Taliban’ı tanımak için iki şeyi iyi bilmek gerekiyor. Peştun gelenekleri(peştunvali) ve yaslandığı geniş dini ağ ve bu ağın merkezinde yer alan dini ve ilmi ekol olan Diyobend Medresesi ya da Daru’l Ulumu. Taliban hareketinin kökenleri Hindistan ile Afganistan’da yatmaktadır. Müslüman Hindistan’ın kaderi esasında bir nevi kuzeyle ve yani Afganistan ve Orta Asya ile karılmıştır. Afganistan Hindistan ile Orta Asya arasında tabii bir geçit ve koridordur. İslâm fatihleri bu yolu izlemişlerdir. Daha sonra Hindistan’da gelişen ilmi gelenek civar coğrafyaya ve özellikle de Afganistan’a damgasını vurmuştur.
Portekizliler Hindistan’ı keşfetmişler lakin bu keşif daha fazla İngilizlerin işine yaramıştır. İngilizler Portekizlilerin ardından Hindistan’a gelmişler ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketi aracılığıyla bu ülkeyi zamanla sömürgeleri haline getirmişlerdir. Kısaca Mısır’da Fransızların İngilizler için hazırlayıcı bir rol ifa etmeleri gibi Hindistan’da da Portekizliler İngilizlere kapı aralamışlar ve zemin hazırlayıcı olmuşlardır. İngilizler önce Hindistan’a ticaret için gelmişler ardından askeri olarak bu ülkeye pençelerini geçirmişlerdir. Bunun tipik nedenlerinden birisi de bütün imparatorluklara sâri olan kemalden sonra zevalin baş göstermesidir. Harun Reşit ve Kanuni Sultan Süleyman ayarında bir sultan olan Evrengzib’in güçlü yönetiminin ardından idareye biçare ve zayıf imparatorların gelmesi ve kaht-ı rical dönemine girilmesidir. Bu dönemde adeta imparatorluğun mafsalları birbirinden ayrılmış adem-i merkezi bir yapıya bürünmüştür. Bu daha sonra çevre bölgelerin Hindistan’dan kopmasını beraberinde getirmiştir.
İngilizler ise adeta imparatorluğun tacına tüneyen baykuşu andırmıştır. Ticaretle yarı kıtaya ayak atan İngilizler zamanla silahlı bir güce dönüşmüşler ve daha sonra Hindistan yolunu açık tutmak için Süveyş Kanalı’nı inşa etmişler ve bu uğurda 1882 tarihinden itibaren Mısır’ı ele geçirdikleri gibi aynı zamanda aynı yıllarda Kıbrıs’a da el koymuşlardır. Neredeyse Hindistan önündeki bütün ikmal yollarına kapatmışlardır. İngilizlerin bu şekilde güçlenmeleri Müslümanları endişeye sevk etmiş ve bu da İngilizlere karşı huruç hareketlerine neden olmuştur. Müslümanlar şanslarını 1757 tarihinde denemişler lakin şansları yaver olmamıştır. Ardından son hamle olarak 1857 tarihinde ulus çapında bir kalkışma gerçekleştirmişler ve Hindular da bu anlamda ortakları olmuştur. Hindularla Müslümanlar her ne kadar ayrı dinleri temsil etseler de Müslümanlar zamanla ülkenin yerlisi haline gelmişler ve yabancılıklarını üzerlerinden atmışlardır. Yerlileşerek sömürgeci bir karakter kazanmamışlardır. Yerli ahali tarafından farklı bir dine sahip yerli veya göçmen bir unsur olarak görülmüşler ve yadırganmamışlardır. Lakin 1857 yılında Müslümanların arkalarına Hinduları da alarak kazan kaldırmaları üzerine İngilizlerce dini anlamda en alt katmana konulmuşlardır. Kısaca bir Hindu geleneği olan kast sisteminde Müslümanları en azından uygulamada en alta yerleştirmişler ve din ve kültürlerini yok etmek için hamle üzerine hamle başlatmışlardır. 1857 yılından itibaren Müslümanlar ile Hindular arasına fitne sokarak iki tarafı birbirine düşürmek istemişler. Bunun için Hindulara görevlerde imtiyazlar sağlamışlar, Müslümanları da mahrum etmişlerdir. Böylece Hinduların sadakatini kazanarak, Müslümanlardan kopararak böl-yönet kuralını hayata geçirmişlerdir.
