Atasoy Müftüoğlu, gerek duruşuyla gerekse eserleriyle ümmetin en büyük referans kaynaklarından birisidir. Yirmi yedinci kitabı Varoluşsal Kaygılar ile okuruna seslenen Müftüoğlu ile kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Varoluşsal Kaygılar” kitabınız geçtiğimiz aylarda çıkmıştı. Kitapta ümmet çapında bir entelektüel mücadeleden bahsediyorsunuz. “Ümmet” olabilecek miyiz sizce? Şayet olabilirsek bu mücadelenin yol haritası nasıl olacak?
Ulus devletçi, mezhepçi, milliyetçi, hizipçi, cemaatçi patalojileri/ kısıtlamaları/ bencillikleri/ bağnazlıkları/ dar görüşlülükleri/ fanatizmleri aşma iradesi gösteren entelektüel kadrolar, pek âlâ çok anlamlı bir ümmet mücadelesi verebilirler. Bugün, bizler Müslümanlar olarak, kendi açtığımız yollarda değil, kolonyalistlerin bizim için açtıkları, çerçevesini ve sınırlarını belirledikleri yollarda yürüyoruz. Zihinsel bir sömürgesizleşme mücadelesini göze alabilir, zihinsel bağımsızlığımızı gerçekleştirebilirsek bu mücadelenin yol haritası ortaya çıkmış olur. Bu durumda kendi yolumuzu kendimiz çizeriz.
Kendi zamanımızı biçimlendirememekten de yakınıyorsunuz kitabınızda. Böyle bir biçimlendirme nasıl yapılabilir?
Kapitalist/ seküler/ materyalist/ neoliberal/ demokratik hayat tarzı, dünya görüşü, kurumlar ve yapılarla iç içe yaşıyoruz. Bu yapılar etrafında ilişkiler geliştiriyoruz. Kendimizi bu yapılar doğrultusunda konumlandırıyoruz. Bu yapılar içerisinde gelecek arıyoruz. Bu yapılarla bütünleşmek, bu yapılarla birlikte yaşamak, İslam’dan uzaklaşmak anlamı taşır. Nitekim bugün sözünü ettiğim, bu Avrupamerkezci ideolojiler/ yaklaşımlar/ modeller/ uygulamalar belirleyici ve tayin edici olduğu halde, İslam belirleyici ve tayin edici değildir. İslam; hepimizin hayatında, düşünce dünyasında, eylem dünyasında tayin edici hale geldiğinde, bizler kendi zamanımızı biçimlendirmeye başlayacağız.
“Kaygı” olumsuzluk ifade eden kavram olsa da ‘varoluşsal kaygılar’ bir tür olumlama. Varoluş kaygısı olmayan Müslümanların günümüz dünyasına söyleyecek sözü olabilir mi?
İslami anlamda bir varoluş kaygısı taşımadığımız için aydınlanma mutlakiyetçiliğine katlanıyoruz. Böyle bir kaygı taşımadığımız için referans sistemi ithal ediyoruz, paradigmalar ithal ediyoruz. Böyle bir kaygı taşımadığımız için hep dışarıdan ve yukarıdan dayatılan her şeye maruz kalıyoruz. Maruz kalmak gibi yapısal bir problemimiz olduğu halde bunu fark etmiyoruz. Fark etmeden yaşamak, yaşamak değildir. Hepimiz seküler bilginin iktidarı tarafından araçsallaştırıldığımız halde, bu durumun ne kadar korkunç bir durum olduğunu anlamıyoruz. Fark etmediğimiz için, anlamadığımız için sadece katlanıyoruz. Bu durumda olan bir kültürün/ toplumun/ halkın günümüz dünyasına söyleyebilecek bir sözü olamaz.
Mirasın kıymeti bilinmez genelde. İslam’ı miras olarak görmekten vazgeçebilir miyiz ya da bu kutsal mirasın kıymetini bilebilecek miyiz?
