Tasarımcı, mimar, sanatçı, hattat vs. size atfedilen birçok uzmanlık alanından ziyade ve ötede size göre Sami Savatlı aslında kimdir?
1983 yılında Adana’da dünyaya geldim. İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da, üniversite tahsilini, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünde tamamladım. 2009 yılında İstanbul Maçka’da kendi tasarım ofisimi, Content İstanbul’u kurdum. 2012 yılında, Uluslararası EDIDA tasarım ödüllerinde en iyi genç tasarımcı ödülüne layık görüldüm. Yeme içme sektöründen, İstanbul’un bilinen pek çok mekânı ile birlikte başta İstanbul, Ankara ve Bodrum olmak üzere Kuveyt, Cidde, Bahreyn, Tahran, Paris ve Floransa gibi dünyanın pek çok şehrinde konut, restoran, ofis ve mağazaları içeren çok sayıda proje yaptım. Bünyesinde mimar, iç mimar, ressam ve tasarımcılardan oluşan 12 kişilik genç ve yenilikçi bir ekip ile çalışmalarımı sürdürüyorum.
‘Savatlı style’ deyince ilk akla gelen; ‘gelenekle modern’i; ‘doğuyla batı’yı, ‘zanaat ile sanat’ı harmanlıyor oluşu. Eserlerinizde evvelden ahire giden ve şahidini bulunduğu düzlemden alıp hâl içre hâllere sürükleyen katmanlı bir yolculuk var. Bu harmoniyi nasıl yakalıyorsunuz?
Evet, tasarım anlayışımda da bu dualite var; Doğu-Batı, klasik-modern. Bu dualite zaten beni besleyen temel duygu. Beklenmedik yerlerde, beklenmedik renkleri kullanımlarını seviyorum ya da kimi zaman detaylarda renk ile vurgu yapmayı. Doku ve katmanlar ise bana her zaman çok çekici geliyor. Hiç renk kullanmadan sadece doku farkları ile bile kimi zaman renkten daha güçlü ifadeler yaratabiliyorsunuz. Bunların hepsi zaten size zengin bir oyun alanı sağlayan ve kullanılması gereken enstrümanlar. Tüm bunlarda yakaladığım harmoni ise zaten beni ben yapan ve bugüne kadar taşıdığım biriktirdiğim değerlerden mütevellit demek doğru olur.
Enstalasyon ve hat/tezhip çalışmalarınızda özellikle takip ettiğiniz bir usul ya da ekol var mı? Sülus, ta’lik, rika vb. sizin hat tekniğinizin göz kırptığı geleneksel usul ya da usuller nelerdir?
Benim yaptığım kelimenin tam anlamıyla çağdaş sanat, geleneksel sanatlara dair görsel ya da üretim tekniğine dayalı detayları kullanıyorum ama hattat değilim neticede. Bu ince çizgi sanırım zaman içinde ayırtedilecek. Geleneksel sanatların ötekileştirildiği ve çağdaş sanattan kalın duvarlarla ayrıştığı günümüzde, gündelik hayatımıza, bu geleneğin izlerini az da olsa taşıyabiliyor olmak bana inanılmaz haz veriyor. Aslında yaptığım işi şöyle özetleyebilirim; verimli sonsuz bir toprağa birtakım tohumlar saçıyorum. Bu tohumlar, insanlarda âşinalık hissiyle beraber, daha önce tatmadıkları birtakım duyguların doğmasına yol açıyor. Ve bu, her seferinde yenilenerek ve evrilerek gelişiyor. Gelecek nesillerin kültürel kaderini ve algılama biçimlerini, etkileme dürtüsü ile üretim yapıyorum.
Aile geleneğinden gelen; Savat gümüş işçiliği ve hat sanatı ile küçük yaşlardan itibaren bir tanışıklığınız var. Ancak eserlerinizde ve kullandığınız malzemelerde organik/ bozulmamış olanı, çağdaş sanatın estetik kodlarıyla birlikte okuyabiliyoruz. Geleneksel Türk sanatlarını çağa uyarlarken; özellikle dikkat ettiğiniz; kırmızı çizgiler/temel kriterler var mı?
