Bir bienal yapılıyor. Hem de dünyada ilk defa. Dünyada ilk defa bir bienal yapılmıyor ama klasik sanatlarımız üzerine ilk defa bir bienal yapılıyor. İsmi Yeditepe. Uzun ve yoğun bir hazırlık süreci var arkasında. İyi bir ekip canhıraş bir şekilde çalışıyor. Alışageldiğimiz görme ve gösterme biçimlerinin dışına çıkan, hatta onlardan taşan çalışmalar söz konusu.
Ben de bu vesileyle bienalin küratörü Serhat Kula'yı gözüme kestirdim ve bulup konuşturdum. Bienalin Fatih Belediyesi içindeki ofisinde gerçekleşen konuşma, hem bienal ve çağdaş sanat meselesine hem de 15 Mart – 15 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek Yeditepe Bienali’ne dair açılımlar sunuyor.
Dünyada ilk defa gerçekleştirilecek olan, Geleneksel Türk Sanatları merkezli bir bienale küratör olmaya zemin oluşturan sanat serüveniniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bir Güzel Sanatlar geçmişim var Sakarya’da. Dersler haricinde kıymetli hocaların dizlerinin dibine oturarak, hem okullu hem de alaylı eğitim alma imkanım oldu. Mezun olduktan hemen sonra dünya sanatının başkenti diye tabir ettiğim Avusturya’ya gittim. Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde mimarlık tarihi eğitiminin yanı sıra bilhassa barok sanatı üzerine çalıştım.
Özellikle Viyana benim sanatı kavrayışım açısından kendime çok fazla soru sormama sebep olmuştur. Tanıştığım ressamların sanatı sorgulayışı ve çözüm arayıcı bir araç olarak bakmaları beni çok etkilemiştir. Akademik eğitim esnasında klasik sanat felsefesine odaklanırken, küçük atölyelerde günün sanat ihtiyaçlarına yönelik üretilen çalışmalarla karşılaşıyor olmak fotoğrafa bütünüyle bakmaya fırsat sunuyordu. Daha sonraları bir galeri açma fırsatım oldu. Yaklaşık 5 yıl kadar Viyana’da muhacir olan farklı kültürlere ait eserlerin sergilendiği bir galeriyi işlettim. Galerinin işletmeciliğine eş zamanlı olarak 2 yıl boyunca haftanın 2 günü Macaristan’ın başşehri Budapeşte’de kitap sanatlarımız hakkında atölye çalışmaları yapıp seminerler verdim. Bu dönem sanat anlamında hayatımın en yoğun ve bir o kadar da verimli zamanı oldu. Ardından bir çok karma ve kişisel serginin küratörlük görevleri geldi.
Geleneksel sanata bakışımız ile Avrupa’nın çağdaş görme biçimlerini sentezlemek ve iki tarafın artılarını bir kesişim kümesinde birleştirmek adına bereketli bir dönem olduğu kanaatindeyim. Ardından Türkiye’den gelen bir iş teklifi ile Skylife dergisinde görev almak üzere eşim ve çocuklarımız ile birlikte Türkiye’ye dönüş yaptık. Ve şu anda, Yeditepe Bienali için sanatımıza katma değer üretmeye çalışıyorum.
Viyana’da galeri açacağınız zaman mülk sahibiyle aranızda geçen dönerci hikayesi var bildiğim kadarıyla. Bu hikayenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu hadiseden bahseder misiniz?
Evet… Enteresan bir hikaye bu. İstanbul’un Cihangir bölgesine benzer bir muhitte kendime galeri için uygun bir yer arıyordum. 2 ay kadar dolandım diyebilirim. Her gün önünden geçtiğim bir mağazanın kiralık tabelasını görür görmez aradım. Telefondaki kişi Almanca telaffuzumdan benim bir yabancı olduğumu anladı tabi. “Nereden geliyorsunuz acaba” diye bir soru yöneltti. Kendisine “İstanbul’dan geldim” cevabını verir vermez, orada ne açacağımı dahi sormadan, “Özür dilerim siz burayı kiralayamazsınız, çünkü biz aldığımız bir karar ile dönerciye müsade etmiyoruz” dedi.
