Kuralsız Fransız
Adı, Franck Ribery.
O bir Fransız. Ama dünyaya ve olaylara Fransız kalmayacak kadar insan.
Çocukluğu, haylazlık ve suç ile kol kola gezdi. Bu yüzden, sevmedi öğretmenleri onu.
Dikiş tutturamayan bir eli vardı; tüm düzenli olandan uzak, anarşik bir sokak çocuğuydu. Belki de tek disiplini futboldu. Futbolun kuralları dışındaki kurallara asla itimat etmedi. Ne zaman ki suç ve kovalamacalardan bıktı araka sokaklarda, en yakın arkadaşlarının dini ile teselli buldu hayta ruhu.
Adı, Franck Ribery.
Bir trafik kazasında yüzünden ciddi şekilde yaralandı. Kimileri, o kaza sonunda Müslüman olduğunu zannetse de, çevresindeki arkadaşları Müslüman idi ve Banliyö 13 gibi mahallelerde yaşayan çocukların öfkesiyle bakıyordu dünyaya. Orta sahada yerini alıp, oyunu kurana kadar uzun süre oyun dışı kalmış bir çocuğun hıncıyla baktı hükmedenlere. Futbolun ve dünyanın kurallarını koyanlara inat, kuralsız oynadı oyununu. Her ne kadar futbolun kuralları olsa da o kuralları zorlayan bir simetri çizdi yeşil sahalarda.
Oyunu Bozan Oyuncu
Cezayir asıllı olduğu bile zannedildi, Zidane gibi. Oysa, bir Fransız da rahatlıkla Müslüman olabilir ve oyunun kuralını bozabilirdi. Hatta, sahanın tam ortasında ellerini gökyüzüne kaldırıp Rabbine dua edebilirdi. Sanki Müslümanların- müslüman sporcuların unuttuğu bir eylemi diriltmişti Allahın Fransızı! Evet, Adı, Franck Ribery. O, Allahın Fransızı. Başkasının değil.
Şu sıralar bir reklam filminde bizlere güzellik ve çirkinlik, başarı ve tembellik arasındaki farkı anlatmaya çalışan bir delikanlı. İyi koşuyor, iyi çalım atıyor, yüzündeki yaradan dolayı yaralı-çirkin yüz olarak bilinse de her gol sonrası duasını ediyor ve dünyanın en güzel gülen insanı olmaya doğru emin adımlarla koşuyor.
"Futbolda başarı kolay değil , tek değilsiniz, herkes rüyalarını gerçekleştirmek için uzun bir yoldan geliyor , nasıl hissediyorsam öyle oynarım, bugün bunu oynarım diye bir oyun setim yok , rakip için tehlike yaratmaya çalışıyorum” Evet, rakipleri için saha içinde de saha dışında da tehlikeli görülen tam bir “baş belası”. Böyle diyor onu izleyenler. Sokaklardan gelen ve dinginliği İslam’da bulan bu genç adam, az gülen, az konuşan, modern bir derviş gibi.
Hacı Ribery Olma Yolunda
2009 yaz başında takımı Bayern Münih Suudi Arabistan’a özel maç için gittiğinde, Hamit Altıntop’u da yanına alıp Kabe’ye giden, umre kıyafeti içerisinde şeytana gol atmış bir mü’min güzelliğinde gülen Franck Ribery bu topraklardan da geçti. Ama, hakkını alamadan gitti. Gazeteler böyle yazdı. Şimdilerde ise sahalarda oyunu bozan adam olarak biliniyor. Birçok Müslüman sporcu Ribery’i suçlayanlara, (Suçu kamusal alanda dua etmek herhalde!) “Kim yaptı?” diye soru soranlara, “Ben yaptım!” diye fırlıyorlar Tatar Ramazan’da olduğu gibi. Ben yaptım! Evet, yeşil sahalarda şöyle kalbimin derinliklerinden gelen bir dua ettim Rabbime! dercesine duruyor orada Ribery. Ama bizler, umreye giden gazete genel yayın yönetmenlerini günlerce konuşuyoruz… İyi veya kötü yapmış, şeytan taşlama sırasında aceba gözlerine taş gelmiş mi diyoruz. Oysa Franck Ribery şeytana papucunu ters giydiriyor bizler günübirlik tartışmalarla boğuşurken.
Adı Franck Ribery. Yaralı yüz. Güzel insan. Dua etmesini bilen bir adem.
Demiştik ya; çocuklar sahaya indi. Ve birileri sahanın kurallarını değiştirmeye uğraşıyorlar, sahaya inmelerini istemedikleri çocuklara inat! Spor centilmenliktir, diyerek bizleri uyutmak isteseler de; maçın doksan dakika ve topun dünya kadar yuvarlak olduğunu unutmamak lazım.
Zeki Bulduk; umre arkadaşım Ribery olsun, diye diye yazdı.