Ailede hem mimar hem de hat sanatı ile alakalı çok sayıda birey olunca ben de ister istemez bu alanlara karşı bir merak ve bilgilenme sürecini küçük yaşlardan beri yaşadım. Ama kafam, hem tasarım hem sanat anlamında hep yan yana gelmeyen iki şeyi, yan yana getirmek üzerine çalıştığı için geleneksel sanatlarla ilgili modern bir perspektif üzerine uzun yıllar kafa yordum ve denemeler yaptım, diyebilirim. Kaligrafi kullanıyorum, ancak bunu geleneksel usulde kâğıt ve kamış kullanarak yapmıyorum. Benim yaptığım aslında kaligrafiyi işin içine kattığım resim. Resim diyorum; çünkü tamamen resim tekniği ile yağlı boya ve fırça kullanıyorum. Bunun dışında kimi zaman akrilik, mürekkep ve çoğunlukla da altın kullanıyorum. Bu işlere zaten karışık teknik/ mixed media tabiri daha çok uyuyor.
Postmodern uygarlıkta sanat nereye gidiyor? Sizce gelecek yüzyıla damga vuracak sanat akımı nasıl olacak?
Tasarım, kesinlikle köklerinden bağımsız olamaz, ama bu tabi ki ileriye bakmamak anlamına gelmiyor. Genetik kodlarımıza işlenmiş, zengin kültürümüz ve zanaat becerilerimiz; güncel olarak gerçekleştirdiğimiz tasarımın içinde istesek de istemesek de yer alıyor. Bu, bazen tasarımın alt anlamlarında bazen de çok görünür bir şekilde yer alıyor. O sebeple bunları, inkâr yerine kabullenme, kendi için değişim ve dönüşüme çalışmaları ile yeni zenginliklere olanak sağlama dürtüsü ile hareket etmek en doğrusu. Kendi DNA’nızda, düşünce yapınızda yer alan geçmiş dönem bilgilerini ya da beğenilerinizi saklamaya çalışarak yapılan tasarım her zaman eğreti/özenti durmaya mahkûmdur. O sebeple köklere ve geleneğe vurgu giderek güçlenecek diyebilirim.
2012 yılında, Uluslararası EDIDA tasarım ödüllerinde, en iyi genç tasarımcı ödülüne layık görüldünüz. Bu ödülü almanızdaki en büyük motivasyon aracınız ne oldu? Bu ödül sisteminde ödüle siz başvurmuyorsunuz, davet ediliyorsunuz... O sene tasarladığım bir koleksiyon ilgilerini çekmiş ve bana ulaşmışlardı. 26 ülkenin jürisi tarafından verilen bir ödül bu. Uluslararası bir jüri tarafından onanmak tabi ki çok önemli benim için.
Çok çeşitli dallardan oluşan geniş bir etkileşim mecranız var. Yine de kimselerin bilmediği; kendinize sakladığınız, harici bir ilgi alanınız var mı?
Son dönemde ses tasarımı ile ilgili denemeler yapıyorum, bunu bir resimle ya da video ile birleştireceğim yeni bir iş hayalini kuruyorum
Geçmişte ya da bugün hayran olduğunuz/kilometre taşı niteliğinde diyebileceğiniz duayen mimar/ sanatçılar kimlerdir?
Artdeco stilinde hem sanat ve hem tasarım üreten Fransız Jean Dunand, Amerikan heykeltıraş ve tasarımcı Isamu Noguchi, monokromatik ahşap heykelleri ile Louise Nevelson, siyahın ve ışığın muhteşem kullanımıyla Pierre Soulages. Aslında bu liste bir hayli uzun olabilir. Barnett Newman, Clement Meadmore, Antoine Poncet. Osmanlı döneminden ise Matrakçı Nasuh ve Sami Efendi.
Kendi sanat atölyenizi kurma fikriniz nasıl gelişti? ‘O verimli, bereketli toprağa’ ekilen ilk hibrid tohum nedir?
