27 Mayıs romanları
Murat Koç Temmuz dergisinderoman inceleme yazılarına devam ediyor. Derginin Şubat 2018 tarihli 19. sayısında MuratKoç “27 Mayıs Romanları” üzerine yazmış. Sadece romanlar ele alınmıyor yazılarda. 27 Mayıs öncesi ve 27 Mayıs’a giden yol ayrıntılı olarak anlatıldıktan sonra romanlara geçiliyor. Sami Kocagöz’ün İzmir’in İçinde, Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına, Sevinç Çokum’un Karanlığa Direnen Yıldız ve Atilla İlhan’ın romanları ele alınıyor yazıda.
Tespitler dikkat çekici. Sami Kocagöz’ün İzmir’in İçinde romanı için Murat Koç’un şu yorumu önemli: “27 Mayıs cuntacıları uğraşsa bundan daha iyisini yazamazlardı herhalde.”
Sevinç Çokum’un Karanlığa Direnen Yıldız romanı içinse şu önemli tespit yapılıyor: “Dönemin tahlili yeteri kadar yapılmış olsa da romanın en önemli eksiği rejimin ulusçu-militarist karakterinin Kemalizm’de nasıl kodlandığını anlatma ihtiyacı duymamış olmasıdır.”
Minareden saat kulesine geçip gidiyor zaman
“Zamanla yarışı öğütleyen modern muhayyile, vaktin sınırlı olduğunu söyler, sınırlı zamanda sınırsız iş yapmayı koşullar. Ancak sınırlı zamanın son sınırında neyin başlayacağını, nereye varılacağını bize söylemez.” diyor Mustafa Yılmaz “Minareden Saat Kulesine Zamanın Seküler İnşası” adlı yazısında.
Zaman kavramı üzerinde duruluyor yazının girişinde. Felsefi açılımlar sunan bir giriş bu: “Fiziksel zaman ontolojiktir, felsefi zaman ise zihinseldir.” “Zihinsel zaman bir anlamlandırma işidir.”
Daha sonra Müslüman saatinden bahsediyor Yılmaz. Minarelerden beş vakit zamanınızı işaretleyen çağrıdan. “Ahirete ayarlı bir zaman bilinci ile hareket etmek, zamana ahiret aşısı yapmak demektir.” Zamanın minarelerden saat kulelerine geçtiği modern zamanlar ve şehirlerin çan sesleriyle tanışması da yazıda değinilen konular arasında.
Biko’yu Kudüs’te görmüşler
“Geçen Biko’yu Kudüs’te görmüşler / Sesinden bilenmiş çocuklar saçıyorken ortaya / Yirmileş cani baş edemiyormuş” Yunus Emre Altuntaş, “Apartheid” şiirinin her dizesinde biraz daha biliyor direncimizi. Sanki bir ordu insan yola düşmüşüz de gümbür gümbür Kudüs’e gidiyoruz. En önde Âlemlerin Efendisi.
Yunus Emre Altuntaş’tan bir şiir okuyorsanız uçsuz bucaksız bir coğrafyaya kucak açtınız demektir. Mazlumun sesine ses, yüreğine derman olur her cümle. Apartheid, şiirin dizeleriyle nesir cümlelerini sımsıkı kuşanmış bir metin. Şairin sözü gücünü imanından alıyor. “İşte burada başlar insanın hikâyesi. Merkezinde dünyanın bir kendisi, alemin efendisi.” Irkçılığa, dünyanın siyah ve beyaz rengine Steve Biko yüreğiyle karşı koyan bir şiir bu.
Temmuz dergisini okumakta fayda var. “Güzelliği putlar deviren çocuklarız biz” diyen bir yüreklilikle selamlıyor bu dergi okurlarını.
