1985 Mayıs'ında yayınlanan ilk sayısıyla yayın hayatına başlayan Selam Ümit Nesline çocuk dergisi, gerek derdi gerekse göz dolduran içeriğiyle bugünümüze dahi çok şey söylüyor. Bu dergide ümmet coğrafyasından haberler, röportajlar vardı; bilinçli çocuklar yetiştirmeye dönük kavram yarışmaları vardı; şiirler, masallar, hikayeler, bilim ve teknik dünyasından ayrıntılar vardı; Anadolu'nun dört bir yanından çocuk muhabirlerin dergi sayfalarına taşıdığı "beyaz haberler" vardı... Daha doğrusu "varmış" demem lazım; zira ben bu dergiyle yayınından yaklaşık 30 sene sonra tanıştım.
Derginin -künyesine göre- bir müddet teknik işlerini yürüten, sonrasında yazı işleri müdürü olarak dergiyi hazırlayan şair yazar Ahmet Mercan ile, Selam Ümit Nesline adlı bugün dahi heyecan veren o dergiyi konuştuk. İlk kısmını dün yayınladığımız röportajın ikinci ve son kısmı için buyurunuz:
Dergi kaç yıl, kaç sayı sürdü? Nasıl kapandı?
Dergi dört yıl (kırksekiz sayı) çıktı. Son yıl çok zor geçti. Roman konusu olabilecek zengin muhtevalı bir yıl yaşadım. Öncelikle adres değişti. Fatih Yediemirler sokaktaki adres değişti. Boyacıkapısı sokakta tek odaya sığmak zorunda kaldık. Ekonomik daralma yanında, başka işlerle uğraşmak zorunda kalan arkadaşlar dergiyle ilgilenemez hale geldi.
Bu arada dergi bünyesinde başlattığımız, abonelere hediye vermek için hazırlattığımız Bant Tiyatrosu kaset çalışması büyük ilgi gördü ve önemli bir sektör olacağının ipuçlarını verdi. Taner Yüncüoğlu bestelerine memleketinde devam etmek için ayrıldı.
Abonelerin dergilerini karşılamak için, verilen söz adına işi tek başına üstlenmek durumunda kaldım. Bu arada televizyon renklenmiş, evlerin kapısını çalmaya başlamıştı. Okuma yavaşça geri çekilirken, kitap da haddini bilmeye zorlanmaya başlamıştı. Tiraj iyice düşmüştü. Bulabildiğim yazıların dışında kalanları değişik müstearla yazıyordum. Kız öğrencilerin ilgisi kopmasın diye kız ismiyle de yazıyordum. Sonra rapido kalemle, gretuarla döneme has grafik tasarıma geçiyordum. Filim pahalı olacağından aydınger baskı için fotokopi çektirip montajını yaparak baskıya götürüyordum. İçini ve kapağını ayrı yerlerde bastırıp kırım ve cilt için ciltçiye götürüyordum. Sonra dergileri tek tek poşetleyip abone adreslerini yapıştırıp postahaneye götürüyordum.
Bunları bugünün imkanları anlaşılsın diye yazıyorum. O dönem Fatih'te dört dergi çıkıyordu ve hiç birinin dizgi yapacak bilgisayarı yoktu. Cağaloğlu'nda Ukaz Dizgi'de dizgi yapıp milimetrik kartonlara yapıştırıyor, tasihleri aynı karakter ve puntodan harf arayarak gretuarın ucuna takarak yerine yapıştırıyorduk. Şimdi evimde dört bilgisayar var ama, her biri kendi âleminde.
En çok ilgi uyandıran, yankılanan sayınız hangisiydi? Sebebi neydi bu ilginin?
Önemli bir eğitim sayısı hatırlıyorum, ancak futbol sayısı olay olmuştu. Milliyet haber yapmıştı. Futbol sektörünü bütün boyutlarla ele almıştık ve sonuçta caiz değil kanaatini serdetmiştik. Hatta bir gazete spor sayfasında çerceve içine alıp şöyle demişti: "Selam Dergisi futbolun haram olduğunu söylüyor. Haklılar, bu paraya bu futbol haram kardeşim."
O dönemden aklınızda kalan tatlı bir hatıranızı okurlarımızla paylaşmanızı istesek...
Dergi satan arkadaşımız anlatmıştı, önünde Selam ve İslam dergileri yanyana duruyormuş. Adam ücretlerini sormuş. Sonra da "İslam da parayla, Selam da" demiş.
