kasabaları, konakları ve köyleri anlatmıştır. Durum öyküsünün ilk temsilcisi olan yazarın son derece güçlü bir gözlem yeteneği vardır.

Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisi: Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal, 29 Mart 1883 tarihinde Çorlu’da Rumeli göçmeni bir ailenin üç oğlundan ortancası olarak dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Şevket Bey, annesi Emine Şadiye Hanım’dır. Ailesi çiftçilikle uğraşan yazarın, birbirini izleyen savaşlar yüzünden düzenli bir öğrenim hayatı olmasa da kendi kendini yetiştirmiş; Arapça, Fransızca, Rusça ve Farsça öğrenmiştir.

Babasının ölümünden sonra çalışarak ailesine bakan yazar, 1900 yılında gümrük memuru olmuş, 1906 yılında girdiği İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde ise 1908 yılından sonra müfettiş olarak çalışmaya başlamıştır. 1921 yılında orta elçi olarak gönderildiği Bakü’den döndüğünde “Meslek” adlı haftalık siyasi gazeteyi çıkarmış, çeşitli liselerde de coğrafya öğretmenliği yapmıştır.

Bu süreçten sonra çeşitli elçilik görevlerinde bulunmuş ve birkaç dönem milletvekili seçilmiştir. 1945 yılından itibaren siyasi hayatına son vermiş ve sadece edebiyata yönelmiştir. Dergi ve gazetelerde yazıları yayımlanmış ve eserleriyle ödül almış olan yazar, 16 Mayıs 1952 tarihinde Ankara’da yaşamını yitirmiştir.

“İnsanlara nasıl yapmaları gerektiğini değil, neyin yapılması gerektiğini söyleyiniz. Göreceksiniz, bulacakları çözümlerle sizi bile şaşırtacaklardır.”

Modern Türk öykücülüğünün mihenk taşlarından olan yazar, edebiyat yaşamı boyunca birçok takma isimle yazılar yazmıştır. Türk hikâyeciliğinde çığır açan ve 1940 yılından sonra birçok yazarı etkileyen Esendal, ilk hikâyelerinde Maupassant tarzı dediğimiz sağlam konulu, tasvirli, tahlile yer veren bir anlayış benimsemiş; daha sonraları ise Çehov tarzı olarak adlandırılan, hayatın bir parçasının konu edinildiği “durum” öykülerini kaleme almıştır.

Edebiyatsız edebiyat yapmak

Hayatı olduğu gibi yansıtan, olaylara nesnel görüşle yaklaşan, edebiyatsız edebiyat yapan, konuşur gibi içtenlikle ve son derece sade bir dille yazan bir hikâyecidir. Hikâyelerinde anlattığı kişiler; esnaf, köylü, aylak, ev kadını, cahil, aydın, mektepli, çırak, üst sosyete, alt tabaka insanlardır. Her gün gördüğümüz ilgi göstermediğimiz kişileri ilgi çekici bir canlılıkla satırlar içinde canlandırıverir.

Memduh Şevket Esendal, hikâye ve romanlarında genellikle İstanbul’u, özellikle Aksaray semtinden yoksul çevreleri, çeşitli kasabaları, konakları ve köyleri anlatmıştır. Anlattığı bu yerlerdeki kişilerin birkaç saatlik serüvenini ortaya koyar, sonu ve başı belli olaylardan kaçınıp entrikalı bir öykü kurgulamaz, olaydan daha çok olayın iç yüzünün peşinde koşar.

Durum öyküsünün ilk temsilcisi olan yazarın son derece güçlü bir gözlem yeteneği vardır. Kendi ifadesiyle “topluma ayna tutan” bir sanatçıdır. Toplumun aksayan yanlarını, insanların psikolojik sorunlarını ve ruhsal durumlarını ele almıştır. Geniş ve çok yönlü gözlem gücüyle yalın bir anlatımın ustaca birleştiği ilk seçkin ürünler, Esendal’ın imzasını taşır. Bu yetkinliğinin yanı sıra hümanist bir duyarlılığı sürekli ön planda tutarak, olay dokusunda temel toplumsal dinamikleri eksen alması onu, özgün ve kalıcı bir sanat evreni oluşturabilmiş büyük yazarlar düzeyine çıkarmıştır.

Ayaşlı ve Kiracıları

“Ayaşlı ve Kiracıları”, yazarın en önemli yapıtlarından biridir ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın “100 Temel Eser” listesinde yer almaktadır. Eser, 1923 yılından sonra Ankara’da yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel değişimi gözler önüne sermek amacıyla yazılmıştır. Küçük bir Anadolu şehrinden dev bir kent olma yolunda ilerleyen Ankara’daki siyasi, sosyal ve kültürel değişimin boyutlarını nitelik ve niceliklerini ortaya koyan roman, Ankara’daki yeni ile eski hayat düzenin nasıl kaynaştığını ve çatıştığını sergileyen bir bakış açısıyla sosyal bir roman karakteri kazanmaktadır.

