Dünü ve Bugünüyle Ayane Söyleşileri, Ömer Erdoğan’ın hazırladığı ve Cümle Yayınları’ndan çıkan yeni bir kitap. Ayane dergisinde Ocak 1988- Aralık 1990 tarihleri arasında ‘Sanatçılarımızla Konuşmalar’ başlıklı 36 sayı süren söyleşi dizisi yayınlanmış. Kitapta Arif Dülger, Hicabi Kırlangıç, Mehmet Erdoğan, İbrahim Eryiğit, İsmail Hocaoğlu, Recep Seyhan, Kamil Yeşil, Ali İhsan Kolcu, Nazlı Nihal Özer, Süleyman Çelik, Mehmet Ay ve Ömer Erdoğan’la yapılan söyleşilere yer verilmiş. Yapıldığı döneme dair izler taşıyan bu söyleşilerde şair ve yazarların duygu ve düşüncelerini, sanata, edebiyata, kültüre nasıl baktıklarını görüyoruz. Aynı kişilerle bugün aynı sorular çerçevesinde yeni bir söyleşi yapılmış ve şairlerin verdiği cevapları Ali K.Metin, öykücülerin verdiği cevaplar ise Necip Tosun yorumlamış.
Her iki söyleşide verilen cevaplar incelendiğinde yıllar içinde yaşanılan değişim çok açık biçimde ortaya çıkıyor. Edebiyatımızın gelişimini, değişimini sergileyen bir çalışma olarak iz bırakıyor kitap. 25 yıl arayla yapılan bu söyleşilerle edebiyatla ilgisi hâlâ süren ve biten yazarların düşüncelerini görme imkânı da buluyoruz. Şiir ve öykünün hayatımızda ne kadar değer taşıdığı gerçeğinin de açıkça sergilendiği bu söyleşilerle edebiyat tarihimiz açısından önemli bir çalışma ortaya çıkmış. Türk edebiyatının çeyrek yüzyılına bir bakışı yansıtan ‘Ayane Söyleşileri’ çerçevesinde Ömer Erdoğan’la konuştuk.
Ayane dergisini çıkarırken yaptığınız söyleşileri ilerde kitaplaştırmayı düşünmüş müydünüz?
Tabiî ki hayır. Bu fikir zaman içinde, özellikle son yıllarda kendini hissettirmeye başladı. Dergiyi çıkaran ekibin veya o kuşağın bir araya geldiğinde düne ve bugüne dair çok ciddî eleştiriler yaptığına şahit oldum. O kuşak bugün memleketi yöneten, bürokraside, yönetimin mutfağında olan kişilerin kuşağı, geniş bir arkadaş çevresi. Ben zaten yaş olarak Ayane’nin çıktığı yıllarda kapının dışında veya eşiğinde sayılırdım. Şimdi de öyle ya. O kuşağı bir kültür taşıyıcısı, bir dava kuşağı, bir idealist nesil olarak görüyorum ve hepsine minnettarım. Dergiyi çıkaran ekip öz eleştiri babından kendi arkadaşlarını, yamulmaları, değişmeleri, dik duruşları vs. konuşurken birden aklıma geldi; bu ekibi yeniden konuşturabilir miyim, diye. Konuşuldu, tartışıldı, olabilir denildi. İş başa düşünce ben de gereğini yapmaya çalıştım.
25 yıl sonra aynı kişilere aynı soruları yeniden sordunuz ve ikinci bir söyleşi gerçekleştirmiş oldunuz. Bu iki söyleşiyi de Necip Tosun ve Ali K. Metin’e yorumlatmışsınız. Bu iki yorum / değerlendirme yazısında öykücüler ve şairler açısından 25 yıl ara ile yapılmış olan söyleşiler inceleniyor. Yorumları nasıl buldunuz? 25 yıl ara ile aynı kişilerle yapılan bu söyleşileri, verilen cevapları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani nasıl bir fark gözüktü size 25 yıl aradan sonra verilen cevaplarda? Nasıl notlar aldınız o söyleşilerle ilgili?
