Yalın ama güçlü ifadeleriyle Türk şiirinin önemli şairlerinden Ahmet Murat, Aralık 2014’te son eseri “Kalbin Kararı” ile okurlarının karşısına çıktı. Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2014 yılının “En İyi Şiir Kitabı” dalında ödüle layık görülen Ahmet Murat’la, şiire ve dünyaya bakan bir pencere açma umuduyla, Dünyabizim için bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlk şiir kitabınızla başlamak istiyorum. “Kaf ve Rengi” adlı eserinizde yoğun bir tabiat ruhu var. Tabiatın sizin için ya da bir şair için nasıl bir öğreticiliği var veya olmalı?
Tabiat beni büyülüyor. Küçükken bir mandalinaya inanamazdım mesela. Onun dilimleri, rengi, biçimi beni hayrette bırakırdı. Ağaçlar, dereler, vadiler, hayvanlar, yani birçoğu insan gözünden saklanmış bu varlıkların, bazen orada öylece, herhangi bir somut yarar sağlamadan durmaları, yaşamaları beni şaşırtıyor. Tabiat karşısında edilgenleşiyorsunuz. Denetleyemediğiniz bir akış, size hükmeden bir kurgu karşısında olduğunuzu, bir heybetle, bir üst gözle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Üstelik bunun için çaba sarf etmenize gerek kalmıyor. Tabiat sizi soğuruyor, kendisinin bir parçası kılıyor. Bu hayretin yararlı ve eğitici olduğunu düşünüyorum.
“Kış Bilgisi” kitabınızda yer alan “Yaş: Ombir” şiirinizde “uçurtmalaşma” kelimesi dikkat çekici. Bu kelimeyle birçok mısranızda karşılaşıyoruz ama burada başka bir şekle bürünüyor sözcük. Nedir uçurtmalaşma?
Uçurtma, tabiatın bir parçası olmayı, onu tatmayı ve ona katılmayı mümkün kılan bir nesne. Uçurtma uçururken, bir oyuncakla oynuyor gibi laubali hissetmezsiniz kendinizi. Bir ayin gibidir onu uçurmak. Bayırı bulursunuz, rüzgarı dinlersiniz, kaslarınız rüzgarı tartacaktır. Rüzgara meydan okumazsınız, aksine onunla aynı dalga boyunda dans etmeniz gerekir. Rüzgarla uyumlu olursanız kazanırsınız. Bana kaderi hatırlatıyor bu rüzgar. Yine tıpkı çok sevdiğim bisiklet gibi uçurtma da, tamamen kas gücüne bağlı, tamamen tabiatı taklit eden, son derece insani bir teknolojiyle çalışıyor. Daha ne olsun.
Tekrar eden kelimelerden söz açmışken bir tane var ki onu her okuduğumda büyülü dünyaların kapıları açılıyor ve tekrar şiirinize dönmem zorlaşıyor. Bu kelime “Sinbad.” Sinbad sizin için neyin yansımasıdır?
Sinbad benim kahramanım. Bağdatlı bir tüccar. Açık denizlere çıkar. Zeki, iyi kalpli, tüccar ve kahraman. Cava adalarına İslam’ı götüren Müslüman tacir tipi. Oryantalist bakış Sinbad’ı egzotikleştirerek kullanışsız hale soktu. Ama bizim Sinbad’dan mesela bir çizgi roman kahramanı yaratamamış olmamızı anlamıyorum.
Şiirlerinizde bir görünüp bir kaybolan bir “öteki” göze çarpıyor. Bunu “ben olmayan, şu tuhaf ben olan bir de” mısranızda daha açık görüyoruz. Alıştığımız üzere bu 'öteki' de kötücül müdür, yoksa iyiliğine dair ümitvar olabilir miyiz?