Lale Devri’nin baş mimarı Mehmed Ağa
Kayseri’de çıkan Şehir Kültür Sanat dergisi şehrin nabzını tutmaya devam ediyor. Şubat 2018 tarihli 14. sayısında Lale Devri’nin Kayserili baş mimarı Mehmed Ağa konulu bir yazı ile açıyor dergi sayfalarını. Doç Dr. Şerife Tali’ye ait bir yazı bu.
Mimar Sinan gibi Kayserili olan Mimar Mehmed Ağa, pek tanınan bir isim olmasa da ortaya koyduğu eserler ile bir devrin çehresi olmuş. Sâdâbâd Sarayı, Üsküdar’daki III. Ahmed Çeşmesi bunlardan bazıları. Şerife Tali, Mehmed Ağa’yı Lale Devri’nin şartlarını da göz önünde tutarak anlatıyor. Yaptığı eserlerden bıraktığı ize kadar birçok ayrıntı var yazıda: “Mimaride çiçek açan, Lale Devri’nin baş mimarı olan Mehmed Ağa belki Kayseri’de Mimar Sinan kadar tanınmasa da Osmanlı mimarisinin bir dönemini biçimlendiren, çok önemli eserler meydana getiren ve bu döneme eserleri ile imzasını atan Osmanlıda çok iyi tanınan bilinen bir ustadır.”
Dursun Çiçek’ten görsel okumalar
Dursun Çiçek portresi çizilecek olsa onu mutlaka kitapların ve doğanın ortasında çizmek gerekir. Hayatın anlık sahnelerini objektifinde biriktiren bir seyyahtır aynı zamanda. Çiçek, dergide bir yayla havasına davet ediyor okuyucuyu. Erciyes’in yaylalarından Sütdonduran’ı yazmış Şehir dergisinin bu sayısında. Görsellerle de desteklenen yazıda soğuk iliklerimize işliyor adeta.
Çadırına misafir olduğu Hasan Emmi’den öğreniyoruz Sütdonduran’ın hikâyesini. Aynı isimli tepeden adını alan bir yayla. İsmiyle müsemma bir yayla burası. Gündüz sağılan sütün ertesi sabah buz tutmasından dolayı Sütdonduran dendiği rivayet ediliyor. Hikâyeleriyle, pınarlarından çağlayan buz gibi sularıyla Erciyes’in zirvesi bir türküyü rüzgârın eşliğinde söylemeye devam ediyor: “Koyunların ve keçilerin türküsü kuşların şiirine karışırken Sütdonduran’da rüzgâr çok hoyrat esiyor. Uzaktan görünen çadırlarımız şehirlerde görünen kutu evlerimizden her şeye rağmen daha güzel görünüyor.”
Tarihten Kayserili annelerimiz
Talha Uğurluel ile yapılan bir söyleşi de var Şehir dergisinde. Söyleşiyi Mustafa İbakorkmaz yapmış.Uğurluel’in özel ilgi alanlarından biridir Selçuklular’ın nefes alıp verdiği her coğrafya. Kayseri’nin de Selçuklu döneminin oldukça önemli bir merkezi olmasından dolayı ilgi çekici açılımlara zemin hazırlıyor söyleşi.
“Ben tarihteki Kayserili annelerimize hayranım.” diyerek başlıyor söyleşiye Uğurluel. Alaeddin Keykubat’ın hanımı Mahperi Hunat Hatun’dan başlayarak tarihteki yerlerinden, yaptırdıkları eserlerden örnekler veriyor. Ufuk açıcı bir söyleşi. Kayseri’nin ilim irfan yönünden tarihteki yerine bu alanda ortaya konan eserlerle açıklık getiriyor Uğurluel.
Modernizme karşı tarihi ayakta tutmanın ipuçları da var söyleşide. Özellikle Kayseri gibi tarihin birçok dönemine tanıklık etmiş bir şehir için bu ifadeler dikkatle not edilmeli: “İç kaleyi gezdim. Fatih Mescidi orada duruyor. Sonra dış kale duruyor. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın Vezir Hanı restore ediliyor. Burada yapılacak şey şu; eskiye ait ne varsa ortaya çıkarıp son bir yüzyılın pejmürde, gecekonduvari yapılarının hepsinden o eski şehri arındıralım.”