Avrupa insanının bakış açısının darlığını da burda tecrübe etmiş oluyoruz. Bu noktada bizim hiç kusurumuz yok diyemem. Kültür mirasımız hakkında tanıtabildiğimiz tek şey döner olmuş maalesef. Galeri açıldıktan sonra kendisi beni ziyarete geldi ve çok mahçup oldu karşılaştığı ortamdan dolayı.
Avrupa’daki tecrübelerinizden yola çıkarak çağdaş sanat vesilesiyle halkın sanatla buluştuğunu söyleyebilir misiniz?
Her çağın bir sanat ihtiyacı olmuştur. Fakat soyluların iktidarında bu durum, avamın kendi ihtiyacını iptidai şartlar ile karşılaması ile neticelenmiştir. Sanat üretimlerinin popüler karşılık bulması için yönetimlerin desteği olmazsa olmazdır. Rönesans bu anlamda bir zemin sayılabilmiş olsa da, genel halk kitlelerinde bir karşılığa ulaşmış demek yanlış olur. Yönetimlerin değişmesi ile sosyalleşen kültür miraslarında bugün klasik ve çağdaş diye iki farklı ayrıma gidebiliyoruz. Daha öncesinde klasik, toplumu haiz bir sanat türü olarak değerlendirilemez. Alt metninde yücelenme, ayrıştırma, varlık ve zenginlik mührü ya da ego tatmini görülen üretimlerin karşısında 19. yy sanatı bir duruş ve itiraz ile kendisine bir yol bulabilmiştir. Bu açıdan bugün ne kadar estetikten ödün vermiş olsa da çağdaş Batı sanatı bir serencamın tezahürüdür. Sıradan vatandaşın da hak iddia edebildiği ya da ortak bir ideada bütünleştiği sanat üretimleri, ticaret ile sınıf atlayan toplumlarda kişisel ilgi odağı ya da yatırımsal koleksiyonlara dönüşerek bugünün sanat sektörünü oluşturmuştur.
Çağdaş sanat ve bienaller, sanat tarihinde hemen hemen eş zamanlı. Birbirlerini beslediklerini söyleyebiliriz. Batıdaki kabule göre çağdaş sanatla beraber tarihte ilk defa halkın sanatla bütünleşmesi ve birleşmesi gerçekleşti. Fakat Türkiye’deki bienal uygulamasına baktığımızda bunun pek de öyle olmadığını, Türkiye’deki çağdaş sanatın serüveni ve muhatapları itibariyle pek de halkla bir bütünleşmenin gerçekleşmediğini görüyoruz. İstanbul bienalinden farklı olarak Yeditepe Bienali’nde bu buluşma gerçekleşecek mi?
Batı merkezli sanat algısına değinmek gerekirse, aslında krallıkların ortadan kalkması ve halk sistemlerinin yönetimleri devralmasıyla sanat kültüründe de inanılmaz bir değişimin olduğunu biliyoruz. Çünkü sanat, fikirsel ya da kültürel paylaşım açısından özgürlüğe muhtaç bir hamura sahip. Oligarşik yapıların içerisinde iktidar ihtiyaçlarını karşılamak ya da elitist göstergeleri belirlemek için suistimal edilmiş bir durumda kalmış. Birkaç asır sonrasında bugün aslına rücu etmeye başlıyor desek mübalağa etmiş sayılmayız. Çünkü sanat artık ticaret dünyasında önemli rakamları karşılayan bir sektör. Birçok endüstriye ve tanıtım mecrasına hizmet etmekte. Bu nazardan bakarsak bugün dünya, sanat sektörü içerisinde toplumların her kesimini yakalayabilecek önermeler sunabilmekte. Türkiye’de ise bu durum halen gettolaştırılmaya çalışılan, ortak fikir paydalarında buluşanların teneffüs edecekleri atmosferi oluşturan defakto bir özel ilgi alanında. Bilhassa ithal sanat üretimlerinden rol çalan sanatçıların yaptıkları bir kaç jenerasyon öncesinin anlayamadığı eserleri sergilemekten öteye gidemiyor. Yeditepe Bienali’nin tam bu noktada yelpazesi geniş, genetik kodlarımıza sirayet eden, estetik algımıza karşılık veren sanat eserleri ve performanslarını her kesimden insana teşhir edebilmek açısından ihtiyacı karşılayacağını düşünüyorum.