Son yıldı galiba, dergiyi postalamaya götürmüştüm. Orada konuyla ilgilenen arkadaş sürekli problem çıkarmakla maluldü. Zihniyet olarak dergiye karşı olmasının yanında, "memurum işini bilir" bahsinde yardımcı olmuyordum arkadaşa. O sayı aynı kağıt bulunamadığından farklı kağıt kullanıldığından altı gram fazla gelmişti. Yapıştırılan pulların yanına, her dergiye on kuruşluk daha pul yapıştırmak gerekiyordu. Müdüre çıktım. “Pulları satın alayım, ama kolileri boşaltıp pulları yapıştırmak çok zor olacak” dedim. Çok güzel bir insandı. Onu hiç unutamam. Neticede mesai sona ermişti. Herkes evine gitmişti ve ben ve müdür bey pul yapıştırıyorduk.
Ahmet Mercan, bugünden, bu yaşından Selam dergili o günlere bakınca ne düşünüyor? Bir mutluluk, bir şükür vesilesi, ıstırap, boşa giden bir çaba... Hangisi?
O günleri anlatılmaz güzel duygularla, derslerle hatırlıyorum. O samimi duyguları hissedemez olduğumu düşündükçe günahkar olduğum hissine kapılıyorum. Şimdi çok daha tedbirli, sözümona gerçekçi bakıyoruz ve iki kişi bir araya gelip ümmete taalluk eden bir iş yapmakta bin dereden su getiriyoruz. Her şeye malikiz ama irademiz yok!
Bir insan değil mi ki Allah'ın (cc ) nehvasını taşıyor, tek insana olumlu bir dokunuşun karşılığı hesaplara sığmaz. Cemaat olgusu ve duygusu herşeyi güzelleştirir, bereketlendirir ve kimsenin hesabı azalmadan toplam ecrin katları hesaba dahil olur. Selam Ümit Nesline dergisinden önce devlet sektöründe çalışıyordum. İşim çok rahattı. Arkadaşlara dışardan yardım etmeye çalışıyordum. Tam mesai ihtiyacı hasıl olduğunda, teklif ettiler ve ben beş yıllık tazminatımı bırakıp geldim. Bu bana has bir fedakarlık değildi; o dönemde pek çok insan, bana teklif eden arkadaş da aynı tavrı gösterirdi. Bir dava aşkı, hizmet etme tutkusu vardı.
Selam Umut Nesline dergisi, yayında olduğu dört sene içinde ve sonrasında farklı oluşumlara da kapı araladı mı? Bant tiyatroları vs. bahsettiniz biraz ama hem o dergi ekibiyle hem sonranızdan aranıza katılanlarla dergideki heyacanı ve ideali devam ettirdiğiniz işler oldu mu?
Aradan yıllar geçti, aynı ekiple zaman zaman yollarımız kesişti. Kimi arkadaşlar tanıdım, "Ben Selam okuyucusuydum" diyen. Kimileriyle farklı projelerde birlikte olduk. Mesela o günün okuru Alparslan Durmuş Birdirbir dergisini çıkardı ve bir dönem ben de derginin yazarı oldum, o da benim editörüm. Bu çok hoş bir duygu. Fakat çok profesyonel editördü, fazla dayanamadım. Yine Asım Gültekin durmadan iş üretiyor, ucundan tutmaya çağırıyor. Cihad Gökdemir'le insan hakları alanında çalıştık.
Dergi yayın hayatına ara verince -ki o zamanlar öyle denirdi, kapatmayı kendimize yediremezdik-, toparlanıp tekrar çıkarmayı düşledik hep ama o coşkuyu bir daha yakalayamadık. Ardından sesli yayıncılık alanında yoğunlaştım. Bu da başlı başına uzun bir öykü. Radyolar bir anda ortaya çıkınca biz oradan da tası tarağı toplayıp uzaklaştık. İnsan hakları alanında yine eski dostlarla, Kenan Yabanigül, Ömer Karaoğlu, Mehmet Burhan Genç'le yollarımız tekrar kesişti ve oradan da Bilgi Merkezi... Öykü çocuklarla sürüyor, bu çok iyi. İnsan ömrü gibi... İkinci çocukluk dönemi... Meğer Mevlam cümlemizin encamını hayreyleye...
“Öykü çocuklarla sürüyor” dediniz. Bir de burdan yaklaşalım hadiseye... Ahmet Mercan için “çocuk” ne anlam ifade ediyor? Bunu son yıllarda Bayrampaşa Bilgi Merkezi’ndeki göreviniz ve orada çocuklarla yakından ilgilenmeniz nedeniyle de soruyorum.
Hayatta çekilen çilelerin, karşılaşılan zorlukların nimetin anlaşılmasında nasıl kıymetli dönemler olduğunu o günler sayesinde anladım. İnsanın azmettiğinde imkansızlıkların üzerine nasıl yürüdüğünü yaşayarak gördüm. Yine arkadaşa güvenmenin, iyi ekip olmanın hazzını yine o dönemde tattım, aynı zamanda olumsuzlukları da. Hasbelkader başladığımız çocuk mesaisi, asıl bundan sonra ivme kazandı. Çocuklara uzatılan el geri çekilemez. Onlar çünkü melek ordusu, dünyanın her yerinde aynı durulukla dünyaya inmiş Mevla'nın muradı.
