Üzerinde yaşadığımız güzide şehrimiz, İstanbul’umuzda gözümüzden kaçan tarihe ve tarihten kalmış eserlere dikkat etmememizin önemli sebeplerinden biri de onlara dikkatimizin ihtiyaç hâlinde olmaması.
Hiçbir konuşmacı yoktur ki düşünceleri arasında, “Geleceğe yürümek isteyenler bir ayaklarını geçmişe koymalı ve yere sağlam basmalıdırlar” minvalli bir söz bulunmasın. Ancak bu sözün nasılsa kolay söylendiği ve biraz da artistik bir havası olduğundan dolayı, üzerine pek düşünmeyiz. Söyler ve geçeriz.
Pergelin bir ayağının sabit olması ve geçmişten beslenip geleceğe yürümek… Peki bu nasıl olacak? Tarihe ilgimizi doğum-olay yıllarını ezbere bilmekle mi ispat edeceğiz? Fatih’in İstanbul’u fetih tarihini herhâlde bilmeyenimiz yok; bu durum gerçekten de tarihimize olan derin muhabbetimizi yeterince ispatlıyor mu? Bu sorunun cevabı önemli. Çünkü Fatih Sultan Mehmet -aleyhirrahmetu ve’l-gufran- dirilip gelse ve fetih yılının bilinmesi ile yaptırdığı medresenin çürümesi arasında kalsaydı kuvvetle muhtemeldir ki takvimi pek umursamayacaktı.
Ecdadımızın, ecdadımız olduklarını kanıtlayabileceğimiz miraslarına gösterdiğimiz ilgi ölçüsünde devamlılık sağlayabileceğiz bu topraklarda. Aksi takdirde yalnızca var olacağız. İstanbul’daki tarihî eserlerin mevcut durumu, bu iki şık arasında acil bir seçim yapmanın eşiğine getirmiş bulunuyor hepimizi; ya koruyup özenecek ve şanlı bir tarihin vagonu olacak ya da sürekli parlattığımız bir vitrine sahip olup camın arkasındaki yok oluşu görmezden geleceğiz.
Bir süredir peşlerinde dolanıp varlıklarını haber vermeye çalıştığımız tarihî çeşmelerimiz de bu cümleden görülmeli: Şehrimizdeki mevcudiyetimizi anlamlı hâle getiren ve pekiştirenler olarak. Şimdiye kadar yanlarına uğradıklarımızla uzun bir yolculuğa çıkmak isteyenler buraya buyursun, biz sevgili okuyucuyla yola devam edelim.
1. | |
2. | |
3. | |
4. | |
5. | |
6. |
Çok kıymetli; çünkü tarihimizden süzülüp geldi
Bugün Üsküdar’a gidelim. Üsküdar, yeni yapılaşmanın çokluğuna rağmen hâlâ şehrin en çok çeşme saklayan semtlerinin ikincisidir. Suriçi-Fatih henüz rekorunu elden bırakmamıştır, baskılara direnmektedir. Gerçi Üsküdar da az direnmiyor, takdire şayan.
Mesela şimdi göreceğimiz ilk çeşme, direnmekten bezmiş ve geriye pek bir gücü kalmamış olanlardandır. Kız Kulesi hizasındaki Öğdül Sokak’ta, dikkatli yürümeyen birinin gözünden kolayca kaçabilir; kendini bir bahçede emniyete almış ve insanların onda geriye bıraktığı şeylerle kendi hâline yaşamaya devam ediyor bu ayna taşından ibaret sevimli şey.(1)
Küçük bir meydanda, İmrahor Camii’ne nazır iki, hatta üç çeşme var. İlkinin kitabesi, bu civardaki birçok eser üzerinde görebileceğimiz gibi yine hayırseverlerin şahı Sultan Ahmed’in imzasını gösteriyor (2). Açtığı suyolundan birçok çeşme yaptırmış bu kudretli padişah. Demek ki kudretli olduğu kadar ince düşünceliydi de. Kurnası sağlam ve ince işçilikli saçağı da pek leziz duran bu çeşmenin nişi üzerinde biraz şefkatle gezinmek gerekiyor ki nazarlık bir hâlle çıksın bakanlarının önüne.
Karşısındaki Ayşe Sultan eseri ise diğeri kadar süslü değildir ancak ondan nerdeyse bir asır daha yaşlıdır (3). Kurnasında da garip bir şekilde ikinci ayna taşı olan eserin bütün parçaları yerinde duruyor, ne güzel. Ayrıca arka duvarında da ikinci bir çeşme saklıyor (4). Öndeki ablasından biraz daha pasaklı ve külfeti az olmasına rağmen daha bakımsız. Hâlbuki ayna taşından ibaret olmasına rağmen çok kıymetli; çünkü tarihimizden süzülüp geldi.
