Mehmet Özdurmaz, Tuzla Ehl-i Beyt Araştırma Derneği’nin kurucu başkanı ve aynı zamanda bir Alevi dedesi. Arapça dil öğrenimi ve çeşitli gözlemler yapmak için Libya, Lübnan, İsrail, Suriye ve İran gibi birçok ülkeleri ziyaret etmiş. Mehmet Dede sürekli kitap okuyan “Kur’an” ve Ehl-i Beyt üzerine araştırmalar yapan birisi. Kendisiyle ilk görüşmemizde elinde rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin “Allahsız Müslümanlık” adlı kitabı vardı. Sonraki görüşmemizde ise İhsan Eliaçık’ın bir kitabından bahsetmişti. Katıldığı televizyon programlarının yanı sıra her sene Tuzla’da düzenlediği panellerle Ehl-i Beyt’i anlatmaya devam ediyor. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca ve Cemalnur Sargut Hanım da bu panellere katılan isimler arasında… Mehmet Dede ile birkaç sene önce Tuzla’daki ilk görüşmemizde onun küçük çocuklara Kur’an öğrettiğini görmüş ve çok sevinmiştim. Şu sıralar İslami ilimlerin öğretildiği üniversite seviyesindeki Ehl-i Beyt okulunun kurulma faaliyetlerini yürütüyor. Mehmet Dede ile Eyüp Sultan’da buluştuk ve kendisine Ebu Hanife’den İmam-ı Şafi’ye, namaz ve hacdan Filistin’deki zulme kadar birçok konuda sorular sorduk.
İslam’ın kökü de özü de selamettir, mutluluktur, huzurdur, barıştır
Sizce Müslümanların kurtuluşu neye bağlıdır?
Dünyada gerçekten İslam’ın ruhunun yeniden doğmasını istiyorsak, herkesin İslam’ın ilk yıllarını iyi öğrenmesi ve o yıllardaki anlayışa dönüş yapması lazım. O kaynağa dönüş yapılmadığında herkese göre bir İslamiyet ortaya çıkar ki bunların her birisi kültür dini, örf dini, anane dini şeklinde meydana gelir. Bunun sonu da felakettir. İslamiyet’i yaşamanın alevisi, sünnisi, kürdü, lazı, çerkezi olmaz. İslamiyet insanın insan gibi yaşaması demektir. Biz de insanî yaşamı tercih eden insanları desteklemeliyiz. Eğer desteklemezsek yeryüzünde insan nüfusu biter. Mesela çok para kazanmak için bitkilerin genetiğiyle oynadılar ve hormonlu gıdalar ürettiler. Sonunda baktılar ki bu ürettikleri şeyler insanlara zarar veriyor. Bu sefer de organik ürün elde etme projeleri geliştirmeye başladılar. Şimdi birçok bilim adamı bu organik sebze ve meyveler üzerinde çalışıyor. Bunun gibi bizler de insan fıtratını korumaya çalışmalıyız. Bu da İslamiyet’in özünü daha iyi anlamakla olur. İslamiyet’i yaşamak fıtrat programına en uygun Allah’ın reçetesidir. İslamiyet tüm insanlık için kurulmuş bir nasip sofrasıdır. Herkes bu sofradan nasibini almalıdır. Kimse öbürüne “senin nasibin bu sofrada yok” deme hakkına sahip değildir. Cenab-ı Resulullah buyuruyor ki: “Kim Müslümanları bir karış ayırırsa İslam’la bağını koparmıştır.” Yani kim başkalaştırma, ötekileştirme yaparsa o kişi İslam’la bağını koparır. Hz Adem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar gelen tek dinin adıdır İslam… İslam’ın kökü de özü de selamettir, mutluluktur, huzurdur, barıştır.
Ortadoğu’yu gezen birisi olarak İslam âlemindeki sıkıntılar konusunda ne söylemek istersiniz? Mesela Filistin izlenimlerinizden bahseder misiniz?