İslami mirasın mahiyeti üzerinde eleştirel bir değerlendirme bugüne kadar yapılabilmiş değildir. Bu mirası nerede, nasıl uygulayabileceğimizi bilmiyoruz. Bu mirasın bugün ne ifade ettiği konusunda da herhangi bir çalışma yapılabilmiş değildir. Bizler geçmişe doğru düşündüğümüz için, bugünü/ şimdiyi ihmal ediyoruz. İslam, bugünün seküler/ liberal/ emperyal/ ırkçı tarihinin maalesef nesnesidir. İslam’ın özne konumuna yükseltilmesi mücadelesi, en hayati mücadeledir. İslam’ın nesne konumuna mahkûm edildiği bir dünyada hiçbir İslami özgürlükten söz edilemez. Cami inşa etme özgürlüğünün İslami özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. İslam hukukunun özgür olmadığı, İslami bilginin özgür olmadığı, İslami ekonominin özgür olmadığı, İslami siyasetin özgür olmadığı bir toplumda bilinç inşa etmemiz gerekirken, gösterişli camiler inşa etmemizin anlaşılabilir bir yanı yoktur. Cami inşa etmek, olsa olsa büyük bir aldatmaca olabilir.
Evet, dünyayı bir cümle olarak kabul edersek bugünün Müslümanlarının nesne olduğu aşikâr. Özne olmak çok mu zor? Neden nesne kalmakta diretiyoruz?
Özne olabilmek için bir medeniyetin ihtiyaçlarına bütünüyle cevap vermek üzere hayatın her alanında çok yoğun, çok derinlikli, çok boyutlu, çok ufuklu, çok nitelikli, çok kuşatıcı, çok kapsamlı bilgi/ bilinç/ içerik/ kültür/ estetik/ vizyon üretmek gerekir. Ürettiğimiz bilginin/ bilincin/ içeriğin insanlığın ilgisini/ dikkatini/ beğenisini kazanması gerekir. Nesne olarak yaşamak; risk almaksızın, sorumluluk almaksızın, bir bedel ödemeksizin, düşünmeksizin, araştırmaksızın, merak etmeksizin, hayret etmeksizin, büyük sürünün sıradan bir parçası olarak yaşamak demektir. Nesne olarak yaşamak; taklit ederek, kopya ederek, tekrar ederek, boyun eğerek, itaat ederek, diz çökerek, hayal dünyalarında yaşayarak, ciddi hiçbir çaba harcamaksızın, bir tavır, tarz, duruş sahibi olmaksızın yaşamak anlamını taşır.
Modayı takip ederek var olunabilir mi?
Her tür moda geçici olanla ilgilenir, yüzeylerle ilgilenir, görünüşlerle ilgilenir, propagandayla ilgilenir. Modaları takip ederek ancak eşya olunabilir, şey olunabilir, insan olarak var olunamaz. Modaların düşünmeyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Modaları takip ederek teknik anlamda var olunabilir.
Sık sık dünya gerçekleriyle yüzleşmemiz gerektiğini söylüyorsunuz. Nedir bu gerçekler?
Bugün bizler ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizme maruz kaldığımız halde, pozitivist ve pragmatik bir kültür dünyasına hapsedildiğimiz halde bu durumun vahametini kavrayamıyoruz. Bilgiyi ve varoluşu İlahi Vahye göre tanımlayamıyoruz. Tarihin son iki yüzyılını Avrupa-merkezci bir tarihe/ kültüre/ uygarlığa maruz bırakılarak geçirdik. Kendi dilimizi/ tarzımızı/ yöntemimizi kaybettik. Kendi öykümüzü kendi sözcüklerimizle inşa edemiyoruz. Zihinsel sömürge durumunda olduğumuz için kendi öykümüzü anlatmıyoruz. Bir yanda modernitenin, bir diğer yanda geleneğin, bir diğer yanda ulus-devletin tek-tipleştirici, türdeşleştirici dayatmalarıyla birlikte yaşıyoruz. Hayatın bütün yönlerinin mekanikleştirildiği bir dünya, insani tarafımızın eksildiği bir dünyadır. Hayatımızın bütün boyutları, soğuk bir hesap akılcılığının işgali altındadır. Akılcılık araçsallaştırılmıştır. Modern bilim, insanı şey’e indirgemiştir. Ulus-devlet milliyetçilikleri, Türkiye’de olduğu gibi, İslam’ı araçsallaştırdığı için İslam’ın evrensel nitelikleri erozyona uğratılmıştır. Bu gerçeklerle yüzleşebilecek bir zihinsel/ entelektüel devrime ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız.