Kudüs’le bağımız kopmasın
6. sayısına ulaştı Bûtimar dergisi. Terennüm ettiği eşsiz nağmelerine devam ediyor Bûtimar bir deniz serinliğini içinde taşıyarak. Dergiye katılan yeni isimler oluyor her sayı. Bu bir dergi için zenginliktir. Yeni sayıları merakla bekleniyor derginin. Bu da iyiye işaret.
Şeyma Subaşı 6. sayıda Ayşe Sevim ile bir söyleşi gerçekleştirmiş. Eline aldığı her işi özenle hazırlar Ayşe Sevim. Bu söyleşi de aynı titizlikle bir nakış edasıyla dokunmuş. Ayşe Sevim’in ilk şiir kitabı Taburcu’yla başlıyor söyleşi. Subaşı da sorularında kitaptaki birçok şiir üzerinden şairin serüvenine dokunuyor. Daha sonra İşlenmiş Suç kitabına geçiyor sohbet. Aynı hassas dokunuşlar bu kitap için de geçerli.
Ayşe Sevim duyarlılığı yüksek şairlerden. Kendi çevresinden başlayarak dünyaya açılan bir duyarlılık bu. Söyleşide de bu hassasiyet dikkat çekiyor: “Dünyanın bir ucundaki problemi halletme imkânımız yok. Ama çevremizdeki sorunu halletmek mümkün. Meselâ Kudüs’le alâkalı bir hassasiyetimiz var toplum olarak, bu çok güzel bir şey; eskiden olmayan bir şey. Fakat bizim ailecek kendi hayatımızın bir Kudüs’ü olmalı. Senin ailen senin Kudüs’ün olmalı. Ailenin huzuru, çocuklarının seyrettiği şeyler, ya da işyerin senin Kudüs’ün olmalı.”
Derginin bu sayısındaki Kudüs hassasiyeti kapaktan başlıyor aslında ve derginin içine büyük bir titizle yerleşiyor. Ayşe Sevim’in de bu konuda dikkat çekici açıklamaları devam ediyor: “Ben çok uzak durdum yıllarca. Çünkü Kudüs, belli bir grubun tekelinde gibiydi. Sonra Kudüs’e gitmek nasip oldu. Orada bir arkadaşımın söylediği bir şey vardı. Hakîkaten çok doğru bir tespit. Dedi ki Türkiye’deki herkesin burayla bir bağlantısı var, bilsin ya da bilmesin. Hatta dünyadaki bütün Müslümanların burayla bağlantısı var, hayatında Kudüs olsun olmasın. Yaptığımız her hareketin orada bir yansıması olduğunu orada fazlasıyla hissettik.”
Ayşe Sevim’in daha birçok konudaki ve özellikle çocuk edebiyatı konusundaki ruha şifa sözleri Bûtimar okuyucularını bekliyor.
Yunus yolunun bir dervişi Mustafa Özçelik
Bûtimar dergisinde Mustafa Özçelik üzerine bir yazı kaleme almış Mahmut Bıyıklı. Mustafa Özçelik demek Yunus, Âkif, Mevlana demektir; gönüllerden kurulu bir köprü ile diyar diyar gezen derviş demektir.
Mahmut Bıyıklı, “Yunus’un İzinde Bir Kalem Dervişi” adlı yazısında bizlere Mustafa Özçelik portresi çiziyor. Samimi bir yazı bu. Bıyıklı, bir dost içtenliğiyle anlatıyor Özçelik’i: “Kompleksi yoktur. Bazı çevrelere şirin gözükmek için takla atanlardan değildir. Takla atmayı bilmediği gibi hava atmayı da bilmez. Konjonktüre göre değişmeyen sağlam bir duruşu vardır. Kırmızı çizgisi olanlardandır. Vatan, Millet, Ehli Sünnet çizgisinin hayatî önemine vâkıf, bu noktada tavizsiz bir bakış açısına sahip olan güzide aydınlarımızdandır.”