Peki bir taraftan yıllardır yapılması konuşulan, diğer taraftan varlık telakkimiz bağlamında tartışılan bienal fikrinin vücut bulma sürecinden ve bienalin paydaşlarından bahseder misiniz?
Bu soru vesilesiyle hem bienal kültüründen bahsetmiş hem de bienallerin bizim açımızdan konumu ve bu bienal fikrinin oluşum sürecine de değinmiş oluruz. Aslında bienal kültürü, birçok farklı sanat türünde de kullanılagelen bir tarz. Fakat dünyada en çok bilinen haliyle plastik sanatlar üzerinde durulan bienalleri, birbirinden çok farklı disiplinlerin belirlenen bir tema üzerinde paylaşım amacını yakalama çabalarını sanatseverlerin yorumuna açmak olarak özetleyebiliriz. Bunun tabi bir anatomisi ve stratejisi var. Yeni mekanlar keşfetmek, kamusal alanlara açılmak, farkındalık oluşturacak etkinlikler ile gündemi yakalamak, bir çok kültürün ortak değerini yakalayıp global bir dil oluşturabilmek gibi. En önemlisi de, bienal mekanlarının bulunduğu bölgelerin süre içerisinde esnafından eğitim kurumlarına, sivil toplum kuruluşlarından kamu birimlerine kadar ortak bir paylaşıma sahip olması. Venedik Bienali bu anlamda iyi bir örnek olabilir. Başladığı takvimden bitiş süresine kadar şehir adeta bienal için kendini bir bayram misafirine hazırlar gibi konsantre olabiliyor.
Bizim bu konuda sergi kültürümüz dahi, özellikle geleneksel sanatlar anlamında çok eski değil. Osmanlı kültüründe sanatçıların icra ettikleri eserleri teşhir etme, “bakın ben yaptım, buyurun görün” fikri tasavvufi öğretilerin gereğince olgunlaşmamış. Çünkü geleneğimizin sanata bakışı popüler değil fonksiyonel. İhtiyaca binaen ya da kıymete mahsus bir sanat üretim felsefemiz var.
70’li yıllarda ilk denemeler ile başlayan geleneksel sanat eserleri sergilerimiz, bugün sanatçılarımızın en temel etkinliklerinin başında geliyor. Çünkü bugün geleneksel sanat kültürümüzün dünyadaki global sanat çevrelerinin bakışına yaklaşması kaçınılmaz bir durum. Bugünün sanatçısı aynı zamanda bugünün insanı. Yaşayışı, hayatı kavrayışı, ilgi alanları ve yaşadığı fiziki ortam global bir standartta erimeye mahkum. Biz bu durumu, geleneksel perspektifimize uygun hale getirmeye uygun tarzları devşirerek kendi yoğurt yiyişimiz ile olumlu hale dönüştürebiliriz diye düşünüyoruz. Zira sanatımızın içeriği bienallerin atmosferinde oluşan metafor yüklemeleri açısından çok zengin. Bu fikirlerden hareketle Fatih Belediyesi ile Klasik Türk Sanatları Vakfı ortaklığında kültürümüze ait doku ve formları içeren sanat eserlerinin bulunduğu bir bienal oluşumu, sanatımızın zirve dönemlerinde olduğu gibi bugün de Cumhurbaşkanlığı’nın himayeleri ile vücut bulmayı amaçlamakta.
