Üç kadın büyütür ıstırabı…
O, kuyunun en derin yerinden sesini tüm zamanlara ulaştıracak tiynetteki nebiler soyundan bir göçmen Araptı. Bu yüzden kimlik kartı o kadar hırpalanmış ki kendini herhangi bir yerde ait hissetmedi. Ruhlar alemi -ki ruhun kanlı canlı olduğu, acı çektiği ve neşelendiği bir dünya- ve Lübnan’ın Bsharri köyünden başka bir yerde rahat edemedi.
Nasranilerce genel kabul gören bir anlayışa göre, Hz İsa’nın hayatında üç kadın vardı. Annesi, Maria Magdalena ve Evangelistlere göre evlenip çocuk sahibi olduğu kadın. Kimsenin yalancısı olacak değilim.
Bu İslam inancında bir iftiradır. Lakin, edebi bir benzetmeye gidilirse Halil Cibran’ın hayatında da üç kadın önemli rol oynamıştır : Ablası, nişanlısı ve Amerika’da iken sırtını dayadığı kadın. Her üçü de hayatın naif olmayan yanlarına karşı “hikmet” armağan etmişlerdir Cibran’a. Ablası, annesinin boşluğunu doldurmaya çalışmış; nişanlısı bir gelen bir giden aşkın yakıcı nefesini Cibran’ın tenine zerk etmiş; velinimeti ve “ruh ikizi” Mary Elizabeth Haskell ise maddi ve manevi olarak destekçisi olmuştur. Üç Meryem vakıası desek yeridir.
1883’te doğdu ve 1931 yılında 48 yaşında ölüm kapısından geçti, gitti… Geride “çıplaklığı dışa vurduğu” resimleri ve içi dışı bir metinleri kaldı.
İyi Hristiyanları aforoz etme adeti…
Aforoz edildi. Kitapları ve resimleri yasaklandıkça okuyucu ve hayranları arttı. Ünlülerden Elvis Presley Halil Cibran’ın kitaplarına hayrandı ve birçok defa o kitapları ücretsiz dağıttı.
Ülkesinden uzaktı. Toprağa bağlı değildi ama Arap birliğine inanıyordu. Her ne kadar naif bir dili olsa da gittiği topraklarda Kenan Ülkesinden gelenleri arayıp buluyordu. Arayı arayı bulsa da çölden gelen dostlarının izlerini; 48 yaşında bir başına fakir ve hasta bir şekilde bir tavan arasında öldüğünde yanında kimseler yoktu.
Meşhur 68 Kuşağının –manen desek yeridir- cumhurbaşkanı adaylarından biri de Halil Cibran idi. Diğer dövizlerde ise Yüzüklerin Efendisi’nin gri büyücüsü “Gandalf Cumhurbaşkanı Olsun!” yazılıydı. Onu okuyanlar hangi din, meşrep ya da din dışı akımlardan olurlarsa olsunlar kendilerine ait bir şeyler buldular. Bir nevi, tam da Çiçek Çocukları’nın arayıpta bulamadığı “ruhani önderdi”.
Halil Cibran, Lübnan’ın insan halidir. Lübnan coğrafyası bir insan olarak anlatılacak olsa herhalde Halil Cibran’ın o bilge ve hüzünlü yüzü çıkar karşımıza. Lübnan’ın kaderi uzaklarda söylenen sözlerle şekillenir. Birden çok kocası vardır. Denize açılmak ister, çöl ayaklarına yapışır. Zevk-ü sefa içinde yaşamak ister; zühd ya da savaş azıtmamasını söyler. Beyrut hem Paris’tir hem Kudüs. Halil Cibran da hem Müslümanların kıblesine döner hem İsa nebi ile çöllerde gezer. Bazen dayanamaz, İsa nebi’yi çarmıha germek isteyenlerle Musa as’ın dilince konuşur.
