Yürümesi bitmeyen bir adam!

Edebiyat dergisinin unutulmayan isimlerinden Ömer Erinç ile yani Duran Boz ile konuştuk..

Yürümesi bitmeyen bir adam!

Duran Boz, Pakdil Ustanın Edebiyat dergisindeki ismiyle Ömer Erinç; Maraş'ta yaşıyor ve durmak bilmiyor. Dışardan durgun bir okyanus Duran Hoca! İçi çağıldıyor ve bir bir güzel eserler veriyor o verimliliği azalmış Maraş ortamında. Hem de evrensel niteliklere sahip eserler, yerelliği aşmış eserler. Kendisiyle bir konuşma gerçekleştirdik:

Kitaba Çağrı Sınavında İnsan, Duran BozSon zamanlarda neler yaptığınızla ile başlayalım?

Okumanın, yazmanın dünyasına yürüyüşler düzenliyorum. Taşra şartlarında okumak ve yazmak konusundaki titizliğimi korumaya uğraşıyorum. Buradan birtakım kitaplar yayımladım. İstenilirse güzel işler nerede olunursa olunsun yapılabilir demek istedim bir bakıma. Kitaba Çağrı Sınavında İnsan, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Şiirli Şehir Kahramanmaraş, Yahya Kemal Kitabı, Bir Şimdikizaman Şairi Mehmet Âkif Ersoy adlı kitapları hazırlayarak yayımladım.

Özellikle taşra mahrumiyetini imkâna dönüştürmek için çok okumak, düzenli yazmak gerektiğine inanıyorum.

Şimdilerde “İkindiyazıları”nın tıpkıbasım çalışmalarını yürütüyorum.  

Kahramanmaraş’tasınız. Kitaba ve dergiye ulaşmada zorluk çekiyor musunuz? 

Elbette. Yeni kitaplara ve aylık dergilere ulaşmakta sorunlar yaşıyorum. Bu durum hiçbir kitap ve derginin büyük kentler dışındaki şehirlere gelmediği yönünde anlaşılmamalı. Küresel köye dönüşen dünyada; bilginin, iletişimin paylaşımında yaşanan süreç, yazılı metnin üretim ve akışında da hız kazanarak yaşanıyor. Belki hızın doğurduğu sürece yetişmekte zorlanıyor insan.

Ancak her nitelikli kitaba, nitelikli dergiye ulaşmak biraz zaman, biraz da sabır istiyor. Kendiliğinden de gelmiyor, ulusal yayın ağının dışında kalan kitaplar dergiler! İsteyeceksiniz, sürekli takibinde olacaksınız istediğinizin. Ki kitapçılar da artık gına getirerek istenilenlerin getirilmesi gerektiğine inanabilsinler. Böylece bir okur-yazar olarak siz de üzerinde emeğin, alın terinin coştuğu çalışmalara bakmanın erincini yaşayabilesiniz. 

Şair-yazar memleketi olarak nam salmış bir şehirdesiniz. Orada yaşayan şair-yazar var mı şu an? Görüşüyor musunuz? 

Dışarıdan görüldüğü gibi değil şimdilerde durum. Gerçi bütün  şehirler bir bakıma birbirinin aynı oldu. Kısa yoldan köşedönmecilik prim yapmaya başladı. Âdeta kazanmak, çok kazanmak neredeyse insanın kutsalı hâline geldi. Ekmek ve emeğin paylaşımındaki denge kayboldu.

Tüketimin insana kıyan dalga boylarına açılmak, kanaatkârlığı ortadan kaldırdığı gibi sabrı ve tevekkülü de devreden çıkardı. Bu durum da insanı zaman ve emek isteyen işler karşısında lakaytlaştırdı. Üretilen yeni değerlerin piyasasında boy gösterme illetine yakalandı herkes. Bulaşıcı bir virüsmüşçesine köşedönmecilik ve nemelazımcılık her yanda yankılanmaya başladı.