Cumhurbaşkanlığı himayesi üzerinde biraz durmak istiyorum. Biraz açar mısınız?
Cumhurbaşkanlığı, bienalimizi himaye eden üst çatı aslında. Bu durumun çok büyük katkıları olduğu düşüncesindeyim. En önemlisi, bir bienal ile yeniliğe, bugüne dair üretimlere, eksilerinin- artılarının tartışılabildiği bir ortam ile katma değer kazanacak olan geleneksel sanatımız, Cumhurbaşkanlığı ile bu dönüşüme resmi bir akreditasyon desteği almış oluyor. Bunun yanında İstanbul’umuzun en kıymetli yeri olan Tarihi Yarımada içerisindeki asırlık mekanların sanatın hizmetine açılması imkanı elde ediliyor.
1. Bienalimizin ilk teması; Ehl-i Hiref. Biraz bundan bahsetmek gerekirse, ehl-i hiref, Osmanlı sarayının himayelerinde halkın estetik ihtiyacını karşılamak adına mimari, endüstriyel ve el işi tasarım, temel ihtiyaç ürünleri, mimari unsurlar, nadide kültür ürünleri gibi sanat ve tasarım bilincine sahip kişilerin bir çatı altında himaye edildiği ocak. Ehl-i Hiref’i bir fikir yapısı, ortak sanat bakışı, zamanın görme biçimlerinin tasarım atmosferi olarak da tabir edebiliriz. Cumhurbaşkanlığı’nın himayelerini de bu anlamda kültürel ve sanatsal tarih mirasımızın yaşatılmasına destek olarak değerlendirmemiz gerekiyor.
Az önce mekanlardan bahsettiniz... En kıymetli mekanlar... Biz bienal kapsamında farklı teşhir yöntemleri için kullanılacak hangi mekanlarda bu sergilemeyi temaşa edeceğiz?
Bienalimizin merkezi Fatih Belediyesi sınırları içerisindeki Tarihi Yarımada. İsminin de Yeditepe olmasının sebebi bu. Malumunuz Yeditepe, İstanbul’la, hatta Suriçi ile anılan bir isim. İstanbul’un o dönemki merkezi statüsündeki Suriçi, içinde bulunan 7 farklı tepenin ismiyle anılagelmiş. Biz de buradan hareketle, sanatlarımızın çıkış noktalarını, zirveye ulaşmasına zemin hazırlayan ve hatta bazı ilk örneklerini bulabildiğimiz bu bölgeyi, Yeditepe bienalinin sürekli devam edecek, daimi mekânı olarak belirledik. Hem bu bienalde, hem de sonraki bienallerimizde İstanbul’a gelen yerli ve yabancı turistler ve İstanbullular için bu bölgeyi, mimari ve sanatın kaynaştığı tarihsel tekerrür adına sürekli bir sanat bölgesi haline dönüştürmeyi hedefliyoruz. Birlikte hem Roma/Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalan anıt abidelerin hem de cumhuriyet döneminde yeniden inşa edilen ve bugün hâlâ hizmet vermeye devam eden yapıların sanat galerilerine dönüşmesini tecrübe edeceğiz.