Sultan Ahmed’in imzasını taşıyan bir başka eser, Çeşme-i Cedit sokağının baş tarafındadır (5). Kitabesi Sultan’ın Üsküdar’ından söz ederken çok çeşme yaptırmasına atıfla “Eyledi sükkânını müstağrak-ı bahr-ı atâ” diyor. Ne yazık ki musluk izi görülmüyor çeşmenin ve kitabesinde de pek çok harf silinmiş yahut zarara uğramış.
Yine Üsküdar’ın hamisi Sultan Ahmed’in bir eserini görmek istersek Bektaş Sokak ucuna, Bulgurlu Mescit karşısına gitmeliyiz (6). Çıkma bir ayna taşı olan ve bu şekliyle başka çeşmelerden ayrılan eserin bakıma ihtiyacı olduğu aşikâr. Kitabesi dahi elden geçirilmeli ve henüz ciddi zarar görmemiş ancak kıyıda duran harfleri kurtarılmalı.
Yüz senedir bir sevap makinesi gümbür gümbür sevap basıyor
7. | |
8. | |
9. | |
10. |
Az ileride, kendi adını taşıyan sokağın başında bulunan Kassam Çeşmesi, semtteki en talihli hayratlardan biridir (7). Şöyle ki, fotoğrafını çekmek için karşısında on dakikadan fazla beklemek zorunda kaldım. Çeşme hiç boş kalmıyor ve gürül gürül akan suyundan bir gelen su içiyor, bir başkası şişesine depoluyor ve çevredeki esnaf, büyük bidonlarını yine bu musluktan dolduruyordu.
Taşındaki bakımsızlık ve testi setini yola gömmemiz dikkat çekse de suyunun gürül gürül akması sanki başka kusurlu durumları unutturuyor. Zira bir hayır, yüz senedir devam ediyor burada. Yüz senedir bir sevap makinesi gümbür gümbür sevap basıyor. Elbette bundan çeşmenin banisi Mehmet Efendi ve ona vefasını gösteren Hatice Hanım’ın haberi oluyor ve pek de seviniyorlardır hani.
Sultan Ahmed’in adını hayırla andıran ve o hayrı devam ettiren bir eser daha var, Divitçiler yakınlarında (8). Sonraları da Şehzade Seyfeddin’in vefalı elleri değmiş çeşmenin alt taraflarının acil bir bakımla şenlendirilmesi ne iyi olur.
Çavuşdere Caddesi’nin başındaki Mahpeyker Kösem Valide Sultan’ın hayratı bu çeşmenin (9) kitabesinin derdi keşke zor okunmak olsaydı sadece. Birkaç yerinden darbe almış ve silinmiş ne yazık ki. Yanında ikinci bir teknesi var, belki de ikinci bir yüzü vardı çeşmenin orada ancak izi kalmamış. İlk yüzdeki tekne de zaten yol altında bırakılmış.
Çinili Mescit Sokak’taki bu örnek ise mermerinin göz alıcı beyazlığıyla şimdilik yeterince övünemiyor. İlan panosu niyetiyle kullanmışız bir süre ama yine de iki rozeti ve saçağındaki süslerini tahrip etmemişiz, bu da bir lütuf addedilmeli…(10)
Bize büyük ‘imkân’lar sunan tarihin ekmeğini yememiz de çok fazla sürmeyecek
11. |
Biraz ileride, Silahtarbahçe Sokak’taki ufaklık ise hepsine yetecek kadar dayak yemiş (11). Ayna taşını tutan bünyeden geriye pek bir şey kalmamış ve her neyse çeşmenin tamamından geri kalan, topluca kaldırımın içine gömülmüşler. Bir çeşme bu sokağın güzelliği hakkında yeterli söz söyleyebilme kabiliyetini haizdi oysa. Gerçi şimdi de sokak hakkında epey bir şey söylüyor.
Tarihimiz ve ondan geride kalanlara bu kadar hoyrat davranmaya devam edersek bunun sonsuza dek devam etmeyeceğine de şimdiden alıştıra alıştıra ikna olmalıyız. Elbette bize büyük ‘imkân’lar sunan tarihin ekmeğini yememiz de çok fazla sürmeyecek.
Sadullah Yıldız, temkinle yazdı