Sorunuza dönecek olursam; Cumhuriyet dönemi edebiyatında etkin yeri olan şehirlerden birisidir Maraş. Bu durumun bence birkaç nedeni vardır. Bunlar arasında; Necip Fazıl’ın ruh kökünü Maraş’la ilişkilendirmesi, Sezai Karakoç’un ortaokulu burada okuması, Nuri Pakdil’in lise öğrenciliği döneminde ülke genelinde ses getiren Hamle’yi Maraş’ta çıkarması, Mehmet Akif İnan’ın bir süreliğine Maraş’ta okuması, Maraş’ın içe kapalı yapısı ve Maraşlının kendine yetebilirlikten başka arayışının olmaması, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, M. Akif İnan, Erdem Bayazıt, Osman Sarı, İsmail Kıllıoğlu gibi yazar ve şairlerin yakın zamanlara kadar burayla ilişkilerini koparmaması gibi birtakım nedenler 1950’li yılların ardından gelen süreçte Maraş’ı bir edebiyat merkezi hâline getirmiştir.  Maraş’ta şimdiki döneme kadar dergiler çıkarılmış, bu dergiler etrafında kümelenen genç zihinler yazmak hevesini bir bilince dönüştürerek yaşantılarını idame ettirmişlerdir. Ancak şimdilerde uzun soluklu dergi çıkmadığı gibi çayevlerinde bir araya gelmek durumu da ortadan kalkmıştır sanki. Herkes kendi bireyliğinin sınırları içinde yaşar duruma gelmiştir. Düzenli görüşmeler yerine tesadüfe bağlı karşılaşma ve görüşmeler vardır burada. Bütün her yerde aynı durum söz konusu değil mi?

Duran Boz

Hayatın pratiği insanı yalnızlaşmaya ve bireyliğinin dar kalıpları  arasında yaşamaya çağırmıyor mu?

Yine de Maraş’ta yaşayan şair ve yazarlardan birkaç isim vermek gerekirse; Bahattin Karakoç, Ahmet Doğan İlbey, Bünyamin Küçükkürtül, Ali Büyükçapar, Mustafa Köneçoğlu, Mehmet Gemci, Serdar Yakar, Mehmet Akif Şahin, Yasin Mortaş, Mehmet Mortaş gibi şair ve yazarlar burada yaşıyorlar.  

Şimdilerde nasıl bir atmosfer hâkim diye sorarsak? 

Edebiyata ilgi, her şeye rağmen bir gençlik hevesi olarak her yerde olduğu gibi burada da devam ediyor denilebilir. Ne ki Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera gibi insan yetiştiren okullar yok artık.

İnsana yön gösterecek, elinden tutup onu okumanın, yazmanın dünyasına taşıyacak okullar olmayınca bireyin çizgisini bulması, yeteneğini açığa çıkarması da güçleşiyor. Herkes kendi kendinin yol göstereni oluyor. Sözün de bir vebalinin olduğu gerçeği gitgide unutuluyor. Uluorta yazıp konuşuyor herkes. Kalemin hakkını gözetmek gerektiği sorumluluğuna yabancılaşıyor okuyup yazanlar.

Yahya Kemal Kitabı, Duran BozGörsel olanla yetinmek arzusu baskın çıkıyor. İlâhi olana duyargalarını  kapatıyor insan. Reklam kültürünün salgınıyla büyüleniyor insanlık. Görsel ve işitsel uyaranlarına seslenen efektlerde varoluşunu susturuyor. Her gelen günün rahmet olduğu bilgisinden kaçıyor giderek. Gösteri çağının oyuncaklığına heveslenen dünyasıyla yol alıyor hayatta.

Dolayısıyla okuma ilgisi, anlama kavrama ilgisi azalıyor giderek! Tüketim kültürünün insanın önüne koyduklarıyla yetinmek hâli baskın çıkıyor. Büyük kentlerden; kasabalara, köylere varasıya yaygınlaşan bu durum ürpertiyor insanı. 