Birkaç sene önce Filistin’e gittim. Filistin tabi ki şu an çok mağdur durumda… Orada hayat şartları çok zor… İsrail tarafına Filistinliler giremiyor. Girenler çalışmak için kaçak giriyor. Kaçak girenler de yakalandıkları zaman büyük işkencelere tabi tutuluyorlar. Yani oradaki zulüm çok büyük bir zulüm ve çok üzücü bir boyutta… Maalesef İslam âlemi şuan kan ağlıyor. Filistin’in derdi bugün bizim derdimizdir ama bütün İslam ülkelerinin derdi de bizim derdimizdir. Daha yakın zamanda din kardeşimiz, komşumuz Irak Amerikan emparyalizminin işgaline uğradı. Ben Suriye’deyken sürekli Irak’a gidip gelenlerden soruyordum; oradaki işkenceler öyle ciddi bir boyuttaymış ki şaşarsınız. Bir Müslüman kadının bütün namusu bir Amerikan askerinin çizmesinin altında... Bu yalnızca onların derdi değil, Türkiye’deki Müslümanların da bir derdidir. Siyasetçiler de böyle diyorlar ama bunun gereğini yeteri kadar yapmıyorlar, işin içinde başka şeyler var. Filistin konusunda da Irak konusunda da Suriye konusunda da ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Mesele Kur’an ve Ehl-i Beyt gerçeğini ortaya koymaktır
“Alevi İslam Yolu” diye bir kitap çıktı okudunuz mu?
Hayır okumadım. Ama temel bir mesele olarak şunu söylemek isterim: İslamiyet’te şu yol, bu yol, o yol diye bir şey yoktur aslında. İslamiyet’te Mevlana’nın yolu, Hacı Bektaş Veli’nin yolu, Bediüzzaman’ın yolu diye de bir şey yoktur... İslamiyet tek bir yoldur. İşin özü böyledir. Cenab-ı Resullullah döneminde usuli’d dinin temel ilkeleri açık ve netti. Ama sonradan insanlar ona ekledikçe ekledi. Hani İmam-ı Ali diyor ya: “İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttılar.” İşin aslı odur. Sünniliğe veya Aleviliğe dair bir kitap yazmak önemli değil. Önemli olan Kur’an ve Ehl-i Beyt gerçeğini ortaya koymaktır.
Aleviliğe ve Sünniliğe dair bir kitabın yazılması önemli değil diyorsunuz. O halde ne yapılmalıdır?
Mesela yeni bir tefsir yazılabilir. Bir örnekle bunu açıklamaya çalışayım. Kuzey Amerika’da bir bitki türü var şu an ismini hatırlamıyorum, o bitki altmış santim uzunluğundadır. Uzun ömürlü ve çok sağlamdır. Genelde kurak iklimde yetişir. Biz o bitkiye dışarıdan baktığımızda “bu kurak araziye bu bitki ne güzel yakışmış” deriz ve bir manzara boyutunda ona bakarız. Ama bir adam da çıkıyor iki bin çeşidi olan o bitki üzerinde deney yapıyor ve diyor ki bu bitkide bizim bilmediğimiz gizli faydalar vardır. O bitkiyi alıyor kullanıyor ve bugün araba lastiği meydana getiriyor. Kur’an-ı Kerim der ki yeryüzündeki her şey Allah’ın ayetlerindendir. İşte o bitki de bir ayettir ve o ayet bir bilim adamı tarafından tefsir edilmiştir. İmam-ı Ali buyurmuştur ki “Siz Kur’an’a müracaat edin o kendisini size söyler” Mesela bir başka örnek: Kur’an güneşin hareket halinde olduğunu söylüyor. Biz insanlar güneşin sadece ışığından istifade ediyorduk, ama şimdi insanlar güneşin enerjisinden de istifade ediyor. Güneşin enerjisini yarın öbür gün tıpta da kullanabilirler. Güneş bir ayettir ama bu ayet her çağa göre tefsir ediliyor. O ayetler kıyamete kadar tefsire açıktır. Kur’an ayetleri de tabiattaki ayetler gibi her çağda tefsire açıktır.
İnançta samimi olmak önemli olan
Namazın Alevilikteki yeri nedir? Mesela Cuma namazı Alevilikte var mıdır?