“Mavera okulunun naif talebesi” Mustafa Özçelik de var kitapta. Sözüyle, duruşuyla bir şair. “Yolcu” adlı bir şiiri yer alıyor Özçelik’in dergide. Doludizgin bir yolculuğa davet eden bir şiir bu. Gönlünü muhabbetle doldurmuş bir yolcunun şiiri. Her şeye hazırlıklı: “Toprağın saadetinden / Dağı içine taşı / Toprağı anlamlı ve onurlu kılan / Sırra dokun / Sonra şehre öyle gir”
İlk gençliğe bilet
Aysun Bahar Asar’ın yazdıklarını dikkatle takip ediyorum. Ruha hoş gelen, esenlik sunan metinler yazıyor. Kendini de okuyucuyu da yormuyor. Yokuşa sürmüyor cümleleri. Gönlünden düştüğü gibi yazıyor. Hayatın içinden, sıcaklığını kaybetmemiş yaşanmışlıklar bunlar.
Bir babanın gençlik yıllarına çıktığı yolculuğa şahit olan bir evladın hüzünle karışık iç burkulmalarını yazmış bu kez Asar. Okuyanların da birlikte çıktığı bir geçmiş zaman yolculuğu bu: “Çok gezerdim bu çarşılarda, para yok, bir şey de alamazdım. Bir giydiğimiz paralanana kadar giderdi. Ama her gün gezerdim usanmadan. O zamanlar böyle kalabalık yoktu, belirli bir saatten sonra gezmek imkânsızdı, tekin değildi.”
Okuma parçasının konuğu Sezai Karakoç
Derginin değişmez bölümlerinden biri Okuma Parçası. Sezai Karakoç’un “Gün Doğmadan” şiiri üzerinden bir çözümleme çalışmasına girmesi isteniyor okuyucudan. Şeyma Subaşı’nın esaslı soruları karşılıyor yine bizi. “Okuduğumuzu anladık mı?” bölümünün sorusunu örnek olarak buraya alıyorum:
“-İlgili şiirle alakalı olarak kanayan bu yaraya sebep Süleyman Çobanoğlu’nun Yobazlığa Övgü eserindeki ifadelerinden hareketle, meydanda olup savaşmayan, camianın içinde olup sadece eleştiren, ama taşın altına elini koymayan Müslümanlar mıdır?”
Gedikte yuvalanan kuşun şiiri
Bûtimar’dan son paylaşımım Leyla Marankoz Doğramacı’ya ait bir şiir. Bir akışa sahip, oldukça naif bu şiir Bûtimar’ın havasına yakışmış: “Küçük kapıları eğilmeden geçtiğin safha/ Kapı dedimse, duvarda açılan gedik/ Yarasını dumanıyla örtmeyen yağmur dağı”
Yarın’dan Mehmed Niyazi dosyası
Boşluğu doldurmak deyimini rahatlıkla kullanabileceğim bir dergi Yarın. Bir dergi neden çıkar gibi bir sorunun ardına düştüğüm çok olmuştur. Çünkü memlekette birçok sebepten dergi çıkar ve çıkmaya devam eder. Neden çıktığına anlam veremediğimiz bir söz kalabalığı, zaten büyük bir gürültüye sahip dünyamızda bizi de yorar; emek verenlere de anlamsız bir yorgunluk bırakmış olur.