Bu durumu aşmak için neler yapmalı? 

İhtiyaçlarını bilmeli insan. Neye, ne kadar ihtiyacı olduğunu ayırt edebilmeli. Önüne konulan her şeye saldırma açgözlülüğünden kendisini çekip çıkarmalı.

Manevi içeriği boşaltılmış insanı yeniden vicdanıyla yüzleştirmenin yolu keşfedilmedikçe sözü edilen durumu aşma olanağı gözükmüyor ortada. Bir kalbi olan insan olmak erdemliliği temel tercih olmalı derim.

İnsan her türlü yabancılaşmanın, her türlü şeyleşmenin karşısında; yoğun bir donanım, taze bir bilinç, cilalanmış bir vicdan ve kalp ile durabilir. Çılgınlıkları savuşturmanın böylelikle yolunu bulabilir. Hırsın tamahkârlığın insanı öğüten değirmenine eklemlenme durumundan uzaklaşabilir gibime geliyor. 

Okuma kültürümüz hakkında neler söylemek istersiniz? Neler okunmalı, nasıl bir okuma süreci takip edilmeli? 

Duran BozAslında ‘okuma alışkanlığı’ sözünü bir tarafa atarak ‘okuma bilinci’ demek gerek başlangıçta. İnsan harfleri sökmeye başlayınca karşısına bir alışkanlık heyulası dikiliyor. Kendi dünyasıyla ilgisi olmayan bir heyula. Masaldan, fıkradan uzak; insanın kendi dünyasının tamamen dışında seyreden bir durumla karşılaşıyor daha başlangıçta kişi. Önüne konulan metinlerde kendi dünyasından estantaneler bulamıyor. İthal ikame kültürün verimleriyle yetinmek zorunda kalıyor.

Kendi oyuncağını kendisi yapamayan çocuk, okuduğu gördüğü  hiçbir şeyde kendinden bir parça bulamayan çocuk nasıl okuma bilinci kazanabilir?

Çocuk, insanı kuracak anlatılarla karşılaştırılmalı başlangıçta. Eskiden Hz. Ali cenkleri, Âşık Garip hikâyeleri ve Kerem ile Aslılarla büyürmüş çocuk. Türküler akarmış kulağına. Ninnilerle yol alırmış anne kucağından hayata.

İnsanımızı yeniden okumanın dünyasında gezdirebilmek için; dil, estetik ve anlatıdaki anlaşılırlığıyla Türkçe’nin ses gücünü duyuracak metinlerle tanıştırarak bunu aşabiliriz demek mümkün. Piyasa şartlarına uyarlanmış metin ve duygusallıklarla bu sorunun üstesinden gelmek imkânsız.

Mustafa Şahin'in bir öyküsü vardı ‘Hece Öykü’de. ‘Öğretmen İhtiyacı’ adında bir öykü. Söz konusu öyküde; her şehirde, her ilçede, her kasabada, her köyde yol, yön gösterecek ufuk açıcı bir insana ihtiyaç olduğu anlatılıyordu. Bir örnek ve rehbere ihtiyaç duyulduğu gündeme getiriliyordu.

Okuma kültürünün çok uzağında bir konum alışla örneklikten yoksunlukla duvarlar aşındırılabilir mi?

Elbette duvarlar daha da yükselir. Her nereye gitseniz önünüzde duvarlar yükselir. Yolunuzu, yönünüzü keser. Onun içindir ki anne-babalar, öğretmenler, her kesimden insanlar kendi güçleri, şartları doğrultusunda kitapla barışık hâle gelirlerse sorun çözülebilir derim. 

Kafelerde 1 çaya 5 lira veren insanımız; kitaba, dergiye 3-5 lira vermekten kaçınıyor. Bu durumu ne ile açıklayabiliriz? 