Güçlerini ve bağımsızlıklarını kaybeden Müslümanların elinde sadece asimetrik bir yol kalmıştı. Eğitim yoluyla Müslümanları uyandırmak, kalkındırmak. Tarz olarak da sahabenin yolunu izlemek. Muhammed İkbal’in ve Hali’nin Altılıkları hep bunu vurgular. Sahabeler gibi serdengeçti olmak ve Batılılar gibi okumak. Okumak asimetrik ve simyasal bir mücadele şeklidir. İndra Gandi’nin muadillerinden sayılabilecek olan Golda Meir Arapların okumadıklarını okusalar da anlamadıklarını söylemiştir. Hindistan Müslümanları makus talihlerini eğitim üzerinden kırmak istemişlerdir. 1857 tarihinde Müslüman-Hindu kırılımından sonra Müslümanlar aradaki boşluğu doldurmak için eğitim seferberliğine başlamışlardır. Bununla birlikte kırım sonrası bu alanda üç ekol doğmuştur.
Bunlardan birisi Taliban’ın da bağlı bulunduğu Güney Asya’nın Ezher’i kabul edilen Diyobend Medresesi’dir. Diyobend Köyü’nde kurulduğundan dolayı bu ismi almıştır. Zamanla bir ekol ve bir gelenek haline gelmiştir. Hindistan Müslümanlarının omurgasına dayanmaktadır. Hanefi-Maturidi mezhebi Nakşibendi-Çişti ve Kadiri gibi tarikatlara intisap eden bu ekol geleneksel ekol olarak bilinmektedir. 1866 tarihinde kurulmuştur. Kurucusu Muhammed Kāsım Nânevtevî (Nanaotevi) olarak bilinmektedir. Bazen bu ekole mensup medreseler arasında organik bir ilişki bulunmayıp sadece tarzda ve müfredatta ortaklık vardır. Mensupları Diyobendi olarak anılmaktadır. Hindistan’da zamanla Aligarh ile Daru’l Ulum arasında bir sentez teşkil eden Nedvetü’l ulema çağı da kucaklaması açısından daha fazla öne çıkmıştır. Alifgarh ise daha ziyade modernisttir ve Müslüman köklerine yabancılaşmıştır.
Peştun gelenekleriyle Diyobend ekolü daha iyi kaynaşmıştır. Sofistike olmaktan uzaktır. Her ne kadar bu ekolün Şah Veliyyullah Dihlevi’ye uzandığı söylense de bu belki daha da fazla Nedvetü’l Ulema için geçerlidir.
Şah Veliyyullah Dihlevi Hindistan’da ekoller açısından adeta bir kavşak noktasıdır. Sufiler için Cüneyd-i Bağdadi ne ise Hindistan’da Sünni gelenek için de Şah Veliyyullah Dihlevi o’dur. Kavşak noktasıdır.
Osmanlı’nın yıkılma sürecinde Hilafet hareketi gibi hareketler üzerinden Hindistan Müslümanları etkili olmuştur. Şeyhü’l Hind olarak da anılan Mahmut Hasan ed Diyobendi, Şerif Hüseyin hareketi ve İngiliz desiselerine karşı Bab-ı Ali’yi desteklemiştir.
Bununla birlikte Hindistan’daki merkez yani Daru’l Ulum siyasi tavırlarında zamanla daha yumuşak bir zemine kaymış ve Taliban veya Afgan Diyobendileri’nden biraz farklılaşmıştır. Kısaca Taliban’ı sadece amelde Hanefi mezhebi veya akidede Maturidi mezhebi hatta Diyobendi ekolü ile ele almak, anlamak ve tanımlamak mümkün değildir. Ona Peştun geleneklerini de katmanız gerekir. Diyobend ekolü Emanullah Han’ın 1928 yılında indirilmesinde de etkili olmuştur. Emanullah Han’ın Kemalizm’den mülhem inkılaplarına veya reformlarına karşı çıkmışlardır.
Güzel bir yazı