“Demokrasi ve insan hakları bugünün en büyük iki hurafesi” diyorsunuz Varoluşsal Kaygılar'da. İnsanlık nasıl kanıyor bu hurafelere?
Bütün dünyada insanlar hangi kültürden, hangi gelenekten, hangi inançtan gelirlerse gelsinler, her gün, her an televizyon aracılığıyla, medya aracılığıyla, propaganda aracılığıyla, manipülasyon aracılığıyla medya uyuşturucuları alıyor. Gerçeği görmekle, gösteriyi görmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Gerçeği görmek, büyük bir bilinç ve sıradışı bir dikkat ister. Sıradan insanların, büyük sürünün bir parçası haline getirilen insanların statükonun bir parçası olarak hareket etmekten başka çareleri yoktur. Demokrasilerin sayıların ilgisine ihtiyacı olduğu için, demokrasiler her tür bayağılaşmaya, bozulmaya, çürümeye, yozlaşmaya açıktır. Demokrasiler, sözünü ettiğim yabancılaşmalarla mücadele etmeye cesaret edemezler. Cesaret ederlerse eğer, ki böyle bir şey görülmemiştir, büyük sayıların ilgisini kaybederler.
Herkesin bir şekilde taraf olduğu, haklı ya da haksız bir davası olduğu ve davasının da avukatlığını yaptığı bir dünyada eleştirel akla sahip olmak mümkün mü?
Kendisini sorgulamayan, kendilerini sorgulama ihtiyacı duymayan kültürler, toplumlar, hareketler içerisinde yaşadıkları dünyaya/ gerçeklere yabancılaşırlar. İletişim kurma terbiyesine/ yeteneğine sahip olmayanlar, farklı’yı güç kullanarak etkisiz kılmaya çalışır. Ahlaki ve vicdani bir değer sisteminden yoksun olan herkes, gözünü kırpmadan Makyavelizm’e sarılır, Makyavelizm’i hayat tarzı haline getirir. Herkesin kör bir bencillikle kendi kendisini haklı çıkarmaya çalıştığı bir dünya, ahlaksız bir dünyadır. Her tür önyargı, bencillik, aşırılık gerçeğe giden yolu kapatır. Farklı unsurların kaderini kendi kaderimiz gibi hissettiğimizde insan oluruz. Kendilerinin ve kendi çıkarlarının vazgeçilmez olduğuna inananlar, her tür barbarlığa tevessül etmekte hiçbir sakınca görmezler. Eleştirel bir akla sahip olmamak demek, aşırılıklarla malul hale gelmek anlamı taşır.
Fanatizm bulaşıcı bir hastalık konumunda bugün. Tedavisi nedir sizce?
Hayatımızı ebedi anlamlar/ amaçlar doğrultusunda, ilahi sınırlara riayet ederek, ilahi sorumlulukları temsil ederek yaşamayı şiar edindiğimizde, her tür aşırılığa karşı korunmuş oluruz. Modern/ seküler zamanlarda insani bütünlükler parçalandığı için, zihnimiz ve ruhumuz parçalandığı için ahlaki bütünlükler de parçalanmış oldu. Bu parçalanmalar sebebiyle hepimiz gündelik hayatlarla sınırlı hayatlar yaşıyoruz. Gündelik hayatlar, ucuz anlamlar ve ucuz ilgilerle sürer. Gerçek hayatlar, bütünlüklü hayatlardır. Gerçek hayat, anlam/ amaç/ değer mücadelesi içerisinde şekillenir. Bu tür hayatlar bencilliklere/ fanatizmlere izin vermezler. Her tür bencillik/ fanatizm/ aşırılık aynı zamanda bir putperestliktir.