Ötekinin cehennem olduğunu elbette düşünmüyorum. İnsanın kendisini ötekinde keşfettiğini düşünüyorum. İnsanın insanı aynası olduğuna inanıyorum. İnsan bir bakıştır, bir bakıştan ibarettir. Bir bakış da öncelikle bir nesne arar. Bu bakışı kendi içimize yönelttiğimizde bize karşı dürüst olmayacaktır, çünkü bu bizim bakışımızdır, bize aittir. Ama bu bakış ötekine yöneldiğinde, aslında tam da içimize yönelmiş olmaktadır. Bakışımız dış dünyada, ötekinde, bizi açıklayabilecek bir model bulur. Karmaşık gibi duruyor söylediklerim ama aslında Anadolu’daki şu sözü tekrarlamaya çalışıyorum: “-Karşındakini nasıl bilirsin? -Kendim gibi.”
Sadece ötekiyle ilişkimde beni yadırgatan bir şey var: O da, kendi bilincimle dopdolu olan ben’in, öteki’nin bilincine varma hamlesi çok umutsuz bir hamle gibidir. Öteki’nde kendimizi tartıyoruz, tanıyoruz demiştik ya; ama buna rağmen, öteki’ni idrak etmeye çalışan bu beyhude çabadan vazgeçmemek, işte bu ilginç geliyor.
“Kış Bilgisi” kitabınızın “Cönk” bölümünde şiirin son mısrası, diğer şiirinizin ilk mısrası olmuş. Fakat son şiirinizde bunu göremiyoruz. Nedir sebebi?
O aslında sürdürmek istediğim bir şiir numarası gibiydi. O devamlılığı sağlayacaktım, sonra olamayacağını görünce terk ettim. Ama yakalandım galiba…
“Bir Şair Bisikletle” kitabınızda “eski kelimelerle şarkı olmaz, olmaz dua / eski niyetlerle koşulmaz, eski kar çürür, kötüdür” diyorsunuz ama buna rağmen eskiyi yeniyle harmanlayan fakat harmanlarken eskiyi değerli hale getiren bir şair var karşımızda. Eski ne zaman kötüdür ve yeni ne zaman iyidir?
Eskiyi sadece form olarak korumak anlamsızdır. Form da çok şeydir ama eğer form yerinde olmakla birlikte öz deforme olmuşsa, formun da kuyruğunu çekiverelim gitsin. Eski kalıpların, formların, şekil şemailin muhafazakarı olmak, şayet öz de bu muhafazaya dahilse anlamlı, yoksa değil bence. Mesela en muhafazakar yapılar olan tarikatlarda, şartların değişmesine bağlı olarak içtihatlar yapılır, öz korunmaya çalışılarak, forma müdahale edilir. Böylece canlılık sağlanır. Yeni fışkınlar, yeni sürgünler peydahlanır. Öteki türlüsü antikacılıktır.
Son kitabınızda “insanda teselli var mı insana?” diye soruyorsunuz. Bir cevabınız var mı bu soruya?
İnsanda tecelliyi görürsek teselliyi de görürüz.
Ahmet Murat şiiri bana göre kadife eldivenin içindeki demir yumruk. Bir dostun tesellisi, bir ağabeyin yol göstericiliği var onda. Mısralarınız sevecen fakat bazen öyleleri çıkıyor ki karşımıza, derlenip toparlanmak gerekiyor. “din dilini yenileyin dediydi diyanet, işte yenisi/ lâ havle ve lâ kuvvete, lâ havle ve lâ kuvvete” mısranız bunun en iyi örneği. Şiirinize nasıl bir misyon yüklüyorsunuz?
“Bir dostun tesellisi” demişsiniz ya, bunu temin etmesini hakikaten isterim. Şiirlerimin ahir zaman mümini için yoldaş olması dileğimdir.
Son kitabınız “Kalbin Kararı” şairi ve şiiri yücelten bir menkıbeyle başlıyor. Şairin toplumdaki yeriyle ilgili bir yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalışıyormuşsunuz gibi düşündüm. Bundan hareketle şunu sormak istiyorum: Bir şairin görevi nedir? Şiirinin görevi nedir? Ya da bir görevi olmalı mı şairin? O da sıradan ve tasasız bir insan olamaz mı?
