İlim ve İrfan dergisi, Haziran sayısında, insanın, kendini tanıması, nefsini terbiye etmesi ve selim bir kalbe sahip olmasında bir rehbere olan ihtiyacı ele alıyor. Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, kalbimizi kime teslim etmemiz gerektiğini sorguladığı makalesinde, İbn Kayyim el-Cevziyye'nin el-Fevâid'inden nefsin hallerini anlatan güzel bir bölüme yer vermiş. Şöyle: "Sübhanellah. Nefiste, İblis'in kibri, Kabil'in hasedi, Ad kavminin azgınlığı, Semud kavminin tuğyanı, Nemrud'un cüreti, Firavun'un tekebbürü, Karun'un bağiliyi, Haman'ın alçaklığı, Bel'am'ın hevası, Ashab-ı Sebt'in hilesi, Velid bin Muğire'nin inadı, Ebu Cehil'in cehaleti vardır. Yine nefiste, çeşitli hayvan hasletleri de bulunmaktadır. Mesela, karganın hırsı, köpeğin açgözlülüğü, tavusun ahmaklığı, devenin kini, kaplanın sıçraması, aslanın hamlesi, farenin fasıklığı, yılanın kalleşliği, maymunun saçmalığı, karıncanın toplayıcılığı, tilkinin kurnazlığı, pervanenin hafifliği, sırtlanın uykuculuğu. Bu kötü hasletlerden kurtuluş, nefisle mücadele etmekle olur. Bu ise ancak kamil bir mürşidin terbiyesinde bulunmakla mümkündür."
Kâmil mürşid, ayakları üzerinde duramayanların dest-giridir
Prof. Dr. Süleyman Uludağ ise makalesinde, "Mürşid-i kâmil kimdir, ona neden ihtiyaç duyulur?" sorusunun cevabını aramış. Zat-ı Kibriya'dan başlayan kemal ve fazilet akışı, feyezani süreklidir. Öyle olunca, her zaman, Allah Resulü'nün varisleri, halifeleri, naibleri ve vekilleri mahiyetinde kâmil insanlar, mü'minler, dindarlar ve evliya bulunacaktır. Allah Teala, rahmetini, keremini ve nimetlerini kullarına doğrudan ulaştırdığı gibi resuller, nebiler, veliler ve âlimler aracılığıyla da ulaştırmaktadır. İnsan-ı kâmiller, o rahmet ve nimet deryasının her tarafa ulaşmasında vasıtadırlar. Özelde ümmetin, genelde insanlığın hidayete ermeleri, doğru yolu bulmaları bunlar sayesinde mümkün olmaktadır. Bu yolda nasıl yürüneceğini bilmeyenler, emekleme çağındaki çocuklara benzerler. Birilerinin, bunların elinden tutup kaldırmaları ve yürütmeleri lazımdır. Elden tutan kişiye "dest-gir" denmektedir. Kâmil mürşid, ayakları üzerinde duramayanların dest-giridir. Bir veli, Allah Teala'nın sıfat, isim ve fiillerinden nasip ve hisse aldığı nispette kâmil bir mürşid ve kâmil bir insan olur. Sonuçta, Allah'ın ve Resulünün ahlakıyla ahlaklanmıştır. Fakat derecesi ne kadar yüksek ve üstün olursa olsun hiçbir arif veya şeyh, açıkça veya imalı bir şekilde insan-ı kâmil olduğunu ifade ve iddia etmeyecektir. Toplumun ve bireylerin, örnek alacakları insanlara ihtiyacı vardır.
