İnsan sevdiğini, sevdiği üzerinden anlatırmış. Sözümüzün demi Sultan Veled Hazretleri olsa da, Hazreti, muhterem peder-i âlileri Hazret-i Pir-i Deskir’ü Münir Mevlana Celaleddin-i Rumi Kuddise sırrahul-âli Efendimiz’e işaretle anlatmak yerinde olacaktır. Öyleyse sözün demi Sultan Veled’e varmadan, Hazret-i Mevlâna Celaleddin-i Rûmi’den destur alalım.
“İnsanların bana en çok benzeyenisin”
Malum-u âliniz, insan sevdiğine sevgisini farklı şekilde izhar etse de bunların en güzeli sevdiğine benzemeye çalışarak yapılanıdır. Bütün Müslümanlar, tüm insanlık içinde en çok Cenab-ı Peygamber Muhammed Mustafa’yı severler ve sevgilerinin bir karşılığı, dile gelişi olarak bu sevgiyi izhar ederler. Bu izharların en güzeliyse, onun sünneti seniyyelerini hayatlarının her alanına tatbik ederek olanıdır. Bir de bunun dışında bedenî bir güzellik vardır ki, yaradılışta Allah’ın insana bahşettiği bir husustur bu. Hz. Hüseyin Efendimiz’in ve Hz. Hasan Efendimiz’in Cenab-ı Rasulullah Efendimiz’e fiziken de ne derece benzedikleri, bunun en güzel göstergesidir.
Tıpkı bu şekilde, Hazret-i Mevlana Celâleddin-i Rûmi Efendimiz’e hal ve hareket yönünden benzemeye bir ömür gayret eden ve bu gayretiyle Cenab-ı Rasulullah Efendimiz’e olan yakınlığın artmasını uman Sultan Veled Efendimiz, peder-i âlileri Hazret-i Mevlana Efendimiz fiziken de pek benzerlerdi. Bu hususta Hazret-i Mevlâna Efendimiz, “Sen insanların iç ve dış yaratılışları bakımından bana en çok benzeyenisin.” buyurmuşlardı. Sultan Veled Efendimiz’de peder-i âlileri hakkında: “Hz. Mevlâna’dır evliya kutbu bilin/ Ne kim ol buyurdu ise anı kılın/ Allah’dan rahmettir anın sözleri/ Körler okusa açıla gözler” buyurmuştur.
Doğru bilinen büyük yanlış
Toplum olarak Hazret-i Mevlana’yla ilgili pek çok yanlışımız olduğu gibi Sultan Veled Efendimiz Hazretleri’yle de ilgili pek çok yanlışımız vardır. Mevlevilik bir tarikattır. Hz. Mevlana’dan babasına ve mürşidi olan Seyyid Burhâneddîn Muhakkik-i Tirmizi’ye ve onlardan Necmeddîn-i Kübrâ’ya, oradan tâ Cüneyd-i Bağdâdi’ye, oradan Resûlullah Efendimiz’e kadar uzanır. 17 Aralık 1273, 5 Cemâziyelâhir 672 günü, akşam ezanına on dört dakika kala Hazret-i Mevlana Efendimiz âlem-i cemâle intikal etmiştir. Bu intikâlden hemen sonra, “kral öldü yaşasın yeni kral” mantığıyla değil; ahâli sahipsiz kalmasın, gönüllerde boşalan yere şeytan yerleşmesin diye Hazret-i Pîr’in yerine Kerîmüddîn Bektemür kâim makam olmuştur. Bundan çok kısa bir süre sonra Çelebi Hüsâmeddîn Hazretleri postnişin olarak görevi devralmıştır ve on bir sene sonra yerine Sultan Veled Hazretleri geçmiştir. Yani durum, topluma ezberletildiği gibi ‘Hz. Mevlana göçünce, Sultan Veled geldi’ değildir.