Sirkeci’den başlayarak Yedikule’ye kadar olan bölgenin içerisindeki birçok cami, han, medrese, hamam, gar, saray, kale, kasır, çeşme, külliye ve kütüphaneler mekanlar listemizdeki yapı tipleri içerisinde bulunmakta. Özellikle Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi, Aya İrini, Sirkeci Garı, Tekfur Sarayı gibi yapılar, İstanbul’un medeniyetlere ev sahipliği yapan tarihin başşehri olduğunu vurgulayan mekanlar. Biz bu ortamların iç mekanlarının estetik zerafetini, ihtişamını, tarihi dokusunu ve ışık ile oluşturduğu iç ambiyansa rekabet etmeyen, tam aksine teşhir edilen sanat eserlerine sunum cazibesi katacak sergileme formülleri bulmayı amaçlıyoruz. Osmanlı döneminden taşınan kadim eserleri Bizantik yapılarda, modern çalışmaları ise Osmanlı dönemi klasik mimarilerinde kullanmak gibi tezatlardan faydalanan bir strateji belirledik. Bu durumu yakından hissetmenin çok değişik bir tecrübe olacağına eminim.
Bienallerin asıl amaçları içerisinde; gözden kaçan estetik ve mekansal olarak bize cevap verebilen alanların tekrardan gün yüzüne çıkması, insanlara kapılarını açması ve sahip oldukları yüksek sanatlı mimari tasarımlarının farkındalığına destek olmanın yer alması önemli bir yer teşkil eder. Biz, Yeditepe Bienali’nin gözden kaçan bir çok mekanın gün yüzüne çıkmasına hizmet edeceğine kesinlikle inanıyoruz.
Her bienalin bir teması olur. Yeditepe Bienali tema olarak hangi konuyu ele aldı ve biz bu sürede, bu temanın yansımalarını nasıl tecrübe edeceğiz?
Önceki sorularında mevzu ettiğim gibi 2018 Yeditepe Bienali’nin teması; Ehli Hiref. Bu sanat ekolü ismini, Osmanlı döneminde ortak üretim kültürünü sanat gibi bireyselliğin çok üstte tutulduğu bir alanda başarmış olunması açısından ele aldık. Sanatçıların bir platformda tanışması ve teknik, malzeme ve tasarımlar arası bir iletişim imkanının oluşmasının, Ehl-i Hiref’in bugün yad edilmesi açısından işlevsellik kazandıracağı kanaatindeyim. Bunun yanında bir bienal kültüründe olmazsa olmaz olan ortak noktaya bakışın tezahürünü oluşturacak alt temalar da belirledik.
Beş farklı alt tema içerisinde bize projeleriyle başvuran ya da bizim tercih ettiğimiz sanatçılarımızın üretimlerine göre sıralama yaptık. Bu gruplandırmanın sonunda da Ehl-i Hiref döneminde kullanılan malzeme, figür, form ve soyut kavramları kurgusal başlıklarda açmış olduk.
Örnek vermek gerekirse “Kuş Misali” isminde bir temamız var. Bu tema insan odaklı bir metaforu içinde barındırıyor. Bir kuş üzerinden insanın yaşadığı zorluklar, çabalar, kahramanlıklar, sorunlar gibi serüvenleri yansıtmak amacıyla kuş figürünü ele aldık. Osmanlı döneminde tasarlanmış kuş formlarını bugünün dünyasının insanını anlatmak adına kullanmayı, bu tasarımlar üzerinden bir sanat üretiminde buluşmayı hedeflemekteyiz. Kuşların göç anlarında oluşturdukları formlardan tutun, kuş üzerinden kendimizi hissedebileceğimiz, metropol hayatında yaşayan insanın kuşla olan ilişkisini canlandıracağı, kuşların kalabalık kent hayatındaki zor yaşam şartlarından dem vuracağı, ya da bir sanatçının kuş figürü ile kendi hayatının içerisindeki serencamı paylaşacağı sanat eserleri ile karşılaşmış olacağız. Bununla beraber Osmanlı kuş evlerinden örnek verebiliriz. Kuş evlerinin ne kadar kuşların konforunu düşünen, onların barınma ihtiyacını sanatlı bir şekilde karşılayan eserler olduğunu hiç düşündük mü? Ya da tezhip, minyatür, cilt, hat sanatı gibi dallarda sürekli karşımıza ayet, beyit ve kelam-ı kibarların içeriklerindeki halleri yansıtan tasarımlarda karşımıza çıkan kuş figürlerinden bir çıkarım yapmalı mıyız? Sanatımızda bu kadar önemli bir rol sahibi olan kuşlara bugünün insanı ne kadar imkan veriyor? Kuşları canlı olarak da yaşamımızda ne kadar gündemimize taşıyoruz? Ya da bir kuş üzerinden kendimizle ilgili bir bağlantı kurabiliyor muyuz? Bu gibi sorulara cevaplar arayan okumaları yapabileceğimiz; geometri, çiçek, Istanbul gibi içeriklere sahip temalarımız mevcut.
