Sıddıka Zeynep Bozkuş: “Özgün olmak için çaba gösteriyorum.”

İlk şiir kitabı Gecenin Yelesi ile okurlarının karşısında Sıddıka Zeynep Bozkuş, kitabı ve şiir serüveni üzerine Mustafa Uçurum’un sorularını cevapladı.

Sıddıka Zeynep Bozkuş: “Özgün olmak için çaba gösteriyorum.”

Çıra Yayınları arasından çıkan ilk şiir kitabınız “Gecenin Yelesi” ile okurlarınızın karşısındasınız. İlk öykü kitabınızdan sonra şimdi de bir şiir kitabı. Şiirin ve öykünün yazma serüveninizdeki yerinden bahseder misiniz?

Şiir, öteden beri bana kendini yazdıran bir yazım, bir sancıydı bende. Dört yaşımızda Necdet Evliyagil’i taklitle okumaya başladığımız şiirin, yazma serüvenimizde evvela ki kulak ile geliştiği söylenebilir. İlk ve ortaokul dönemlerimizde hece ve kafiyeyle yakınlığımız, artık farkında olmadan ölçülü, duraklı ve anlamlı mısralara dönüşmeye başlamıştı. Lisede aruz vezniyle, serbest denemelerle değişerek devam eden şiire meylimde, öncelikle bana rol-model olabilecek harika bir edebiyat öğretmenine rastlamış olmamın, dahası, yazdığım dizeleri yırtıp atmama müsaade etmeyip kapışan sınıf arkadaşlarımın payı büyüktür. Lisansta Terza Lima, pantun v.b. Batı kaynaklı şekilleri deneyerek; halk edebiyatının, divan edebiyatının zengin ses ve ritimlerine hayretle “Bu büyülü bahçede ne çok çiçek varmış!” diyerek hayranlıkla ve tabii yine zaman zaman onları örneklemeye devam ederek yürüdük. Bu arada atölye dersleri aldığım bir toplulukta aşırı dozda ikinci yeniye ve örtülü şiire maruz kaldığımı, burada hem çokça beslendiğimi hem de anlamsızlıkla, aşırı imgeyle yolumu ve şiire olan tutkunu kaybettiğimi sandığımı belirtmeliyim. Bu hengâmeden çıkmam sevgili hocam, sizin şiirime inancınız ve desteğiniz ile oldu.

Öykü her zaman hayatımızdaydı aslında. Bunu kendi kendime deştikçe daha iyi keşfediyorum. Yazın, senede on beş gün de olsa yaptığımız memleket ziyaretlerinde eskinin masal anlatıcı teyzelerinden birini tanımıştım.  Çıkmaz sokağa dizili iskemle ve minderler eşliğinde mutluluk. Aynı şekilde onun dizinin dibinde yetişen sevgili annem de iyi bir anlatıcıydı.  Bana çokça dinlemek, dahası hissetmek düşmüş ki ben küçük yaşta anlatmak yerine çizmeyi tercih etmiştim. Öykü yazmaya daha geç başladığımı söyleyebilirim. İlk yazarlık atölyesi dersleri verdiğim dönemlerde tüm teknikleri harmanlayarak yazdığım öykü kitabım, öğrencilerime gösterdiklerimi örneklemem gerektiği kanaatiyle yazdım. Bugün atölye derslerinde de daha çok bu tür üzerinde durduğumu, öykü kurarken sıkıntı çekmediğimi, teknikler için gururla bu kılavuz kitabı önerdiğimi belirtmeliyim. İkinci öykü kitabımız da gelişip dönüşerek yavaş yavaş şekillenmekte. Ben, yazarın üzerine oturmuş ve başkalaşmayan dile üslubun oturması diyemiyorum. Durağanlık, değişmezlik cansız varlıklara has, hatta demirin oksitlenmesi, kayanın yosun tutup fosilleşmesi dahi canlılığın içinde oluşuna emareyken yazarın üslubu da yaşadığı çağa, yaşına, birikimine göre giderek değişmelidir. Aksi takdirde kendi kendini tekrar ile değirmen misali öğütecek, çürüme başlamış olacaktır diye düşünüyorum.

Şiirlerinize baktığımızda özgün imgeler ve sözcükler oldukça dikkat çekiyor. Kelimelerle oynamayı seven bir şairsiniz. Şiirlerinizi yazma sürecinizden bahseder misiniz?

