Şule Yüksel Şenler ile: Gençliğin dünü ve bugünü üzerine

Bugünün inançlı gençliği, hiç değilse bundan böyle yerimizin intisabı nimetinde, dile getirmeye çalıştığımız bu hakikatleri göz önünde bulundurarak yeni bir hamle ile silkelenip, uyanmalı ve aralarındaki bazı görüş, metot farklılıklarını ayrılık sebebi görmekten vazgeçmelidirler.

Şule Yüksel Şenler ile: Gençliğin dünü ve bugünü üzerine

Şule Yüksel Şenler bir döneme damgasını vurmuş mühim bir isim. Zira o altmışlı yıllanın manevi açıdan en kurak olduğu zamanlarda, avucuna aldığı bir damlacık su ile ülkemizin dört bir yanına can suyu taşımış önemli bir şahsiyettir.

Kaleme aldığı yazılar ve Türkiye’nin dört bir tarafında gerçekleştirdiği seri konferanslarla pek çok kişinin uyanışına vesile olmuştur. Genç kızların; hanımların giderek yozlaşan, milli ve manevi değerlerden uzaklaşma eğilimi ile yönünü tamamen batıya dönme arzusu, onu mücadelesinde yılmayan, vazgeçmeyen cesur bir kimliğe dönüştürmüştür.

İşte biz de yeni jenerasyonu geçmişimizde iz bırakan bu muhterem büyüğümüz ile buluşturmak üzere kendisi ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Şule Hanım, bize o sıralar sizin de içerisinde bulunduğunuz dünün gençliği ve bu günkü gençlik arasında bir mukayese yapabilir misiniz?

Sualinizin gelişine göre her halde 60’lı yıllardan bahsetmem icap edecek O yıllarda, memleketimiz manevi yönden kurak bir manzara arz etmekteydi. Üniversite gençliğinin siyasi ve ideolojik çıkarlarla devlete karşı kışkırtıldığı, gençliğin Ankara Kızılay Meydanı’nda devrin başbakanı rahmetli Menderes’in yakasına sarılarak “hürriyet istiyoruz” naraları ile anarşinin başlatıldığı o yıllarda, gençliğimiz büyük bir boşluk ve manevi bunalım içerisindeydi. Türkiye ve onun Müslüman halkı üzerinde gizli emelleri bulunan; komünist, mason ve Siyonist mihraklı din ve maneviyat düşmanlarına karşı en kuvvetli cereyan, o zamanlar merhum Bediüzzaman Hazretleri’nin etrafında halelenen “Nurculuk Ekolü” idi.

Devlet, tahkik-i imana sahip olan Risale-i Nur talebesinden, bu dinamik ve gözü kara gençlikten, “laiklik” hesabına şiddetle korkuyordu. İmanlarını takviye edici risaleleri okumak için bir araya toplanan tahsil gençliği üzerine sık sık silahlı baskınlar yapılıyor, fakat daha muhakemelerinin ilk celsesinde “beraat” kararı ile tahliye oluyorlardı.

Ne var ki halk üzerinde bu baskılar “Nurculuk Ekolü” aleyhine çok kötü tesirler uyandırıyor, Nurcuları adeta “umacı” gibi görenler onlara yaklaşmaktan korkuyorlardı. Esasen din düşmanlarının gayeleri de bu idi.

Peki, Nurculuk Ekolü içerisinde hizmet eden kardeşlerimiz dışında herhangi başka bir grup mevcut muydu?

Merhum Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” gençliği ise ikinci bir İslâmî gençlik ekolünü meydana getiriyordu. Dini ve milli hisleri fevkalade coşkun olan bu imanlı gençlik de bugünkü iman gençliğin gelişmesinde temel taşları hükmündeydi. Merhum Üstad ile birlikte Allah hepsinden razı olsun (Amin!)

Doçent Nurettin Topu’nun merhum Peyami Safa’nın ve gençlik üzerinde o zaman büyük fonksiyonu olan Gökhan Evliyaoğlu’nun etrafındaki maneviyatçı ve milliyetçi gençlik istikbal için ümit vermekteydiler.

Yine o yıllarda Nihal Atsız grubu vardı ki ırkçı ve bozkurtçu olan bu gençlik grubu, İslâmî olan tüm kavramlara karşı bir hayli uzak olmakla beraber bir o kadar da uyanık ve heyecanlı idiler. Ben o sıralar “kadın gazetesinde” yazarlık yapan açık ve modem giyimli bir genç kız idim ve yukarda saydığım gruplardan Nihal Atsız’ın ırkçı ve milliyetçi grubuna dâhildim. Sonraları bilhassa Nurettin Topu’nun seminerlerine ve bahusus merhum Necip Fazıl Kısakürek’in “Milliyetçiler Derneği”nde vermiş olduğu, gençliğe İslâmî ruh ve şuur aşılayan kıymetli konferanslarına-hiçbirini kaçırmaksızın- devam ederek, şuurlu Müslümanları “ümmetçi” tabiri ile istihfaf eden ırkçı gruptan ayrıldım. Gerçek hidayetim ise hanımlar arası Risale-i Nur toplantılarına katılmam dolayısı ile tahakkuk etti.