Cuma namazı tabi ki Kur’an’da vardır; bu Alevilikte yoktur diye bir şey olmaz… Alevilikte günlük olarak 17 rekât namaz vardır. Bu Alevi kaynaklarında vardır; sırf farzlardır yani… Bu konuda sıkıntı yok zaten… Biz namaza karşı değiliz. Bizim demek istediğimiz şey şu: İnançta samimi olmak önemli olan… Samimi olmadıktan sonra her vakit kırk rekât namaz kıl; bunun bir önemi yok demek istiyoruz. Dinin ruhunu vücuduyla buluşturmak lazım. Birisi ruhunu yakalamış, öbürü vücudunu yakalamış, her ikisi de eksik kalmış.
Ama genelde Aleviler namaz kılmaz diye düşünülüyor hep…
Bütün inançlarda şu vardır. İnsanlar zamanla ana kaynaktan uzaklaşırlar, gelenekleri, örfleri, kültürleri dinleştirirler. Ahmet’in, Mehmet’in kitabını Kur’an kadar önemser, neredeyse ona taparlar. Kur’an perde arkasına itilmiştir. Ahmet’in Mehmet’in açtığı kapılardan girmeye çalışmışlardır. Niye? Çünkü o kapılar kolaydır. Ben dede olarak görev yapıyorum ama ben bir içtihat kapısı değilim. Ben Ehl-i Beyt’in içtihatlarına müracaat ediyorum. Eğer öyle yapmaz kendimce bir kapı açmaya çalışırsam bu bir sapma olur. Şimdi siz bana soruyorsunuz: Kur’an’da namaz var mıdır? E ben şimdi Kur’an’daki namazı nasıl inkâr edeyim, nasıl yoktur diyeyim? Ama yoktur diyenler var. Veya “Kur’an’da ramazan orucu var mıdır?” diye soruluyor. Ben “var” diyorum ama “yoktur” diyenler var. İşte o yoktur diyen kendine göre bir içtihat kapısı açıyor; o da insanların işine geliyor. Ve insanlar oraya daha çok rağbet ediyorlar. Onun da işine geliyor çünkü… O da insanların nabzına göre şerbet veriyor. Gerçekleri söylemek gibi bir hedefleri yok, peşlerinde sürüklenecek bir toplum yaratmaya çalışıyor. Bizim çizgimiz ise ideolojik ve kültürel Alevilik değildir. Hz. Ali’nin çizgisi İslamiyet’tir, onun dışında değildir. İdeolojik düşünen insanlar var. Adam ateist ama bir bakıyorsunuz bir inanç kurumunda görev almış.
Ağaç şeriattır onun meyvesi de hakikattir
Hacı Bektaş Veli’nin “Makalat”ında namaz, oruç ve hacdan bahsediliyor. Diğer taraftan da “hac bir gönle girmektir” gibi bazı açıklamalar yapılıyor. Bunu nasıl anlıyorsunuz?
Kişinin iç âleminde yaptığı bir hac olabilir, bu ayrıdır. Ama sonuçta zahiri boyutta da bir Kâbe ziyareti Kur’an’da vardır.
Ali Şeriati’nin Hacla ilgili bir kitabı var, orada hac ibadetini öyle mükemmel bir şekilde anlatmış ki insanın içinde hacca gitme aşkı meydana getiriyor…
Hac Allah’ın bir emridir. Biz Kur’an’ın batınını yaşayalım ama zahirini de yaşayalım… Kur’an’ın zahirini bir kenara itip de “sen dur bizim işimize yaramazsın” diyemeyiz. Biz bir ağacı keser atarsak ağacın meyvesini nasıl yiyeceğiz? Ağaç şeriattır onun meyvesi de hakikattir ağacı kesersek meyve de olmaz.