“Bîtaraf olan bertaraf olur!” sözünün de etkisiyle müthiş bir tarafgirlik oluştuğuna şahit oluyoruz. Herkes taraftar. Peki neyden, kimden taraf olmalıyız?
Tevhidi bütünlük bilgisi ve bilinci, her durumda ümmeti temsil eden değerler etrafında bütünleşmemizi gerektirir. İslam, bütün bir insanlığa hitap eder, insanlığı kuşatan bir dili esas alır. İslam, insani olan bütün durumları kuşatır. Bugün, içerisinde yaşadığımız zihinsel erozyon sebebiyle, ahlaki erozyon sebebiyle; bütünlüklerle değil, parçalarla ilgileniyoruz. Milliyetçilikleri seçerek, mezhepçilikleri seçerek, çıkarcılıkları seçerek, ilkellik/ bağnazlık/ barbarlık alanına geçmiş oluyoruz. Bizler, her şeyden önce İslami bütünlüğün entelektüel dilini inşa etmek zorundayız. Ümmeti oluşturan unsurlar arasında farklı yorumlar olduğu gerçektir. Bizler farklılıkları yargılamak yerine, farklılıkları ortaya çıkaran nedenleri anlamaya çalışabiliriz. Günümüzde muhafazakarlık, taşralı bir popülizm biçiminde yaşatıldığı için, bayağı gerçeklikler, sıradan gerçeklikler, kurucu ve inşa edici anlamlardan hepimizi uzaklaştırıyor. Bayağı ve sıradan gerçekliklerle kuşatıldığımız için, seküler meydan okumalarla hesaplaşamıyoruz. Aşırılıklarımızı, ihtiraslarımızı, benciliklerimizi, kibrimizi, çıkarcılıklarımızı sınırlandırabilmiş olsaydık, kontrol edebilseydik, farklı yorumlarla/ kültürlerle/ yapılarla/ topluluklarla sorunsuz bir biçimde yaşamayı başaracaktık. Taşralı/ köylü aptallıkları aşabilmiş olsaydık, tevhidi anlamından ve bağlamından koparılmış gerçeklik parçalarına tutunmaktan vazgeçebilmiş olsaydık, kuşkusuz ümmet bilincinin/ dayanışmasının/ değerlerinin yanında olacaktık.
Hayatımız putlarla çevrilmiş durumda. Çok tanrılı toplumlarda bile bu kadar çok ilah yoktu sanırım. Kısacık hayatlarımıza bu kadar putu nasıl sığdırıyoruz?
Modern-seküler zamanlar boyunca, Müslümanlar olarak niceliksel anlamda değişim/ dönüşüm/ yabancılaşma ve altüst oluşlar yaşadık. Ahlaka dayalı bir medeniyet ikliminden araçlara/ teknolojiye dayalı bir medeniyet iklimine geçtik. Seküler hayat tarzı, hepimizin hayatında geri dönüşü olmayan kopuşların ortaya çıkmasına neden oldu. Tarih yapma yeteneğimizi kaybettik. Tarihin dışında yaşamaya başladık. Kitleler popülizm ve hamaset yoluyla kontrol edilebilir hale getirildiler. Hayatın her alanında Batılı modellerin/ tarzların egemenliği, Müslümanları da ilkesiz/ ölçüsüz davranışlara sürükledi. Modern/ kapitalist/ seküler/ liberal/ küresel etkiler karşısında geleneksel/ yerel/ özgün değerler/ yaklaşımlar savrularak darmadağın oldu. İlahi kesinlikler göreceli hale geldi. Her şeyin mubah sayıldığı bir dünyada/ tarihte her tür putçuluk da normalleşti, normalleşiyor. Duygusal/ romantik/ muhafazakâr klişeler/ sloganlardan ibaret bir dini hayat, bu putçuluklar karşısında hiçbir şey yapamıyor. Dinin de, dinsizliğin de kişisel bir tercihe dönüştürüldüğü bir dünyada hayat, anlam ve ahlaktan arındırılınca, her alanda rasyonalite ihtiyacı duyan günümüz insanı bu defa her rasyonaliteyi putlaştırmaya çalışıyor.
