Bir uluslararası etkinlik vesile oldu, yolumuz Katar’a; başkent Doha’ya düştü. Çok uzun değildi seyahat, birkaç gün idi ancak ne yalan söyleyeyim daha fazlasına da gerek yoktu. Arap Yarımadası’nın doğu burnunda adı büyük kendi küçük bu memlekette fazla görecek bir şeye rastlayamadık. Lakin gariptir, anlatılacak da çok şey var buraya dair. Aslında tam da bu noksanlıktan ötürü var. Bir şeyler eksikti Katar’da, bir şeyler yapaydı. Garip bir memleketti…
Bu bir gezi izlenimleri yazısı olmalı, ağdalı Katar yergileri yapmayacağım. Derin felsefi çıkarımlar da… Ama izlenimleri paylaşırken ufak ufak ağızda kalan garip tadı aktaracağım aralarda. Çünkü başka türlü eksik olacak bu yazı.
Katar’da (tüm Arap emirlikleri gibi) sizi karşılayan ilk şeyin ne olacağını tahmin edebiliyorsunuzdur: İhtişam ve gösteriş. Ne de olsa ülkesini dünyaya pazarlama tutkusuyla yanıp tutuşan bir yönetimden ve dünyanın en zengin 3. ülkesinden bahsediyoruz. Şehir parıldıyor, her tarafta lüks jipler boy gösteriyor. Çöl iklimi ve ruh halinin ışıldayan “modern” bina ve komplekslerle harmanlandığı Doha ilk anda insanı şaşkınlıkla karışık bir idrak edememe haline sokuyor. Havalimanından merkezine kadar olan yolculukta (bir kısmı gerçekten estetik olan) birçok devasa yapıyla, gıcır gıcır yollarla şehir size merhaba diyor. Kesintisiz bir yerleşim olduğunu söylemek zor. Zaten İstanbul’dan giden bir ziyaretçi için ilginç hislerden biri bu: Devasa şantiyeler veya yerleşim alanları gördükten sonra bir anda uçsuz bucaksız bir kum rengi etrafınızı sarabiliyor. Ve sonra tekrar tekrar bu dönüşüm yaşanıyor. Şehir size iki modu kısa aralıklarla sunuyor.
Hayat inşaatlara ve AVM’lere odaklanmış durumda
Biz genç nesiliz, gökdelenlerden yola çıkıp tipik bir beton yığını eleştirisi yapmak biraz yapay ve klişe bir tavır olur. Ben de samimiyetle yapıların bir kısmından etkilendiğimi ve ihtişamın hoşuma gittiğini söyleyeceğim bu yüzden. Benim ağzımda kötü veya eksik bir tat bırakan bizatihi yapıların kendisinden çok arkasındaki zihniyet, insanlar… Parçaları birleştirip tam betimleyemeyeceğim ancak her bir parçanın da arkaplanda birbiriyle ilişkilendiği ortak bir zihniyetin günlük hayatın her alanına nüfuz ettiğini söyleyebilirim. İşte tam tarif edemeyeceğim ama bana eksik kalmışlığı hissettiren de buydu aslında.
Biraz netleştirelim dediklerimi. Mesela sokaklar bomboş, toplu taşıma zaten neredeyse yok. Kimse İstanbul gibi bir şey beklemiyordu ancak abartısız bomboş. Sanki birileri koca gökdelenleri, stadyumları dikip de kaçmış gibi. Mesela araba koltuklarındaki jelatinleri sökmeden dolaşan bir sürü insan var. Tek başına üzerine kompozisyon yazılacak bir vaka… Hayat inşaatlara ve AVM’lere odaklanmış durumda. Başka bir sosyal hayat yok. Bazı konularda (özellikle şer'i) çok katı kurallara sahipler ama biraz gözlemden sonra her şey çok da sembolik gelmiyor değil. Derin bir husus, gezi yazısında daha fazlasına girmeyeceğim. Ülkede doğru dürüst idari bir teşkilat yok. Petrol zengini yöneten bir güruh (ve tabi ki kraliyet ailesi) ve onların istihdamında göçmenler var. Ülke nüfusunun yüzde 80’i göçmen, bilhassa Asyalı. Etkinliğimizin açılış seremonisinde kraliyet ailesinden birkaç kişi ile tanışma imkanı bulmuştum; onlar dışında hiç orijinal Katarlı ile tanıştım mı emin değilim.