Sanal gurular ve Halil Cibran’ın çilesi
Lakin, dün Halil Cibran’ı meydanlarda avaz avaz dillendirenlerden geriye, mistik bir topluluktan, suya sabuna dokunmayan hümanist bir hayran kitlesinden başka pek bir şey kalmadı. Kala kala maillerimiz arasına atılan “tavuk suyuna çorba” tıynetinde hiç okunmadan silinen öykücükler kaldı.
Ne seçilmiş insan Mustafa’nın söylevleri, ne Lazarus’un öte alemleri özlemesi, ne Deli’nin o Doğuya has kemik kıran hikmetleri, ne gülümseyiş ve gözyaşının bizi dünyadan alıp asıl ülkemize götüren tınısı, ne de Fırtınalar’ın sakince okunacak dili kaldı. Halil Cibran, postmodern zamanlarda sadece bir “humanist” olarak bilinmeye devam ediliyor.
Aforoz edildi; zira resimlerindeki çıplaklığı bahane edip İseviliğin tahrif edildiğini söyleyen bir adamı tard etmeye çalıştılar. Bir İsevi’nin Hz Muhammed’i sevebileceği ve O’nun sözlerini vaaz edebileceğini kabul edemediler. İncil içerisinden seçilen babların yaşatılmak istenen Nasranilikle değil de ”asıl Nasraniliğe dönüş” vizesi olduğunu görenler Halil Cibran’ı modern bir guru olarak göstermek istediler. Oysa, Halil Cibran Lübnan’dır! Hem denize hem de çöle hükmeden prenstir.
Mistik ya da ruhani halleri özleyen ama dine inanmaktan korkanlar için adeta tablet tablet yutulacak metinlere dönüştürülmek istenmiştir Cibran’ın anlattıkları. Tabi modern insanın açlığı başka bir açlığa benzemez… İnsan, inanmadığı sözleri “etkisi ve edebi gücünden dolayı” tüketmekte, kullanıp atmakta mahirdir. Halil Cibran = Apranax Ford! Nietzche, Pascal ve Kierkegard da bu yolda harcanmak istenmiş filozoflardandır.
Birkaç tablet almaz mısınız?!…
“Birbirinizin kadehini doldurun ama aynı kadehten içmeyin.
Birbirinize ekmeğinizi verin ama aynı lokmayı dişlemeyin.
Birlikte durun ama yapışmayın; zira mabedi ayakta tutan sütunlar ayrı ama birliktedirler.”
Bugün yukarıdaki sözler gibi binlerce cümle sanal alemde ya da kitap satırlarında uçuşuyor. Bedel ödenmeden elde edilmiş bir bilgelikle kurum kurum kuruluyorlar gözlerimizin önünde. Bedeli ödenmeyen her ne var ise değersizdir dünyada! Bunu modern dünyanın guruları bilmiyor ama modernizmin şafağında çile çekmiş bir garip Lübnanlı biliyordu.
Halil Cibran, çalışkandı ama hırs yapmayacak kadar da yoksuldu. Çalışmak üzerine söyledikleriyle bitiriyorum:
“Ve diyorum ki: Hayat gerçekten karanlıktır istek olmadıkça/ Ve tüm istekler kördür irfan olmadıkça/ Ve tüm irfan boşunadır, bir işin meşgalen olmadıkça/ Ve tüm uğraşlar boşunadır aşk olmadıkça/ Eğer aşk ile çalışırsanız bağlanırsınız birbirinize ve Tanrıya./Aşk ile çalışmak nedir mi diyorsunuz?
Kumaşı yüreğinizden çekilmiş iplikle dokumaktır; sevgiliniz giyecekmiş gibi!”
William Blake’ten, John Milton’dan, Mevlana Celaleddin’den, İbn-i Arabî’den bahsetmek, Halil Cibran’ın bu isimlerle akrabalığından da bahsetmek mümkün… İyisi mi, ondan geriye kalanları okumak; acının ve ümidin haritasını okur gibi…
Halib Cibran'dan güzel bir alıntı için tıklayın
Zeki Bulduk, Lübnan’la Türkiye arasında vizenin kaldırıldığına sevindi