Yeditepe Bianeli uluslararası bir çapta mı olacak ulusal düzeyde mi?
Yeditepe bianeli uluslararası çapta olacak. Bugün bianel süresinde bize Ortadoğu’dan, Afrika’dan, Avrupa’dan ve Uzak Doğu’dan sanatçılarımız başvurdular. Ayrıca bizim davet ettiklerimiz, bienalde olmasını istediklerimiz oldu. Özellikle sonradan müslüman olan ya da gayrimüslim olarak bizim sanatımıza merak duyan yabancıların projeleri mevcut. Biz Yeditepe Bienali’ni İslam sanat kültürünün merkezi konumuna yerleştirmek istiyoruz. Meşhur bir söz vardır; “Kur’an-ı kerim Hicaz’a indirildi, İstanbul’da yazıldı, Kahire’de okundu” diye. Bu söze mazhar olan geçmişimizin bugün halen sürdürülmesi adına sanatçılarımız önemli üretimlere devam ediyorlar. Bu bienalin, bu üretimlerin, bu tesisin markası halinde bir çatı olarak ilelebet bu anlamda bu çalışmaları yaşatacak bir kuruma dönüşmesi hayalini taşımaktayız.
Ressam İlhami Atalay ‘Sanatçı gelecek çağda yaşar’ der. Sanatın insanlara vizyon sunabime becerisi ve geleceği farklı açılardan biçimlendirme özelliği olduğu söylenir. Yeditepe Bianeli’nin de geleneksel sanatları ihata ederek, onlar üzerinden açılım gerçekleştirmek, yol açmak gibi bir hedefi var bildiğim kadarıyla. Bunu sağlayabilecek mi Yeditepe Bianeli? İslam sanatlarının bu çağa uyarlanması ve kendi topraklarından dışarı çıkarak cihanşumul bir ifade biçimine dönüşmesi noktasında Yeditepe Bianeli ne işe yarayacak, ne yapacak?
Çok önemli bir konuya değinerek bianelin ana amacına dair bir soru sordunuz. Malumunuz geleneksel sanatlarımız bir silsile kültürüyle, hoca-talebe ilişkisiyle devam ediyor ve bu anlamda bugün, silsilenin devam ettirilmesi konusunda jenerasyon farklılıklarından dolayı sorunlar yaşanıyor. Çünkü bugün yaşayan toplumun görme biçimleri, ihtiyaçları farklı. Güçlü bir gelenekle günümüze gelen ve neşe saçan eserlerin bugünün insanına ve zamanına hitap ederek tatmin sağlaması için yeniliğe ve Ar-Ge çalışmasına ihtiyaç var. Bunun nasıl sağlanacağının cevabını bugün vermek zor ama bianel bu hususta bir ateş yakmak, buna bir zemin oluşturmak istiyor. Birinci bienalde cevapları almak mümkün değil ama yedinci, sekizinci bienalde bugün sorduğumuz sorulara cevaplar almamız olası.
Burada kabuk kırmaktan bahsediyorum. Burada konuşulması gereken meselerin işin erbaplarınca hem söz hem de eserlerle konuşulmasından bahsediyorum. Bir tartışma ortamının oluşması çok faydalı sanatımız adına. Bu, zarar vermek yerine tamamen malumun ilamına vesile olacak bir durum.