Bu konuyu ağaç örneği ile çok güzel özetlediniz. Başka bir soruya geçmek istiyorum. Bir Alevi Dedesi olarak Ebu Hanife hakkında ne düşünüyorsunuz? Malum kendisi bir Ehl-i Beyt savunucusu aynı zamanda…
Ehl-i Beyt imamları sadece Alevilere ait değerler değildir. Kim ki: “La ilahe illallah Muhammedur resulullah” denmişse Ehl-i Beyt hepsinin imamıdır, önderidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim Ehl-i Beyt’in arınmış olduğunu, masum olduğunu söyler. Nitekim Ebu Hanife’nin de şu sözü meşhurdur: “Eğer son iki senem olmasaydı Numan helak olmuştu”. O iki sene neydi ki Ebu Hanife helak olmaktan kurtuldu? Oysaki o âlimdi, bilgindi, itibar sahibiydi… Ama bunlar yetmedi, son iki senesinde Cafer-i Sadık’a yani irşat makamına müracaat etti. Evet, İmam-ı Ebu Hanife bir Ehl-i Beyt savunucusudur. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in döneminde Zeyd’in yanında yer almıştır ve o dönemin saltanatına başkaldırmıştır. Sonra da İmam Cafer-i Sadık’ın oğlu İsmail’e yardım etmiştir.
Bugün durumumuz ne?
İmam-ı Şafi hakkındaki görüşünüz nedir?
Bütün mezhep imamlarının hepsi insanları Ehl-i Beyt’in sevgisine yönlendirmişlerdir; asla “onları terk edin” dememişlerdir. Bugün bir Alevi Ehl-i Beyt’in adını kullanıyor ama Ehl-i Beyt’in çizgisinde değil. Bugün Sünni de sünneti anlayıp yaşamıyor. Bunlar olabiliyor. İmam-ı Şafi Arapça bir şiir yazıyor onun Türkçesinde diyor ki: “Ben insanların dalalet denizine battıklarını görüyorum. Allah diyorum uyanıyorum ve necat gemisine biniyorum. O gemi Muhammed Mustafa’nın Ehl-i Beyt’idir. Orada bir ipe tutunuyorum; o ip onların velayetidir. Ve biz o ipe tutunmakla emrolunduk.” Çok açık ve net bir şekilde bunu söylüyor. İmam-ı Şafi bunu söylerken aslında bir cihat ediyor. Bugün insanlar İmam-ı Şafi’nin bu sözünün ne kadar bilincindeler?
Şu an Eyüb El Ensari hazretlerinin yanı başındayız. Bir alevi dedesi olarak bu zatla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eyüb El Ensari ile ilgili Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’de bazı belgeler var. Onun İstanbul’a gelişi ile ilgili tarihî gerçeklerin aydınlatılması gerekiyor. Hatemi hocaya göre Eyüb El Ensari söylenegeldiği gibi İstanbul’a Emevi ordusuyla birlikte gelmemiştir, daha önceden gelmiştir. Emevilerle bağlantısı olduğu takdirde Eyüb El Ensari’nin İmam-ı Ali’ye karşı çıkmış bir grubun yanında yer almış gibi bir sonuç ortaya çıkar ki o da mümkün değil. Çünkü Eyüb El Ensari, Resulullah’ın yanında yetişmiş ve İmam-ı Ali hakkında da bilgi sahibi bir zattır.
Buradaki türbede Eyüb El Ensari hakkında Emevi ordusu ile İstanbul’a gelmiştir diye bir yazı vardı önceden. Fakat şimdi o yazıyı kaldırmışlar…
Bir hadiste “Ali nerdeyse hak oradadır” buyrulur. Mesela Sıffın savaşında Veysel Karani’nin İmam-ı Ali’nin safında yer aldığı bazı kaynaklarda geçer. İşte Eyüb El Ensari de hakkın yanında saf olanlardan birisidir. İslam’ın gerçeğinin farkında olan ve Resulullah’ın yanında olan ve onun bütün emanetlerine sahip çıkan bir kişiliktir. Bu nedenle Eyüb El Ensari gibi bir zatın Emevi ordusuna katılması kesinlikle düşünülemez, mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı bugün biz gelip de onu ziyaret etmezdik.
Bu konuda ben de Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca ile bir telefon görüşmesi yaptım ve naklettiğiniz bilgileri kendisinden de dinledim. Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Aydın Başar konuştu
Röportajın sonunda bahsedilen''Ali neredeyse hak oradadır'' şeklindeki bir hadis uydurma olabilir ancak.Çünkü hakkın ölçüsü kişiler değildir.Bu sözün doğrusu hak neredeyse Ali oradadır olmalıydı.