Özgün olmak için özel bir çaba harcamadığımı söylemeliyim. Zira beni tanıyanlar bilir ki; hayatımın pek çok aşamasında, giyim- kuşamdan, mutfağımda kullandığım yemek tarifine kadar kendi çizgilerimi taşımayı seven bir yapım var. Şiirde bu sanatçı özgürlüğümü zaman zaman dizginlemek, sınırlamak zorunda kalıyorum. Söz gelimi yaşadığınız toplumda kelimenin çağrışımları bulunmakta. Buna göre örneğin; siz şiirdeki temanızı “ ensede hissetmiş ”olsanız dahi sînemde hissettim demeniz gerekebiliyor.

Şiir serüvenimin temelinde ilk sorunuza verdiğim yanıtla; tüm şiir tarihini dikkatle okumamın birikimi var. Şiirin de muhakkak bu şekilde öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bende şiir engellenemez bir akışla geliyor çoğu zaman. Daha sonra üzerinde çalışılarak, dokuyu da fazla bozmadan ve yakalanan büyüyü kaybetmeden ilerlemem gerekiyor. Şiir bittiğinde evvela bana kendini beğendirmek zorunda. Doğrusu benim bir şiiri beğenmem de kolay olmuyor. Şeyh Galip’i okuduktan sonra epey zaman yazmaktan kaçınmıştım mesela. Bir de sezgisi yüksek bir insanın kendisinden asırlar öncesinde yaşamış bir yazarla aynı şeyleri hissediyor olması da bilimsel olarak mümkün. Bazen söylemiş olduklarımızın bize çok yakın dille söylenmiş olduğuna şaşıp kalabiliyoruz. Bu bizi özgünlükten çıkarıyor gibi görünebilir. Bu bakımdan da dünü daha iyi bilmek zorundayız. Öğrenciyken yazdığım bir metin üzerine hocam şöyle demişti; bu bahsi Kafka’dan mı okudun? Hayır demiştim. Hocamın yüzü asılmıştı. Kafka okuyup taklit etmem, bunu benim keşfetmiş olmamdan nasıl daha değerli olabilirdi ki? Fakat bu tavır bende burukluk yerine, eğitmenliğimde ustalık olarak yeşerdi: Şimdi, benzer bir tabloyla karşılaştığımda, öğrencilerimin özgün sezgileriyle bu nevi tesadüflere uğramasını özel bir yetenek olarak yorumluyorum.

Edebiyatın içinde yer alan bir isimsiniz. Dergilerde sık sık çalışmalarınız yer alıyor. Edebiyat ve dergiler bağlamında bize neler söylemek istersiniz?

Taze edebiyatı dergilerden takip edebiliyoruz. Özel dosyalarla dünü yeniden anımsıyoruz. Bugüne tarih düşüren taze kalemlerin de geçmişi bilerek yazılarına ve bir yazar olarak topluma şekil vermesine yol açıyor bu birliktelik. Ayrıca her ay bir kitap çıkarmamız mümkün değilse bile her ay birçok dergide yazarak yeni okurlara ulaştığımızı bilmek, bir yazar için oldukça güdüleyici ve heyecan verici. Heyecanı, yeniyi daima seviyor insanoğlu. Dediğim gibi dergiler her sayı yeni yüzleriyle tazeleniyor. Orada yazdığımız yazılar bir de bakmışsınız ki kitaplaşmış. Bu da nurun âlâ nur oluyor. Oturup kitap yazayım diye ayrıca bir disiplin kurmak sanatımı baskılar benim. Baskı olursa da ortaya özgün bir şey çıkarmak güçleşir. Bu da yüksek bir sezgiye sahip okurun, eleştirmenin gözünden kaçmaz diye düşünüyorum. Bu anlamda, zamanın pek kıymetli, okurun pek nazlı olduğu çağda, kısa metin ve şiirleri dergiler kumbaramda biriktirmek beni bir çocuk gibi motive ediyor, öğrencilerimize de, bunu tavsiye ediyorum.

Gecenin Yelesi, hayatın seslerini toplayan şiirlerden oluşuyor. Yaşayan bir şiiriniz var. İlhamınızın kaynağı nedir?