Eğitimleri, uğraşları, dünya görüşleri farklı insanların ilişkilerini büyük bir ustalıkla sergileyen yazar, onların kişiliklerinde dönemin bütün özelliklerini yansıtır. Her eserinde olduğu gibi bu eserinde de bireysel öğelerden bir bütüne ulaşmanın en güzel örneğini verir. Yalın ve akıcı bir dil kullandığı romanı, yazın tarihimizde kendine önemli bir yer edinmiştir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Ankara’da Ayaşlı İbrahim Efendi adında biri, dokuz odalı bir apartman dairesini oda oda kiraya vermektedir. Bir köy ağasının oğlu olan Ayaşlı İbrahim eşkıyalık, zatiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik gibi türlü boyalara boyanmış bir adamdır. Odalarda, kadın, erkek, evli, bekar, genç, ihtiyar, çeşitli insanlar oturmaktadır.

Bunlar; Ayaşlı’nın apartman katında geçen hayatını anı biçiminde yazan bekar bir banka memuru ve eski bir çiftlik sahibi olan yaşlı Hasan Bey, eski konsoloslardan İhtiyar Şefik Bey, odun ve kömür satıcısı Buharalı Abdulkerim ile karısı İffet Hanım, eski bar kızlarından Faika ile kocası Şoför Fuat, geceleri odasında kumar oynatan Turan Hanım ile kocası Haki Bey, bunlardan başka, ikide bir değişen hizmetçiler; dışarıdan gelip giden misafirler…

Romanda, Ayaşlının pansiyonunda bir oda tutan yazarın başından geçen olaylar ile pansiyonda kalan müşterilerin yaşamları, meslekleri, işleri ve hayat anlayışlarından yola çıkarak 1930 yıllardaki Ankara’nın ve Anadolu insanın sosyal yaşantısını, dünyalarını, özlemlerini, maddi ve manevi değerleri anlatılmakta, Türkiye’nin çeşitli katmanlarından gelen bu insanların ayrı ayrı maceraları ve birbirleriyle olan ilişkileri gözler önüne serilmektedir.

Otlakçı

İlk olarak 1946 yılında yayınlanmış olan eser, içerisinde yirmi beş öykü barındırmaktadır. Öyküler, doğaya, insanlara duru bir sevgiyle bakan, gerilimleri bile sevecenlikle karşılayan bir anlayışın ürünüdür. Esendal, öykülerinde, içinde yaşadığı dönemin kişilerini, o günlerde gerçekleşen olayları ironik bir anlatımla sergilemekte ve eleştirmektedir. Yazar, çoğu yerde de toplumsal olaylara mizahî bir bakış açısıyla yaklaşıyor.

“Efendim, tütün tabakasını ortada unutmaya gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozları bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rasgelmedimdi. Bizim rahmetli İlhâmi de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı, cebime koyarım, sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın üstüne bırakırım, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir ağara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi.”

 “Otlakçı” adlı öyküde, sigaraya para vermek istemeyen, hatta bunu aptallık olarak kabul eden bir adamın, sigara içenlerin tütün tabakasından tütün aşırması konu ediliyor. Bu tütün aşırma olayından, tütün tablasını kahvede unutan herkes nasibini almaktadır ve genellikle de bütün tablada sadece tütün tozu kalıncaya dek boş bırakılmaktadır. Öykünün anlatıcısı aynı zamanda başkarakterdir. Hakkında fazla bilgi verilmemekle birlikte, otlakçılardan, özellikle de öyküde otlakçı olarak tanımlanan Mahmut Efendi’den hiç hoşlanmamaktadır. Anlatılan olaylar genellikle kahvehanede ve anlatıcının evinde geçer. Eserde, mekânların tasviri ayrıntılı olarak verilmemiş ve olaylar belirli bir zaman kesiti belirtilmeden anlatılmıştır.

Öykü; sade, anlaşılır ve akıcı bir dille kaleme alınmış, günlük konuşmalarda geçen bazı söyleyişler olduğu gibi korunmuş ve okuyucuya aktarılmıştır. Kendini başkahramanın yerine koyarak başından geçen bir olayı sohbet havasıyla anlatan Esendal, eserinde, uzun tasvirlere ve yabancı kökenli kelimelere yer vermemiştir.

Miras

“Miras”, Memduh Şevket Esendal’ın, kitap olarak yayımlanan üçüncü romanı olma özelliğini taşıyor. Romanda, İstanbul’un bir mahalle kurulacak büyüklükteki konağında yaşayan Silahtar Ali Paşa ailesinin yozlaşıp çözülüşü ve miras yüzünden aile bireyleri arasında ortaya çıkan düşmanlık anlatılmaktadır. Ayrıca eserde, o yıllardaki günlük yaşayıştan kesitler de buluyoruz. Romanın arka planında, II. Abdülhamid dönemi ve bu dönemde İstanbul’daki yaşamla fikir çalkantıları da görülmektedir.