İşte 60’lı yılların geçirdiği süreçte benim kendimi bulmam özetle bu şekilde gerçekleşmiş oldu. O yıllardaki gençliğin bu davaya canla başla sarılışları kemiyet ve keyfiyet açısından günden güne gelişerek güçlenen bugünün şuurlu ve bilinçli gençliğini meydana getiren en büyük faktör olmuştur.

Bizler de sizlerin ve sizler gibi insanlık mücadelesinde öncülük etmiş tüm büyüklerimize sonsuz teşekkür ve minnetlerimizi sunuyoruz.

Estağfurullah efendim. Bizler vazifemizi âcizane yerine getirmeye çalıştık.

Efendim peki o günlerden bugünlere döndüğümüzde nasıl bir kıyaslama yaparsınız acaba?

Tabii aradan uzun yıllar geçti. İslâmî şuurlanma noktasında ülkemizin gençliği yadsınamayacak biçimde yol katetti. Ancak dünkü ve bugünkü imanlı gençliği evvela kıyafetleri ile mukayese ettiğimizde çok acı bir manzara ile karşılaşmaktayız ki o da şudur. İslâm’ın son hızla yayıldığı ve bu yaygınlığa basın-yayın başta olmak üzere her sahanın müsait bulunduğu günümüzde; İslâmcı gençliği oldukça derin bir atalet ve rehavet içinde görmekteyiz. Her ne kadar sanat-kültür, basın ve yayın sahalarında önemli oranda ilerlemeler kaydedilse de öte yandan küfür cephesinin korkunç faaliyetleri yanında bu ilerlemeler, olması gerektiği gibi değildir ne yazık ki. Günden güne sayıları artan grupların, birbirleri ile ve kendi içlerindeki hizipleşmeleri, kendilerini ulvi gayeden uzaklaştırmaktadır. Üzülerek söylüyorum ki birlik olmakla meydana gelecek olan güç ve kuvvet tüm bu sebeplerden dolayı zayıflamakta, iman ve İslâm hizmeti için o her şeyden kıymetli olan vakitler farkına varılmaksızın kendi elleri ile kaybedilmektedir.

Şairin “ol mahirler ki derya içredirler, deryayı bilmezler” mısraları sanki günümüz için söylenmiştir.

Evet, gerçekten de suyun içinde doğup büyüyen balıklar, suyun bir nimet olduğunu bilmezler. İslâmî faaliyetlerin rahatça yapılabildiği bir zamanda yetişen günümüz gençliği de ne kadar mühim nimetler içerisinde olduğunun farkında değil. Zira onların dünkü imanlı genç kardeşlerinin İslâm sözünün ağızlara zor alınabildiği yıllarda çektikleri çileleri çekmediler. Onların katlandığı meşakkatlere katlanmak durumunda olmadılar.

Günümüzde ender olarak karşılaşılan bazı zulüm ve başka hareketlerine karşılık; her anı inanmanın bedeli olarak zulüm, baskı, zindan, hapis ve işkence olan nice İslâm şehidi genç yavrumuzun mübarek kanlarıyla yoğrulmuş yılların zalim çarkları arasında öğütülmediler.

Bugünün inançlı gençliği, hiç değilse bundan böyle yerimizin intisabı nimetinde dile getirmeye çalıştığımız bu hakikatleri göz önünde bulundurarak yeni bir hamle ile silkelenip, uyanmalı ve aralarındaki bazı görüş, metot farklılıkları ayrılık sebebi görmekten vazgeçmelidirler. İslâm davası adına yola çıkmış grupların, gerek kendi içlerinde gerekse diğer kardeşlerine karşı olan çekişmeleri bir kenara bırakması zorunludur. Zira enerji ve birikimlerini birbirlerine karşı değil, şer cephesinin menhus fikir ve faaliyetlerini hedef alarak, daima hızını artıran bir tempo ile gece gündüz demeksizin, içerisinde bulundukları ataletle savaşarak, gayrete gelmelidirler.

Zira hizmet mevzuunda zamanın ve zeminin bir hayli, hizmete çalıştığı şu günleri -Allah esirgesin- bulamayacağımız zamanlara doğru yürüyebiliriz. O zaman ise nedametle başımızı dövmemiz beyhude olur. Unutmayalım ki: “Demir tavında dövülür”.

Peki, gençlere son bir mesaj alabilir miyiz?

Evet, gençlerimizin durumu fevkalade önemli olduklarının altını bir kez daha çizmek isterim. Genç kardeşlerimin ablalarının bu tespit ve tavsiyelerinden gocunmamalarını, gayemizin göz bebeklerimiz ve umut kaynağımız durumundaki imanlı gençliğimizi daha ziyade aksiyoner ve vahdet şuuruna sahip kılmak olduğunu belirtmek isterim. Ancak genç kızlar burada daha hususi bir yer ediniyor. Zira gelecek onların ellerinde şekillenecektir. Bu sebepledir ki bugün genç kızlarımızın İslâmî hassasiyetleri, iman, ahlak güzelliği, mahremiyetler konusunda hassasiyetleri ve merhametleri son derece mühimdir. İslâm’ın tesettür kavramının tüm hususiyetleri de içerisinde barındırmakta olduğu unutulmamalıdır.

İslâm davasına can ve baş koymuş bütün imanlı genç kardeşlerimi Rabbim korusun. Sayılarını ve sayelerini artırsın. Duam budur.

Elif Elif Dergisi, 2.  Sayı, Mart 2010

YORUM EKLE