Gecenin Yelesi, çoğunluğu gece vakti akan şiirlerden oluşuyor. Günün, günlük haberlerin olayların, hislerin içimde çalkandırdığı hengâme gece vakti durulanarak kaleme dökülüyor. İlhamım; ben, sen, o, biz siz, onlar ve elbette bizi yaratan.

Şiirlerinizin biçimsel olarak da bir ahengi var. Ses ve ahenk bütünlüğünü sağladığınızı birçok şiirinizde görüyoruz. Sizin için bir şiirde önce ses midir biçim mi önce gelir?

Şiirde önce ses ve müzikalite evet. İç kafiyeler, aynı ses organından çıkan benzer sesler, çağrışımlar ve tabii dağılan kompozisyonu derleyecek kadar biçim.

Edebiyat Fakültesi mezunusunuz. Edebiyat ve şiir yolculuğunuzda gördüğünüz eğitimin katkıları oldu mu?

Elbette bana şiirin ne önemli bir yazım türü olduğunu yudum yudum gösteren, bilhassa Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, eski Türk edebiyatını sevdiren, İstanbul Üniversitesi’ndeki edebiyat yolculuğum olmuştur.

“Adam, paçadı sıvalarını” dizesi geçiyor “Koptu İnci” şiirinizde. Bu tür kullanımların şiirsel serüveninizdeki yerini açabilir misiniz?

Bu tür kullanımlara ikinci yeni şairlerinde rastlıyoruz. Yine fakültede özellikle bu dersleri merakla ve ısrarla almıştım. Şiiri ve romanı didik didik tahlil eden hocalarımın peşindeydim daima.

Az söylemenin, yoğun söylemenin, öncesinde bir gebelik dönemi taşıyan, tesadüfe yer bırakmayan bir doğum ve gerçek şiir olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Bir de bunu ters yüz ettiğinizde zelzelenin yeryüzünü alt- üst ettiği gibi cevher önünüze atılıyor. Durup bakıyorsunuz bu nedir? diye.

“Adam paçalarını sıvadı” değil, “adam paçadı sıvalarını” deyince yanlış mı okudum diye yeniden bakıyoruz. Yeniden bakmalıyız da sıvanan paça mı, neden, suyun ve ay’ın ne işi var bu şiirde?  Ve sonra inciler. Şiir ancak şiirle anlatılabilir. Şimdi yeniden okumanız gerekiyor.

Gecenin Yelesi’nde sizi en çok ifade eden şiir hangisi desek?

Gecenin Yelesi’nde her şiir benden bir parça. Durum öyküleri gibi hayattan kesitler ve harmanlanmış birikimler akmakta geceye. İlle de birini seçmem gerekiyorsa “Anılar Yunmuş” demek isterim.

Edebiyat atölye çalışmalarınız da yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu tür çalışmaların şiirimize katkısı var mı? Yeni şairlerin yetişmesi bu tür alanlardan mümkün mü?

Elbette şiirime katkısı var. Atölye derslerimizde imgelerin üstüne basarak şiirler okuyor ve bu atmosferden faydalanıyoruz. İmgelerden ilhamla öykü, deneme yazmak mümkün. Şiirsel dilden düz yazıda çokça yararlanıyoruz. Şimdilik atölyelerimizde şiire özel bir ders yapmıyoruz fakat bunun çok ciddi bir iş olduğunu düşünerek erteliyor, kısmetse önümüzdeki yıllar için, bu anlamda sağlam planlar yapıyorum.

“Hoş geldin kendim” diyorsunuz şiirinizde. Kendinizle hasbihal eder misiniz sık sık?

Çok hoş bir soru, tüm söyleşi için ve özellikle bu soru için teşekkür ederim. Kişi kendiyle hasbihal etmeden, başkalarına nasıl hitap edebilir ki diyerek soruyu da sorgulayan bir cevap vereceğim. Yazmak bir iletişim şekli biliyorsunuz. İyi bir hatip öncellikle kendiyle iletişime geçerek sonra hitap ettiği topluluğa döner. Burada yalnızca bir telkin, yüzleşme söz konusu değildir.

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sendiyen Şeyh Galip’in ifadesiyle “Âlemin özü, insanın içinde saklıdır, alem bir meyveyse insan, onun çekirdeğidir.” demekle kifayet edelim. Bu hoş söyleşi için ben de teşekkür ederim.

Söyleşi: Mustafa Uçurum

YORUM EKLE