Bahaneler üretmek insanın şanındandır. Bir tür kolaycılığa kaçıştır. Dahası kolaycılığı seçiştir. İnsan isterse, yapamayacağı yoktur. Üstesinden gelemeyeceği yükle sorumlu tutulmamıştır ki! İhtiyaçlar sıralamasında kitaba, dergiye yer ayrılmalı bence. Üretilen sanal ihtiyaç listeleriyle hareket edildikçe dergiye, kitaba insan hayatında yer ayrılmaz. Ekonomik düşünen, menfaatini inancının ülküsünün önüne yerleştiren insan, elindekini kaybedeceği korkusuyla yaşayan insan, nasıl bahaneler uydurmasın ki! 

Çözüm noktasında neler yapmalı? 

Herkese düşen ödevler vardır bu noktada. Öğretmen; dergiyle kitapla derse girmeli. Beğendiği öykülerden, şiirlerden, denemelerden okumalı. Okumaya karşı bir ilgi uyandırmalı öğrencide.

Kitapların, dergilerin tasarımında estetik olan gözetilmeli. Anlatımdaki rastgelelikten kaçınmalı yazar.

Anne baba, hayatında kitaba, dergiye de yer ayırmalı.

İnsanın biyolojik hayatını sürdürebilmesi için gereken besinleri almasının zorunluluk olduğu gibi kitabın, kitap edinmenin ve okumanın da bir tür beslenme olduğu bilgisi kazandırılmalı insana. Ancak böyle aşılabilir gibime geliyor. 

Genç kesimin bugün en büyük sorunu nedir size göre? Bir genç neler yapmalı?

Gelecek kaygısı önemli bir sorun gençlik önünde. Sürekli pışpışlanan kabartılan para kazanmak var genç insanın önünde. Çokça kazanmak! Sanki bütün sorun bununla çözülecekmiş dayatması var. Onun için genç insanlar hayata başlamanın ancak çok para kazanmakla ekonomik güce ulaşmakla mümkün olacağı düşüncesindeler. Bu durumu aşmanın yolu olarak da üniversite engelini aşabilecekleri bir yolu seçiyorlar. Burada mahkûm edildikleri beş harfli seçenekler sistemiyle yaratıcılıklarını dumura uğratıyorlar. Öz bilinçlerini takmazlaşıyor. Kimliksiz olmaya özendiriliyorlar. Kendilerinde olanı keşfetmeye zaman bulamıyorlar. İçlerine gömüldükleri gelecek kaygısıyla çarpışıyorlar: yenilgiden yenilgiye uğramamak için.

Yeniden genç olsanız neler yapardınız? 

Geri gelmez ki gençlik, nasıl yanıtlayayım şimdi? Herhâlde okuduklarımı seçerek okurdum derim. Şimdiki gençler hangi engellerlerle yüz yüze iseler ben de yaşardım onları. Böylesi bir paradoksun dışına çıkma düşeri kurardım demekle yetineyim.

Enformatik cehaletten kurtulmak için ne yapmalı? 

İnsana istikametini gösterecek, kıblesini işaret edecek, yönsüzlüğün her türlüsünden koruyacak bilgi ve bilinçle donanarak bu afetten sakınma durumu hâsıl olur. İlahi olana yönünü çevirmektir enformatik cehaletten kurtuluşun ilacı. Dirilmektir yeniden, vahyin diriltici nefesiyle. Her gün yeni öğreniyormuş, yeni duyuyormuş hayreti içinde algılamaktır ilâhi ilkeleri. 

 “Beni kimse anlamıyor” cümlesini neden bu kadar çok kuruyoruz? Sahiden anlamıyor mu kimse kimseyi? 

Derdimizi anlatma dilini keşfedememekten kaynaklanıyor. Ortada bir ilişkisizlik var. Bu yadsınamaz bir gerçektir. İnsanla insan arasında duvarlar var: soyutuyla, somutuyla. Aynı yöne bakanlar arasında bile duvarlar yükseltiyor modernlik. Çünkü yüzyılın icadı, insanı insana yabancılaştırarak araya sınırlar koymaktır. Bu sınırlar, bu duvarlar arasında yaşayan insandan birbirini anlaması beklenemez. Ama umut yine de insandadır. Ondan umut kesilmez. Birbirimizi anlayabilecek ortak dilin keşfine ihtiyaç vardır. O dil bulunursa sorun kalkar sanki. Yahut da azalır demek daha anlaşılır bir durum olur 

“Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” İsmet Özel dizelerinden yola çıkarak soralım: insan neden yazar? Yazmasa ne olur? 