Mürşide olan ihtiyaç, terbiyesi, sözden çok hâl ile olduğundandır
"Rehbersiz kemalat olmaz" diyen Prof. Dr. Süleyman Derin ise, maneviyat rehberini seçerken nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatıyor. İmam Rabbani, Mektubat'ın III. cildinin 25. mektubunda, salikin, farzlar ve revatib sünnetler dışında bütün vaktini zikirle geçirmesini önermektedir. Zira sufiler, ibadetlerle, sadece sevaba girmeyi değil, Allah'a yakınlaşmayı hedeflerler. Ne zaman ki salik, zikir ve evradı ile nefs-i emmarelikten kurtulursa, artık onun terakkisi, bolca Kur'an-ı Kerim okumak olacaktır. Bütün bunları da mevsiminde yapmak çok önemlidir. Yoksa beklenen faydayı vermeyecektir. Tam da burada, sizi yönlendirecek bir mürşid elzemdir. Mürşidin, süluk yolunun her makamının hakkını vermiş olması çok önemlidir, yoksa salikin tüm hallerini anlaması mümkün değildir. İmam Rabbani, bu durumu şöyle ifade etmektedir: "Kâmil ve mükemmil bir şeyhe bağlanmak senin için kibrit-i ahmerdir. Zira onun nazarı ilaç, sözleri şifadır. Böyle olmadığı zaman iş öyle zordur ki, deveye hendek atlatmak bundan daha kolaydır."
Tasavvufi terbiyede şeyhe olan gerekliliğin bir başka nedeni ise tasavvufun sözden çok hâl transferi ile gerçekleşmesidir. Mesnevi'deki “Papağan ve Tüccar” hikayesi, buna güzel bir örnektir. Tüccar, Hindistan'a ticarete giderken herkesle birlikte kafesteki papağana da bir hediye isteyip istemediğini sorar. Papağan da oradaki papağanlara benim durumumu anlat, de ki: "Sizi çok özleyen filan papağan, Cenab-ı Hakk'ın takdiri ile bizde mahpus bulunmaktadır. Size selam söyledi. Sizden yardım diledi. Bir çare, bir kurtuluş yolu bulmanızı niyaz etti." Tacir, Hindistan'ın öte ucuna varınca oradaki birkaç papağana, onun söylemesini istediği sözleri onlara söyledi. O papağanlardan biri, titredi titredi ve yere düştü, nefesi kesildi öldü. Tacir söylediğine pişman oldu. Evine döndüğünde üzülerek durumu ona anlattı. Tacirin papağanı da Hindistan'daki papağanın başından geçeni duyunca titreyerek düştü, kaskatı kesildi. Tacir güzel papağanının da öldüğünü görünce anlattıklarından dolayı çok üzüldü. Ölü papağanı kafesten çıkarıp attı. Fakat papağan aslında ölmemişti, hemen uçup yüksek bir dala kondu. Sonra da hayretler içinde kendini izleyen efendisine şunları söyledi: "Hindistan'daki o kuş bana öğüt verdi ve bana; 'Söz söylemeyi, neşelenmeyi bırak. Çünkü söz söylemen seni kafese koymuştur. Sen de benim gibi öl de esirlikten kurtul!' demek istedi. Ben de öyle yaptım, kurtuldum." demiştir. Hindistan'daki papağan hâl dili ile kendisine örnek olmuştur. Tasavvufta manevi terbiye, hâl transferi ile olunca, bir insanın sırf kitap okuyarak sufi olması da mümkün olmamaktadır.
Gerçek mürşid, sahte mürşid...
Ne var ki mükemmil bir mürşidi bulmak için de dikkatli ve seçici olmak çok önemlidir. Mevlana Hazretleri, sahte mürşidleri, kuşları avlamak için kuş taklidi yapan avcılara benzetmektedir. Zira ruhen düşük, alçak kişiler, saf kişileri kandırmak için velilerin, mürşidlerin sözlerini çalarlar. Gerçek manevi gelişim, gerçek mürşidler elinde olur. Gerçek mürşide ulaşan, onun peşini bırakmamalıdır. Allah Teala samimi bir arayış içinde olanı, gerçek mürşide ulaştıracaktır. Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, dergide yer alan makalesinde, gerçek mürşidin özelliğine İbn Ataullah İskenderi Hazretleri'nin şu sözleriyle atıfta bulunuyor; "Hâli seni uyandırmayan ve sözü seni Allah'a teşvik etmeyen kişi ile beraber olma!"
Hüseyin Kahraman yazdı