Yarın dergisi 4. sayısına ulaştı ve her sayısı ile adından söz ettirecek işlere imza atmaya devam ediyor. Özenli bir hazırlık devresiyle okuyucularına arşivlerde uzun yıllar muhafaza edilebilecek sayılar armağan ediyor. 4. sayıda Mehmed Niyazi konulu bir dosya var dergide. Tarihi yaşayarak yazan bir yazar Mehmed Niyazi. Haluk Dursun, İskender Pala, Beşir Ayvazoğlu gibi birçok ismin Mehmed Niyazi hakkındaki sözleriyle başlıyor dosya:
Haluk Dursun onun için “Akyazı’nın alnı ak bir vatan evladı. İstanbul’un kültür mahfillerinde, kütüphanelerinde dolaşan, Dîvan yolunda yaşayan bir Dîvan adamı.” derken İskender Pala, “Her sahnesi vatanseverlik dolu bir dramın baş aktörlerindendir Mehmet Niyazi Ağabey” ifadelerini kullanıyor. Beşir Ayvazoğlu’na göre “Ömrünü mürekkebe adamış fikir adamı” Mehmed Niyazi, Selçuk Küpçük’ün tespitiyle “Türk milliyetçiliği düşüncesini güncelleyen son nesli temsil eder.”
Mehmed Niyazi denince akla ilk gelen romanıdır Çanakkale Mahşeri. Prof. Dr. Abdulkadir Emeksiz Çanakkale Mahşeri kitabının yazılış hikâyesinden başlayarak bu eserin neden önemli olduğu üzerinde duruyor: “Çanakkale nasıl Türk’ün destanı ise Çanakkale Mahşeri de tastamam öyle Türk’ün destanıdır.” “Geçmişini bilenlerdir geleceğini bileceklerimiz. Çanakkale Mahşeri gelecek olsun diye geçmişi anlatan bir romandır, bir destandır, Türk’ün destanı.”
Prof. Dr. Cemal Zehir desamimi bir yazı kaleme almış Mehmed Niyazi’yi anlatan. Çeyrek asırlık bir dostluğu anlatıyor yazısında Cemal Zehir. Bizlere sıradan bir biyografi değil aynı zamanda tek tek eserlerine dair görüşlerinin ve yaşanmışlıklarının da yer aldığı bir belge sunuyor.
Aklın ve kalbin aydınlığında okunmalı Muhammed İkbal
Yarın dergisinin tavrı net; yolumuzu aydınlatan isimleri ön plana çıkarmak istiyor dergi. Durum böyle olunca da gençlik heyecanlarının kırık dökük cümlelerinden daha çok donanımlı metinler karşılıyor okuyucuyu.
Aydın Hız 4. sayıda Muhammed İkbal üzerine yazmış. “Ezilmekte olan Doğu toplumlarının sessizliğine isyan eden ve daldığı derin uykudan onu uyandırmaya çalışan nidanın sahiplerinden biri de Muhammed İkbal’di.” diyor yazısının girişinde Aydın Hız. Bu tespitin içini dolduran ifadeler var yazıda.
İkbal’in yaşadığı coğrafyaya ve dünyaya karşı duruşunu ele almış yazar. Sorumluluğunun bilincinde Batıya karşı direnen bir portre çiziyor Aydın Hız. İkbal’in beslendiği kaynaklar da ayrıntılı bir şekilde yer alıyor yazıda.
Son günler adına
Şiir seçiminde de hassasiyetlerini gözetiyor Yarın dergisi. Çok şiir yok dergide. Dört şiir var, dördü de mesajı olan şiirler. Yavuz Selim Yaylacı’nın “Son Günler Adına”dan bir bölüm paylaşıyorum: “Beni ellerin taşımıyor bir balıkçı yanına, neden?/ Oltaları boş çekiyorsun, kancalar dudak kenarında/ Gözlerine tozdan sebep bir bulanıklık ilişiyor, hissediyorum/ Bacadan giriyor is, sen panjurları temizliyorsun”
Yarın dergisi okuyucularına her sayı bir poster armağan ediyor. 4. sayının posteri Muhsin Yazıcıoğlu’na ait. Bu vesile ile rahmet ve özlemle anıyorum Muhsin Yazıcıoğlu’nu.
Mustafa Uçurum