İhtiyaç nedir? Yeni jenerasyonunun üretim amaçları nedir? Toplumun değişen sanat algısına göre evrilmek zorunda mıyız, değil miyiz? Aslında buna cevap arıyoruz bianellerde. İyi bir bianel, mükemmel bir bianel, çok güzel çalışmaların olduğu bir bianel değil aslında amacımız. Bianelin bir tartışma ortamının, tabiri caizse bir laboratuvar ortamının oluştuğu bir kavram olması gerekiyor. Biz bu sanatların içerisindeki disiplin kültürünü tartışmak değil, tam tersine bugüne göre iyileştirmekle ilgili kaygılarımızı karşılayacak bir ortam, strateji belirledik. Bu, neticede sanatseverlerin de dahil olacakları bir strateji. Sanatseverler de aslında bir şeyin neticesine karşı karar verici pozisyonda olacaklar. İlgi ve alakaları ile bize bir malzeme oluşturacaklar. Bunun neticesinde birkaç bianellin sonunda bir analiz yapmak ve önümüze bir rapor koymak istiyoruz. Evet sanatımız bu noktada, şöyle bir gelişime ihtiyacı var ya da hiç tahmin etmediğimiz bir potansiyele sahip. Biz bunu sorgulamak istiyoruz. Bugün, şu anda 16. yüzyılın kadim olan sanatını tekrar ederken aslında bir anlamda onu tekrar ettirmenin verdiği sıkılmışlığa bir alternatif oluşturuyor muyuz? Bu da önemli bir soru, yani konserve ediyor muyuz, koruyor muyuz kadim olanı, klasik olanı?
Klasik olanı tekrar ederek mi koruyoruz yoksa varlığın her an neşe içerisinde olması üzerinden giderek mi koruyoruz?
Bianel tam olarak bu soruya cevap arıyor aslında. 2050 yılının Türk hattatının ne üreteceği ile ilgili bir öngörü arıyoruz ya da bir zemin oluşturmak istiyoruz. Gördüğü örnekler ufkunu açacak mı, bir yenilik getirecek mi, kullandığımız materyal değişecek mi, teknoloji ne kadar etki edecek? Her gün dünyadaki sanat akımlarına teknolojik imkanlar ekleniyor. Dijital ortamlar, bilgisayar destekli tasarımlar. Lazer diye bir gerçek var, üç boyutlu tasarım yapan yazıcılar çıktı. Bir dönem fotoğrafın icadıyla nasıl ki resim sanatındaki klasik portre, manzara resmi üretenlere ihtiyaç kalmadı, bugün de heykeltraşlar 3D yazıcının çıkmasıyla kendilerinde bir kaygı hissediyorlar. Hayat her geçen gün değişiyor ve bu değişime sanatçıların ayak uydurması gerekiyor. Biz bu noktada nerede duracağız, asıl sorumuz bu. Bianellerde soru sormak cevapları da kendiliğinden getirecek. Hatta bir kaç bianel sonunda topladığımız bilgi bize sanatımızla ilgili yönlenmemiz gereken rotayı çizecek.
Biz bianel başvuruları üzerinden yatığımız gözlemde beklediğimizin üstünde bir potansiyel gördük. Yani bianel kültürüne dair işler üretebilecek sanatçılarımız olduğunu farkettik. Yaklaşık iki aylık bir sürede 120 sanatçıyla bire bir temasımız oldu. Bu temaslar neticesinde elde ettiğimiz fikir, çok önemli işlere imza atacak ve dünyada ses getirecek kapasitemiz var fakat sanatçılarımızın kendi içinde yaşadığı tereddütler ve sanat alanında karar vericilerin yönlendirmeleri üzerinden oluşan boşluğun üretim problemini doğurduğudur. Biz bu problemi çözmek istiyoruz. Yeditepe Bienali de buna dair iyi niyetle atılmış güçlü bir adımdır.
Röportaj: İsmail Erdoğan