Bir şairin kendisine bir görev yüklemesine gerek yok, onun zaten o donanımla bir görevi ortaya çıkıyor. Bu görevin illaki iri laflarla tanımlanmış olması da gerekmiyor. Bu görevin illaki siyasi bir programın parçası olması da gerekmiyor. Bir mümin şairinse görevi mümin olmak. Bunu gerçekleştirdiğinde en önemli işlevini yerine getirmiş olur. Tıpkı bir askerin, bir esnafın, bir öğretmeninki gibi. Onun varlığı bir rahmete ve kazanca dönüşür.
En önemli şiirlerinizden biri olan “Muhayyer Münacat”a gelmek istiyorum. Şiirinizin dili dikkatimi çekti. İlk başlarda şehrin ve modernleşmenin hengâmesine bulanmış bir dil görüyoruz fakat mısralar ilerledikçe bir tövbekârın günahından uzaklaşarak hafiflemesi gibi mısralarınız ıssız tabiata doğru çekiliyor. Bu çekilmeyle birlikte de dil “edep”i yeniden kazanıyor. Sizce modernleşmeyle başka neleri kaybediyoruz?
Modernleşmenin kaybettirdiklerini “kutsala karşı samimi bir duyarlılık” olarak tek bir başlıkta toplasak yeridir. Diğer bütün kayıplar bunun türevi. Kutsalla bağının gevşemesi, giderek kopması, insanın kendisini şu dünyada fırlatılmış hissetmesine sebep oluyor. Onun bütün o ölümcül hamleleri ve girişimleri işte bu boşluk duygusunun telafisi için. Kutsalla irtibat bize bu dünyanın faniliğini öğretir. Fanilik modu sayesinde önümüze açılmış olan metni, Allah’ın metnini doğru hecelemeye, okumaya ve yorumlamaya başlarız. Bu dünya kendisinde başlayıp biten bir kapalı metin değildir. Aksine ardındaki anlamı taşıyan, geçirgen bir yapıdır. Bu dünyayı bu dünyadan ibaret sayanlar, satırdaki yazıyı bir mürekkep lekesi olarak gören, yazının amacının bir anlamı iletmek değil, bizzat o haliyle o lekeleri sergilemek olduğunu düşünen kimseler gibidir.
“Ikea” şiiriniz belki de en popüler şiirlerinizden olmaya aday. İçeriğinden ziyade şekliyle ilgili bir soru sormak istiyorum. Diğer şiirlerinizde görülmeyen bir farklılık var burada: Mısralarda bir yarım bırakma hali. Ahmet Murat şiiri için yeni bir yolun habercisi midir bu şiir?
Bu şiire benzer bir grup şiir planlıyordum; eğer onları yazabilseydim, o zaman bunu görebilirdik. Ama bu dizi bu tek şiirle sınırlı kaldığı için yeni bir şiirin habercisi dememiz de zor görünüyor.
“Kalbin Kararı”nda şaşırtıcı bir şey daha var. “İlahiler” bölümünde yer alan mısralarınız, şiir yolculuğunuzun en kısa mısraları. Gitgide bir azalma var derken “Neşideler” bölümü bir coşkunluğun dışavurumu. Söylenecek sözler bitiyor mu, yoksa artıyor mu?
Mümkün olsaydı, o şiirleri iki ayrı kitap olarak yayınlamak isterdim. Ama iki ayrı kitaplık hacme ulaşamadığı için böyle yayınlamak zorunda kaldım. Mesele sözün bitip bitmemesinden ziyade, bir üslup meselesi gibi geliyor bana. Kısaldıkça beliren yoğunluk, sözü çoğaltmak anlamına da gelebilir bir açıdan.
Son olarak hem teşekkür etmek hem de bir şey daha sormak istiyorum. Teşekkürüm, kamusal alandan önce başörtülü bir kızı olduğu gibi kabul ettiğiniz ve şiirinize önyargısız taşıdığınız için. Sorum ise “K” harfiyle ilgili. Dört kitabınızın isminde de şiir başlıklarında da bu harfle başlayan birçok şiiriniz var. Bunda bilinçli bir tercih var mı?
Ben teşekkür ederim dikkatiniz için. Siz söyleyince fark ettim k’yı sevdiğimi. Bilemiyorum, bunun üzerine düşüneceğim.
Naime Erkovan konuştu