Dünya tarihinin en büyük devrimcisi Peygamber Efendimiz (sav)’dir malumunuz. Ancak bugün “devrim” kavramı sol ile özdeşleştiriliyor. Bugün modern putları yerle bir edecek gerçek bir devrim ne ile mümkün olabilir?
Bir yanda tahakküm üreten modern dünya sisteminin İslam’ı özel alana mahkûm eden ideolojik iradesi, bir diğer yanda İslam’ın geleneksel cemaatler/ gruplar/ akımlar tarafından, içeriden, sistematik bir vulgarizasyona ve mistifikasyona tabi tutulması, bir diğer yanda İslam’ın ulus-devletler tarafından millileştirilmesi, devletleştirilmesi ve resmileştirilmesi, İslam’ı ve Müslümanları İslam’ın asli/ tevhidi/ temel niteliklerine yabancılaştırdı, statükocu/ konformist bir din algısı oluşturdu. Bugün İslam’ın varlığı sembolik/ ütopik/ folklorik bir varlıktır. Devrimci İslam, karşı devrimci Müslümanlar tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Kuşkusuz bu umutsuz/ olumsuz çerçeve/ konum aşılabilir. Zihinsel/ ruhsal/ ahlaki özne konumuna gelmeyi amaç edinen, düşünsel/ kültürel/ entelektüel kadrolar, İslam’ın insanlığın bugünü ve yarını hakkında taşıdığı sorumlulukları yerine getirebilirler.
Batılı sömürgeci, seküler ve liberal dili terk edip kendi dilimizi oluşturmamız gerektiğini söylüyorsunuz. Batı hayranlığının halen moda olduğu günümüzde kendi dilimizi nasıl oluşturacağız?
Bugün kullandığımız İslami dilin zaman ve mekân karşılığı yoktur. Daha doğrusu bu dil, İslami bir dil değildir. Geleneksel bir din dilidir. Bu dil İslami temelleri, nassları, Kur’an-ı Kerim’i referans ve meşruiyet kaynağı olarak almıyor. Bugün İslam hakkında kimileri Mevlana’yı, kimileri Şeyh Muhyiddin’i, kimileri Said Nursi’yi, kimileri Yunus Emre’yi referans alıyor. İslam, bu gibi ya da benzeri isimler referans alınarak anlatılıyor. Böylece İslam’ın kendisinden uzaklaşarak İslam’ı kimi özel şahısların, onlar kim olurlarsa olsunlar, yorumlarıyla sınırlandırıyoruz. Sözünü ettiğimiz bu şahısların hepsi, istisnasız İslam’ın yalnızca bir boyutu üzerinde bir yaklaşım/ yorum oluşturuyor. İslam’ın bütün boyutlarını bir araya getirerek, bir bütünlük bilinci sağladığımız takdirde yeni bir dilin zemini de açılmış olacaktır.
Pozitivizm, liberalizm, globalizm gibi yapay ve marazlı ideolojiler nasıl oluyor da Müslümanlar tarafından kabul görüyor?
Zihinsel özne olmayı başaramayanlar, propaganda nesnesi olurlar, büyük sürülerle birlikte sürüklenirler. Zihinsel sömürgesizleşmeyi başararak bağımsızlığımızı kazanmış olsaydık, kendi yolumuzda yürüyor olacaktık. Bugün bizler, halen kolonyalistlerin bizlere dayattıkları yollarda yürüyoruz.
Gerek sanatta, gerek edebiyatta, gerekse dinde bir mazi takıntımız var. Üretemeyenler tüketir, diyebilir miyiz bir çıkarımda bulunacak olursak?
Evet, doğru.
Son olarak gerçek bir varoluşun formülünü sorayım.
Hazır, paketlenmiş bir formül yok. Gerçek bir varoluş, kesintisiz/ içtenlikli/ yoğun/ nitelikli/ derinlikli/ kapsamlı/ kuşatıcı bir mücadele ile kazanılabilir.
Eyyüp Akyüz konuştu