Hayatı boyunca yolcu olan bir zattır Bediüzzaman Said Nursi. Hatta hayatına sığmayan yolculuğu vefatından sonra da devam etmiştir. Dirisini sürgün eden zihniyet cansız bedenini de oradan oraya sürmüştür. Canlıyken binemediği uçağa cansız olarak binmiştir Bediüzzaman.
Said Nursi’nin vefatına bir Fatihaya vesile olsun diye biraz değinelim istedik. Bediüzzaman bilindiği üzere hayatı boyunca İslam davasından bir adım geri dahi atmamakla türlü işkencelere, hapislere ve sürgünlere maruz kalmıştı. Hayatının son demlerinde Isparta’da kısmi özgürlüğüyle ikamet ettiği sıralarda, vefatından birkaç gün evvel yanındakilerden hasta haliyle Peygamberler şehri Urfa’ya götürülmesini istirham eder.
Isparta’dan ayrılışını duyan polisler durumu Ankara’ya haber verir ve yukarıdan gelen emir doğrudan Isparta’ya geri dönmesidir. Lakin Urfa’ya gitmek durumundadır. Zira vefat edeceğini hissetmiş ve orada bulunmak istemektedir. Urfa’da bir otelde istirahat eden Bediüzzaman 23 Mart/ 27 Ramazan günü Kadir Gecesinde Hakk’ın rahmetine kavuşur, dar-ı bekaya irtihal eder. Yakın talebeleri Üstadın Isparta’ya gömülme arzusunu ve mezarının gizliliğinin korunması vasiyetini bildikleri için oraya götürmek isterler lakin otele akın eden Urfa ve çevre şehirlerdeki Nur takipçileri kesinlikle bırakmazlar. Üstadın talebeleri ise mecburen oraya gömmek durumunda kalırlar.
Halilürrahman dergahına gömülen Bediüzzaman yazdığı vasiyetnamesinde belirttiği gibi mezarının bilinmesini istememiştir. Halk kabir ziyaretini bir kısım bidatlerle suistimal ettiği için ve hayatı boyunca şöhretten kaçan bir insanın ölümünden sonra da şöhrete maruz kalmaması için bunu istememiştir. Lakin vaziyet Bediüzzaman’ın mezarının alenen bilindiğini gösterir. Görünüş öyledir lakin kader ne tayin etmiştir?
Kabrinin gizliliği vasiyeti yerine geldi
Bediüzzaman Urfa’ya gelmeden önce Urfa’da 3,5-4 ay duracağım demiştir. Fakat geldikten birkaç gün sonra vefat etmiştir. Yine de Üstad sözünde doğruluğu korumuştur. Çünkü tam 3,5-4 ay sonra hükümete yapılan darbe sonucu eski istibdat zihniyeti Bediüzzaman’ın kabrine olan şiddetli ilgiden rahatsız olarak cenazesini oradan -Said Nursi’nin kardeşine zorla imza attırarak- bir gece vakti taşımıştır. Uçakla Afyon'a kadar taşınan cenaze, Afyon'dan ambulans ile Isparta’da bir mezarlığa belli olmayacak şekilde tabutuyla birlikte gömülür. Sene 1960, aylardan Temmuz.
Aradan dokuz yıl geçer. Bir Nur talebesi vefat eden akrabasının çocuğuna kabir kazarken bir de ne görsün. Bir tabut! Cenazeler tabutla gömülmez ya. Tabutu açar bakar, Bediüzzaman. Sanki canlı gibi cesedi hiç çürümemiş. Durum Bediüzzaman’ın has talebelerine haber verilir ve Bediüzzaman Isparta’nın Sav kazasında gizli olarak bir mezarlığa taşınır. Kabrinin bilinmesini istememesi muvakkaten gerçekleşir.
Aradan 22 yıl geçer. Sene 1991. Sav’da gizli olarak gömüldüğü bir mevkide bir şekilde başkasına mezar kazılırken tekrar keşf olunur. Durumu tekrar haber alan talebeleri bu sefer yine sadece birkaç kişinin bildiği bir yere gömerler. Halihazırda hâlâ bu bilinmezlik devam etmektedir. Nitekim Bediüzzaman Urfa’da üç buçuk-dört ay kalmış, kabrinin gizliliği vasiyeti yerine gelmiştir.
Aslında Bediüzzaman kaleme aldığı ve imzası niteliği taşıdığı şiirimsi bir yazının başında bizlere mezarına ve vefat yılına dair şöyle haber vermişti:
“Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said'den yetmiş dokuz emvat bâ-âsam âlâma.
Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş.”
Toplamda 3 mezar değiştirerek –bilindiği kadarıyla- dördüncüsüne gömülen bir cenaze. Hayatında nadir kimselerin maruz kaldığı sürgünlere, vefatıyla da maruz kalan bir alim. Yaşamıyla seyyah, ölümüyle seyyah. Yaşamıyla bize rehber olduğu gibi vefatında dahi rehber olan Bediüzzaman’a tabi ki mezarını bilmediğimiz için bir Fatihayı esirgemeyelim. Zira nerede olursa olsun bizim Fatihalarımız ulaşacaktır.
Melih Turan yazdı