Şimdiki kuşaklar pek bilmez. Bizim zamanımızda özellikle tarih kitaplarında Osmanlı padişahlarına hakaretler edilirdi. Vatan hainliği bunların içinde en hafifiydi. Tarih hocalarımız da eskiye dair ne varsa öyle bir kin ve nefretle anlatırdı ki, insanın bir daha Osmanlı lafı duyası gelmezdi.

Bereket o günler geride kaldı. Tam olarak tarihimizin hakkını veremesek de, gerçeği aralama çabalarının her geçen gün sayısı artıyor. Hem tarihimiz hem de dinimiz hakkında gerçek kaynaklara ulaşma konusunda bayağı mesafe kat ettik.

Tarihe gömmek adına yapılan tarih

Cenap Şahabettin, “İnsan, tarihine her istediğini söyletebilir. Çünkü ölüler, itiraz edemezler!” diyerek, tarih yazıcılığının ne denli yanlı ve tahripkâr olabileceğine vurgu yapar. Doğrudur da. Zira bizim özellikle son 90 yıllık tarihle olan ilişkimiz tamamen bu boyutta olmuştur.

Şimdiler de ise “Tek Adam” ve “Milli Şef” direktifleri ile “geçmiş olan ne varsa hepsini tarihin çöp sayfalarına gömmek” adına yazılan yakın tarihimiz, vicdanlı tarihçiler ile yeniden hayat bulmaya başladı. Artık Osmanlı padişahlarının hain olmadıklarını biliyoruz. Osmanlı sarayının zevk sefa yerleri olmadığını biliyoruz. Ekonomide, hukukta, yönetimde ne kadar büyük işler başarmış bir ecdadımız olduğunu göğsümüzü gere gere söyleyebiliyoruz.

Bu günlere gelmek gerçekten hayal dahi edilemezdi. Zira ben çocukluğumda, arkadaşımın hacı babasının arkadaşlarıyla evinde zikir yaptığı için jandarma dipçikleriyle ciplere bindirilişini görmüş bir adamım. Daha da eski kuşaklarımızın neler çektiğini varın siz hayal edin.

Kutsalları kutsayan tarih

Sırf uydurma bir tarih yazmak için bir “Tarih Kurumu” kurmuş bir milletin evlatları olarak gerçek tarihimizle hiçbir zaman sahih bir temasımız olamadı uzun zamandır. Sadece yeni devletin kendi kutsallarını daha çok kutsamak üzerine yaptığımız tarihçilik de bizi atalarından ve geçmişinden utanan bir toplum haline getirdi. Bizim babalarımız, dedelerimiz maalesef bu kurmaca tarih içerinde bir “The Truman Show”da yaşar gibi yaşayıp göçtüler. Aynı durumun bizler ve çocuklarımız için olmaması elimizde.

Çok şükür bu gün tarihi dert edinmiş, hakiki tarihe ulaşmayı gaye edinmiş birçok tarihçimiz var. Onların kitapları çok satanlara giriyor. Her televizyon kanalında tarih tartışmaları oluyor. Bu sayede biz de tarihle olan temasımızı gittikçe kavileştiriyoruz. İşte bu çabalardan biri de Derin Tarih Dergisi.

Yasaklı ve kayıp kitaplar

Mustafa Armağan yönetimde, ehil bir kadro tarafından hazırlanan dergi, her ay okurlarına tarihin derin sayfalarını aralamak amacıyla merhaba diyor. Bunu da çok güzel bir şekilde yapıyor. Hazırladığı dosya konuları, yerli ve yabancı yazarların araştırma yazıları ile her sayısında tarihin anlaşılmasına dair açılımlar sağlıyor.

Derin Tarih Dergisi, tarihin derin sayfalarına dalıp hakiki tarihin izini sürerken çok önemli bir iş daha yapıyor. Dergiler kadar kalıcı ve kütüphanelerimizde adeta bir ibret bölümü açmamıza sağlayan kitaplar hediye ediyor her ay. Bu kitapları şöyle yan yana listelemek bile ne denli önemli bir işin yapıldığını bize gösteriyor: Vahdettin İftiralara Cevap Veriyor, 100 yıllık Elif Ba, Ayasofya davası (Osman Yüksel Serdengeçti), İskilipli Atıf Hoca Nasıl İdam Edildi?, Son Halifenin Sürgün Yılları, Filistin-Suriye Cephesinde Kahramanlar ve Hainler, İstiklal Mahkemesi Kurbanı 22 Yaşında bir Hoca, Son Halifenin Dramı-Abdülmecit, Siyonistler Osmanlıyı Nasıl Yıktı?, Ben Hain Değilim (Vahdettin), Milli Din Duygusu ve Öz Türk Dini. Bu eserlerin çoğunluğu zaten yasaklı kitap, ya da kayıptı. Derin Tarih bunları tekrar tarihe not düşerek çok önemli bir hizmet yapmış oldu.     

Tarih öç almak için yapılmamalı

Derin Tarih’in bence çok önemli bir misyonu daha var. O da tarihe bakış açımızı, “Yalan söyleyen tarih utansın!2 söyleminden “Tarih bizim değildir, biz tarihe aidiz.” (Hans-Georg Gadamer) aşamasına getirmek! Zira tarih sahasını öç alma ve “yeniyi kötüleme” teknikleri üretme alanına çevirirsek Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki hatanın aynısına düşmüş oluruz.

Bu konuda da, hem ülkemizin en iyi tarihçilerinden biri olan hem de Derin Tarih Dergisi’nin yayın yönetmeni olan Mustafa Armağan’ın, bu titizliğe ve anlayışa sahip olması bizim daha da çok ümitlenmemize neden oluyor. Bir derginin tek başına tarih yazıcılığında bir kilometre taşı olabileceğine inancımız tam.

Tıpkı yıllar önce bu yolun ilk basamaklarında yürüyen Tarih ve Medeniyet Dergisi gibi Derin Tarih Dergisi’nin de uzun soluklu olmasını diliyor ve tarihle olan meselemizin anlamamız için küçük büyük hepimizin okumasını çok önemsiyorum.

Zira II. Abdülhamit’in de dediği gibi, “Tarih değil, hatalar tekerrür eder.” Bu hataları tekrar tekrar yapmamamızın tek yolu, düşünce ve anlam dünyamıza tarihi rehber edinmek...

Unutmayalım ki, “Geçmişin yıkıntıları, bugünün uyarılarıdır.” (George Bancroft)

*

Not: Derin Tarih bu ay, “Vahdettin İftiralara Cevap Veriyor” kitabının yanında harika bir II. Abdülhamit posteri veriyor. Kütüphanenize ve duvarınıza ve dahi kendinize bir iyilik yapın, bu sayıyı kaçırmayın derim.

 

Adem Özbay yazdı