Bunun yanısıra, Cumhuriyet uleması tarafından topluma ezberletilmiş olan “Hazret-i Mevlana Mevleviliğin kurucusu değildir, Mevleviliği Sultan Veled kurmuştur” lâkırdısı da doğru bilinen büyük yanlışlardan biridir. Pîr, tasavvufta tarikatın içtihâdını yapan zat demektir. Nasıl ki fıkıhta içtihâd yapanlara imam deniyorsa, tarikatta da içtihâd yapanlara pîr denir. Bu minvalde, vaktiyle ortaya atılan laflar cahilcedir. Mevleviliğin bir tane pîri vardır, Hazret-i Mevlana’dır. Sultan Veled Efendimiz Mevleviliğin kurucusu, piri değildir. Mevlevilikte kol da yoktur, dolayısıyla müctehid sadece bir tanedir. Ancak karıştırmamamız gerekir, Âsitâne olan Konya Dergâh-ı Şerîfi’nde postnişin olan çelebilerden iki tanesi, isimlerinin başına pir kelimesi konularak anılırlar. Pir Âdil Çelebi Hazretleri ve Pîr Hüseyin Çelebi Efendi Hazretleri. Bu iki muhterem, Mevlevilikte kol yahut şube tesis etmemişlerdir ancak tarikatte ziyâdat yapmışlardır. Bugün ki Mevlevi âyin-i şerîfinin şeklini tayin eden, 18. postnişin olan, aynı zamanda Konya’da Kapı Câmii olarak bilinen câmiyi yaptıran Pîr Hüseyin Çelebi Efendi Hazretleri’dir, Sultan Veled Efendimiz Hazretleri değildir.
Sultan Veled de Hz. Mevlana gibi şiiri perde kıldı
İnsan sevdiğini, sevdiği üzerinden anlatır dedik. Sultan Veled Efendimizi de şüphesiz kendilerinin de en çok sevdiği Hazret-i Mevlâna üzerinden anlatmakla gücendirmiş olmadık. Hazreti Mevlana’yla ilgili pek çok yanlışın ezbere konuşulduğu toplumumuzda doğrudan Sultan Veled ile ilgili birçok yanlış da farkında olunmadan ezberleniyor. Bir nebze olsun bunlara dikkat çekerek yanlışı düzelten olalım dedik.
Hazret-i Mevlana’ya ait olarak bilinen ancak Mesnevi-i Şerif’te, Divan-ı Kebir’de ve diğer hiçbir eserinde bulunmayan ama Hz. Sultan Veled’e ait olan iki beyitle hem Sultan Veled Hazretleri’nin hem de Hazeret-i Mevlana’nın hakikati şiirle yoğurarak nasıl dile getirdiklerine bakalım:
Şi’r çi baş ed ber men tâ kî e’zân lâf zenem
Hest merâ fenn-i dîger gayr-i fünûn-i şuerâ
Şi’r çu ebrî-est siyeh men pes ân perde çi meh
Ebr-i siyeh râ tü mehân mâh-i münevver be semâ
(Nedir ki şiir? Ben ondan söz edeyim ve meşgul olayım onunla..? Bende şiir söylemek ve edebiyatın üzerinde bir başka ilim var. Şiir bu ilim ve söylediklerim önündeki siyah bir perde. Tıpkı bir bulut gibi… Söylediklerimse o siyah bulut ardında gizli bir ay. Sen sakın ola o siyah buluta gökyüzünde ay deme.)
Anlıyoruz ki gerek Sultan Veled Efendimiz gerekse de Hazret-i Mevlana Efendimiz, şiiri, söyleyecekleri hakikatler için yalnızca bir aracı tayin etmişler. Hakikati dile getirmenin en güzide şekillerinden biri olan şiiri ne de güzel aracı eylemişler.
11 Kasım 1312’de âlem-i cemâle göçen Sultan Veled Efendimizi, sene-i devriyelerinde aşkla ve gerek yolu gerek hakkında yanlış bilinenleri düzeltmek adına hatırlatmaya çalıştık. Umarız ki doğru yapmış olalım…
Metin Erol yazdı