Silahtar Ali Paşa Ailesi, servetlerinin yöneticisi olan büyükannenin ölümü ile dağılmıştır. Ailenin dört torunu ayrı evlere çıkarlar. Zamanla konak yıktırılıp eşyaları satılır ve yerine bir mahalle inşa edilir. Romanda, ailenin torunlarından Şevki Bey’in oğlu Asım’ın aileden kalma bir değirmeni üstüne geçirmek amacıyla İstanbul’a gelip amca ve halalarını ziyaret etmesi ile gelişen olaylar aktarılır.

“Günün birinde büyük anası ölmüştü. Nasıl derhal aileleri perişan oldu! Kardeşler sanki kırk yıllık düşman imişler gibi birbirine darılmışlar, uzaklaşmışlardı. Ortaya büyük mal, miras davaları çıkmıştı. Herkes derhal dairesini, sofrasının ayırmıştı. Dört kız kardeş, dördü de köşeye çekilmiş bulunuyorlardı. Hatta ara yerde kapılar kapattırıldı, dışardan yeni kapılar açtırıldı. Zaman geldi ki artık bir çatı altında oturamaz oldular. Birer birer konağı terke başladılar. Herkes haline göre birer tarafa çekilip gidiyordu.”

Birbirinden kopuk kardeşlerin hepsinin ailesinde ihanet, çocukların ihmali, kumar düşkünlüğü gibi sorunlar ve huzursuz bir yaşayış vardır. Olaylar Asım’ı mutsuzluğa sürükleyerek, gerginlik ve kavgaları arttırır. Bununla birlikte halasının torunu Salime’ye âşık olan Asım, evlilik teklifi kabul edilmeyince çok üzülür. Roman yarım kaldığı için ilişkinin nasıl sonlandığı belli değildir.

Eserde, Asım adlı gencin Sarayköy’den gelip bazı dernek üyeleriyle ilişkilerde ve girişimlerde bulunması, belki de Esendal’ın İttihat ve Terakki ile ilk ilişkilerini yansıtmaktadır. Romanda, yazarın kendi yaşamıyla ilgili başka bağlantılar da söz konusudur. Sarayköy diye belirtilen yerin Çorlu olduğu göz önüne alındığında eserde, yazarın yaşamından izlerin bulunduğu bir gerçektir.

Vassaf Bey

Türk yazınının en güçlü romanlarından biri olarak bilinen “Vassaf Bey”, yazarın, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara’nın panoramasını çizdiği ikinci romanıdır. Memduh Şevket Esendal’ın ölümünden önce kaleme aldığı roman, ölümünden sonra 1983 yılında basılmıştır. Yazar, bu romanında aile kurumu ve doğru bir evlilik yapmanın önemi üzerinde durmaktadır. Romanında, toplumun refahı, sükûneti, manevi dünyası için doğru evlilikler yapılmasının yanı sıra ev ve aile nizamının ne kadar önemli olduğunu vurgular.

“Bir genç adamla evlenmek benim için o kadar istenilecek bir şey mi? Yaşamayı birlikte öğreneceğiz, ama ne döğüşlerle... O olgun genci nerede bulacağız? Hadi bulduk, kafa dengi olacak mı? Hadi kafa dengi de oldu; bir ev kurup yerleşmek için bir ömür uğraşacağız. Ne üzüntüler ne gözyaşları...”

 “Vassaf Bey”, genç bir kızın evlilik hikâyesi ve günlük yaşam ilişkileri üzerinden Ankara’nın 1930’lu yıllarını, bu yıllarda yaşanan küçük burjuva hayatını anlatan bir romandır. Perihan, evlilik hayalleri kuran bir genç kız. Bu kızın etrafında dönen olaylar ve durumlar, Vassaf Bey’in mirasını ona bırakması ve Tuğrul adında sevdiği bir akrabasını da evlenmek üzere ona göndermesi romanın ana hatlarını oluşturuyor.

Kitaba adını veren Vassaf Bey, yardımcı karakter gibi görünse de belirleyici bir rol üstleniyor. Çünkü Esendal’a göre sağlıklı bir toplumun kurulması doğru ailelerin kurulmasına bağlıdır.  Bu anlamda Vassaf Bey’in, Perihan’ın doğru bir evlilik yapması için ona hem mirasını bırakması hem de onun için doğru insanı seçmesi romanın belki de en önemli olayları.

Memduh Şevket Esendal, Türkçeyi büyük bir ustalıkla, sade ve yetkin bir biçimde kullanmıştır. Bu sayede ortaya bir dönem romanı olmakla beraber, döneminin çok ötesine uzanabilmiş bir yapıt çıkmıştır. Kendi döneminin edebi koşullarını bilgece bir anlayışla geri iten Memduh Şevket Esendal’ın kaleme aldığı “Vassaf Bey”, edebiyatımızın en güçlü romanlarından biri olmakla birlikte, yazarın, inançla, güler yüzle, sevgiyle açtığı onurlu yolda, bütün kuşaklara örnek olabilecek nitelikte bir eserdir.

“İnsan bu! Ne anlaşılmaz sevinçleri, üzüntüleri var.”

“Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisi: Memduh Şevket Esendal”, Kitabın Ortası dergisi, Mayıs 2019, sayı 26.

YORUM EKLE