Varoluşunu anlamak için, yazmaya yazgılı olduğundan, kelimelerin sözün akınından kaçamadığı için yazar. Her insan yazmak zorunda da değil ki. Meselesi olan için böyledir durum. Yazmak da bir yaşamak değil mi sonuçta 

 

Peki, yaşamayı biliyor muyuz? 

Başımız derttedir yaşamakla. Yaşamakla yaralanıyoruz. Demek ki yaşamakla kavgalıyız. Hep kendimizin koyu yalnızlığını çoğaltıyor, oradan tutunuyoruz hayata. Bu da bizim yaşamın acemisi olduğumuzu göstermiyor mu?

Adına yaşamak dediğimiz hayattan anladığımıza bağlıdır: yaşamayı bilip bilemeyişimiz.

Ama her gün acıyan yanlarımız çoğaldığına da şehadet ederiz herhâlde. Bu da bizim yaşamayı da bilmediğimizi sermez mi önümüze?. 

Müslüman kesimin sanattan edebiyattan anlamadığına dair yorumlar yapıldı, yapılıyor. Haksızlık mı yapılıyor yoksa haklılık payı var mı bu sözün? 

Bir zihnin cephesinden bakılıyor sanata, edebiyata. Cephede yerini alanlara göre Müslümanlar; anlayıştan, izandan yoksunlar. Bildikleri birkaç duadan ibarettir. Onun ötesinde olanları kavrayıp algılamaya yetenekleri yok. Böyle bakınca gerçeklik örtülüyor. Göz perdeliyse gerçeği göremez ki! Şartlanmış bir zihinle bakılırsa; her cephe, bir diğeri için yoktur.

 

 

Eyyüp Akyüz söyleşti

YORUM EKLE
YORUMLAR
gülden sığındım
gülden sığındım - 13 yıl Önce

sormak istenilen sorular..ve alınabildiği kadar net cevaplar..şimdi bu söyleşi bizi daha da bir heveslendirdi.mübtelası olduk bu sitenin özel haberler ve şeçilen özel konuklar için teşekkürler...

nk türkmen
nk türkmen - 13 yıl Önce

çok güzel bir söyleşi olmuş,
şu cümleler beni çok etkiledi :Dirilmektir yeniden, vahyin diriltici nefesiyle. Her gün yeni öğreniyormuş, yeni duyuyormuş hayreti içinde algılamaktır ilâhi ilkeleri.
yazarımızın düşüncelerine sağlık:)

??
?? - 13 yıl Önce

"Geri gelmez ki gençlik, nasıl yanıtlayayım şimdi? Herhâlde okuduklarımı seçerek okurdum derim. Şimdiki gençler hangi engellerlerle yüz yüze iseler ben de yaşardım onları" bu sözleriniz için tebrikler duran boz! samimiyet budur işte!

Y. T. Günaydın
Y. T. Günaydın - 12 yıl Önce

İkindi Yazıları'nın tıpkıbasımı gecikti sanırım.

enes
enes - 11 yıl Önce

hocam her zaman kalitenizi koruyorsunuz. harikasınız.

hilyebanu
hilyebanu - 9 yıl Önce

"Hep kendimizin koyu yalnızlığını çoğaltıyor, oradan tutunuyoruz hayata"..."Her gelen günün rahmet olduğu bilgisinden kaçıyor insanoğlu"...ne kadar güzel bir tespit, ne güzel ifadeler bunlar. Siz hep böyle naif, böyle güzel bir insandınız Duran Boz hocam..hala da öylesiniz.

banner36