Çocuk eğitimi, çocuk edebiyatı üzerine yıllara yayılan okumalarım oldu. Fatih bereketli bir yerdi. O yıllarda Erhan Erken de Elif Yuva ile uğraşıyordu. Kimi zaman oturup çocuklara dair yapılacakları ve hayallerimizi konuşurduk. Aradan yıllar geçti. Bayrampaşa Bilgi Merkezi Erhan Erken'in koordinatörlüğünde faaliyete başlayınca teklifte bulundu. Mazeret olamazdı. On yıldır Bayrampaşa Bilgi Merkezi'nde çocuklarla birbirimizi geliştiriyoruz. Onlarla birlikte olmak, çocuğa mahsus sezgi elde etmek sevinmek için yetip de artıyor.
Daha çok Selam dergisi üzerine durduk. Bir de hadiseye dergicilik boyutundan bakalım müsaadenizle... Sizce dergicilik nedir? O yıllarda dergi çıkarmak, demin bahsettiğiniz külfetli ama zevkli işlere koşturmak nasıl bir anlam ihtiva ediyor? Önemi neydi o dönemde dergi çıkarmanın? Bugün dergiciliği ve özellikle çocuk dergiciliğini nasıl görüyorsunuz?
Dergiler yayın hayatı için vazgeçilmez hayati öneme sahiptir. Yazarlar genelde dergilerde deneyim kazanır. Şimdi kişisel teknoloji ile, teknik anlamda, iş çok kolay hale geldi. Canı isteyen bir kaç arkadaş biraraya gelip dergi çıkarabiliyor ancak meselenin özü aynı değil. Kendini tanıtmak, sesini duyurmak, farkını ortaya koymak için çalışan bu çabaları olumsuz bakışla ele alamayız. Ancak seksenli yılların dergileri "memleketi kurtarmak" için çıkardı.
Ortak bir misyonu seslendirirler, gündem oluştururlardı. Bir derginin ortaya koyduğu konu kimi zaman farklı bakış açılarıyla diğer dergilerde ele alınırdı. Hepsinden önemlisi, tartışmaya yoğun bir okuyucu katılırdı. Dergilerde ve yayınevlerinde küçük tüp üzerinde sararmış alüminyum demlikler sürekli fokurdardı. Ziyaretçiler hararetli tartışmalara katılır, yazarlar bu durumdan istifade etme imkanı bulurlardı. Âlimler de önemli konularda karşılıklı tezler öne sürerlerdi. Canlı bir yayın hayatı kıt imkanlara rağmen heyecanla yürürdü. Hakim kültür bu durumu görmezden gelir ve fuarlara almamak için çaba gösterirlerdi. Lavobada ayak yıkama sorunu yaşadığımızı hatırlıyorum. Fatih'te Mektep, Mektup, Girişim, daha sonra Ankara'dan taşınan İslam, Kadın Aile, Bilim Sanat, Gül Çocuk dergilerinin çıktığını hatırlıyorum.
Çocuk dergiciliği bizden sonra daha bilinçli, daha çocuğa yakın olarak çıkmaya başladı. Kimi muhabirlerimizin bu dergilerde yazması, idareci olması da, bizim adımıza önemliydi. Mavi Kuş, Ebe Sobe hatırladığım iki önemli dergi. Türkiye Çocuk hâlâ yayın hayatına devam eden sanırım otuz yılı aşmış bir dergi. Gazete imkanlarından istifade etmesi, zamana karşı direncini sağlıyor olsa gerek.
Büyüklere yayın yapan dergilerin yanında ek olarak çıkan pek çok yayından da bahsedebiliriz. Ancak çocuk yaklaşımı açısından önemli sorunların varlığını bu yayınlarda görüyoruz. Genelde bilgiye, nasihate dayalı üst bakışın ifadesi olarak yayımlanıyorlar.
Bu arada düzenli periyodu ve çocuğu ciddiyete alarak çıkan Birdirbir dergisinden bahsetmemek yanlış olur. Çocuk bakış açısını kavramış, misyonunu eğitim olarak ortaya koymuş, ne yaptığını bilen bir dergi. Bugüne kadar verilmemiş bir editörlük mesaisi ile yayın hayatına devam eden dergide görsel unsur doyurucu olarak veriliyor, hemen her sayfada özgün ressam çalışması var. Yakından müşahede ettiğim bir şey de şu: Okul öncesi eğitim kurumlarındaki, ilk öğretimin ilk yıllarındaki öğretmenlerin materyal olarak büyük ölçüde imdatlarına yetişen bir dergi...
Röportajın ilk kısmı için buyurunuz: //www.dunyabizim.com/Manset/18499/mektuplasan-cocuklar-orgutten-dgmlik-oldu.html
Mehmet Emre Ayhan konuştu