Ben uzun yıllardır, özellikle son iki yılı sistematik olmak üzere, üretim halindeyim. Bu üretim tamamen kişisel ve kendi sanat tarafımı doyurmak için diyebilirim. Aileden gelen geleneksel sanatlara ve mimariye olan merak ve bu alanda iş üretmiş çokça kan bağı; beni de hem genetik hem de duygusal olarak küçük yaşlardan beri üretime itti. Tabi o yıllarda daha asi ve daha eleştirel bir bakış açısıyla daha soyut işlere kafa yoruyordum ve o dönemde atölyemi kurdum. Ama zamanla, insanın kendini tanıması gibi belki de istemsizce geleneksel işlerle yaklaştım. Ve zamanla da bu iki ayrı ucu farklı arayışlarla birleştirmeye ve farklı katmanlarda farklı dönemleri/duyguları vermeye çalıştım. Son iki yılda belki de biraz gitmek istediğim yolu bulup, o minvalde işler üretmeye başladım, demek daha doğru olur. Bu iki ayrı ucu kapsayan, aslında o bahsi geçen; hibrid tohum.
'Rumi Ayna’da ‘yara; ışığın size girdiği yerdir’ şeklinde bir mottonuz var. Sizce sanat icrasının aktığı ırmak en çok nelerden beslenir, yaralardan mı, coşkulardan mı?
Kişisel olarak cevap vermem gerekirse yaralar işin manasını derinleştiriyor, mana üzerine kafa yormanızı sağlıyor ve iş faklı bir boyut alıyor demek mümkün... Coşkular ise katmanlara, renklere, yeni arayışlara itiyor beni ve bu ikisinin birleşimi de işe farklı boyutlar katarak neticelenmesini sağlıyor.
Tasarımcı adaylarının doğru yerden başlayabilmeleri; esinlenip, ilham alabilmeleri adına kesinlikle görmeleri gereken dünyadaki 5 eser nedir?
Mimarlık anlamda soruyor iseniz ilk sırada, Ayasofya yer alıyor. İspanya’da Kordoba Cami, pekindeki Forbidden City, Great Mosque of Djenné. Günümüze ait birkaç yer de söylemem gerekirse Burj Khalifa Dubai ve Petronas Towers, Kuala Lumpur…
Henüz çok gençsiniz ancak az zamanda büyük yokuşları aştığınız görünüyor. Tasarım yolculuğunuzda sizi en çok zorlayan, sancılandıran, kilitleyen ne oldu?
Beni zorlayan şey aslında her zaman üretim koşullarını zorlamam ve daha fazlasını istemem sanırım…
Tasarım bienallerine bakış açınız nedir? Bir tasarımcı olarak farklı/yeni neyi yapardınız?
Bienaller maalesef tabana yayılamıyor ve çok kavramsal kalıyor çoğu zaman. Tasarım bienallerinde, tasarımın sanat gibi algılanarak kurgu yapılması ise tam bir akıl karışıklığı. Özellikle tasarımın kesinlikle tabana yayılması, hem görsel terbiye hem de tasarım kültürü anlamında şart.
Mesleğinizi icra etmek isteyenlere, bu yolda özellikle neyi önerirsiniz?
Kesinlikle anahtar nokta; üretimde çok zaman harcamak. Gerek sanat gerek tasarım olsun işin tasarım sürecinden bitmiş ürün haline gelene kadar her aşamasını gözlemlemek kesinlikle şart ancak üretim sürecine müdahil olmak çok öğretici ve uzun vadede hayatlarını kolaylaştıracak bilgiler edinmelerine yol açacak.
‘Görme Biçimleri’nde Berger ‘Nasıl olduğunu tarif etmek mümkün olmasa da hiç şüphesiz kelimeler, imajın anlamını değiştirir. İmajlar da cümleleri anlatır.’ der. Sizin eserlerinizin bir cümlesi olsaydı; bu ne olurdu?
“Her münferit eser kendi nedeninin varlıklanma projesidir.”
Makas dergisi, Nisan-Mayıs 2019, sayı 7
Röportaj: Hacer Yeğin