Yüzde 20’nin para saçtığı, evlerine hizmetçiler doldurduğu; göçmenlerin tüm hizmet yükünü üstlendiği değişik bir popülasyon söz konusu. Ama şu da söylenebilir ki pek reel bir üretim yok. Ülke, kapital bolluğuna dayanarak hizmet sektörü ve tüketim üzerine inşa edilmiş bir ekonomiye sahip. Zaten reel bir piyasaları olduğunu da söylemek güç, genelde kraliyet ailesi ve zenginlerin Qatar Foundation gibi büyük bütçeli organizasyonlarla dizayn ettiği bir ekonomik döngüden bahsediyoruz. Petrol sermayesi herhangi bir üretim projesine veya yatırıma akmıyor. Lafı uzatmadan söylenebilir ki, üretemeyen ancak tüketen, tüketmesi istenen bir toplum oluşturulmuş. Bu kadar pazarlama çabasının da mantığı bu. Örneğin, 2022 Dünya Kupası için eşi benzeri görülmemiş bir hazırlık içindeler. Hatta bizim katıldığımız etkinlik de dolaylı olarak Katar’ın spor faaliyetleri aracılığı ile yaptığı pazarlama politikasına dayanıyordu. Dünya Kupası meselesi inanılmaz bir şova dönüşmüş durumda. Aslında tüketime bu kadar dayanmış bir ülke için bu şovların zaruri olduğu da bir realite.
Büyük olmakla büyük gözükmek arasında
Katar’a dair bir diğer altı çizilecek nokta da dünya politikasında söz sahibi olma isteği. Son yıllarda bilhassa Ortadoğu’daki her meseleye müdahil olarak bölgede önemli bir aktör olma arzusunda olduğunu gösteren Katar yönetimi (kraliyet ailesi) hem spor organizasyonları gibi şovlarla bir kamu politikası uygulayarak, hem de bütçesinin ciddi bir miktarını uluslararası ilişkiler bağlamında finanse edeceği ülke veya mercilere ayırarak ciddi bir sıçrama yapmaya çalışıyor. Bu sebeple adı büyük kendi küçük ülke demiştim. Katar yönetiminin bu tutkusunun analizini politika uzmanlarına bırakıyoruz ancak bunu vurgulamamın sebebi mevcut mantalitenin günlük yaşama etkisini göstermekti. Ciddi bir şekilde “Katarlılık” vurgusu yapılıyor ve büyük Katar’ı oluşturmanın yolu ihtişama teşvikten geçiyor adeta! O kadar ki koca gökdelenler inşa edilmiş, içi boş. Süs olsun diye. Abartı yok, aynen bu yapılıyor. Bilmem bağlantıyı kurmak için daha örneğe ihtiyaç var mı…
Hep izlenim ve değerlendirme oldu ancak hiç mekanlardan bahsedilmedi, nasıl bir gezi yazısı denebilir. Ancak söyledim, özel olarak dikkat çeken çok fazla yer yoktu. Katar Ulusal Müzesi, yeni stadyumlar, Souq Vaqıf ve Kordon gerçekten hoşuma giden dört mekan oldu. Ulusal Müze, çok güzel bir yerde konumlanmış, ferah bir müze. İslam medeniyetine dair nadide eserler mevcut. Souq Vakıf ise gerçekten çok etkileyici diyebileceğim tek yerdi. Tarihi bir çarşı Souq Vakıf. İçinde mağazalar, nargileciler, restaurantlar, galeriler yer alıyor ancak dokusu pek bozulmamış. 1001 Gece Masalları atmosferinde, tatlı bir rehavet içinde keyifli zaman geçirilebilecek bir yer. Katar’a dair en sevgiyle yad edeceğim yer sanırım.
Kendi küçük adı büyük ülke Katar… Büyük olmakla büyük gözükmek arasında sıkışmış… Aynı zamanda insanoğlunun tutkularının (belki ihtiraslarının) çölde dahi nasıl yeşerebildiğini gösteren bir memleket. Yolunuz düşer de birkaç gün uğrarsanız herhalde hissettiklerim konusunda yalnız kalmayacağımdır.
Deniz Baran yazdı