Bir insan olarak sanatçı da elbette zaman içinde değişecek ve kendini geliştirecektir. Bu, olması gereken bir zorunluluktur. Fıtrat bunu gerektirir. Sorun değişim ve gelişmenin bir sapma olup olmamasındadır. Belki sapmalar da bir noktaya kadar makul karşılanabilir, asıl derinlerdeki sorun samimiyet meselesidir. Söyleşiler üzerinden bir kuşağın inanç ve değerler dünyasına karşı samimiyeti deşifre edilmiş oldu. Bu kuşak samimî bir kuşak.
Malûmunuz üzere ülkemizin belli dönemlerde yaşamış olduğu büyük kırılmalar, sonraki nesillerde ciddî sapmalara ve kişilik bozukluklarına sebep oluyor. 12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ve ardından merhum Turgut Özal’ın iktidar dönemi ülkemiz tarihi açısından çokça konuşulan ve hâlâ da konuşulması gereken bir dönemdir. Solcular / sosyalistler bu dönemde omurgasızlaştı. Ülkücü gençliğin içi boşaltıldı. Müslüman camia birliğini / dirliğini yitirdi. Turgut Özal’ın iktidar döneminde hepsi bir kazanın içine atıldı.
Şimdi özü sağlam olanlar bu kazandan çıkmayı, yeniden hayat bulmayı başardı. Özüyle sorunu olanlar ise başka bir şeye dönüştü. Böylece derin Türkiye kendini güvende hissetti. Bütün bunların neticesinde Türkiye, büyük bir dinamik gücünü, gençliğini kullanamadı, zamanın akışına, haricî müdahalelere yenik düşmüş oldu. Bütün kesimlerin gençliği 80 kuşağı öncesiyle sonrası arasında büyük bir uçurum yaşadı. Sanki kuşaklar arasında 40-50 yıl fark olan iki nesil gibi.
Nasıl bir fark yansıdı geriye sizce?
12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ile Turgut Özal’ın iktidar dönemlerinden büyük ölçüde sadece Müslüman camianın kendini yenileyerek çıktığını düşünüyorum. Verilen kayıplar, yakalanan yeni imkânlar, şartların değişmesi, dünyadaki yeni gelişmeler Müslüman camiayı yeni yüzyılın gerçeklerine uzak düşürmedi. Kırılıp dökülmelerle birlikte Müslüman camia, yeni yüzyıla kendi ayakları üzerinde girmeyi başardı. Tabiî bütün bunları Türkiye gerçekliği üzerinden söylüyoruz. İslâm dünyası böyle olmadı. O, farklı bedeller ödemeye devam ediyor.
Solcu / sosyalist çevreler, Kemalizm, Alevîlik ve Kürt milliyetçiliği üçgeninde savrulup durdu. Sanki onların geçmişinde Kemal Tahir, Mehmet Ali Aybar ve İdris Küçükömer yoktu.
Ülkücü gençlik başbuğunu erken kaybetti. Osman Turan, Erol Güngör ve Seyyid Ahmet Arvasî çabuk unutuldu. Bu da mefkûreyi yavanlaştırdı.
Ayane’de söyleşisi yayımlanan ve 25 yıl sonra aynı sorulara cevap veren sanatçılar, yazarlar, söyledikleriyle ve duruşlarıyla sözünü ettiklerimi doğruluyor. Yine o kuşaktan olan üstad Necip Tosun ve Ali K. Metin de yorumlarıyla bunu tespit ediyor. Öze ilişkin bir sapma söz konusu değil. Öz eleştiriye açık bir kuşak. Yeniliklere açık. Zamanını yakalamış. Daha ne olsun.
Söyleşi yaptığınız şairlerin, yazarların hemen çoğu hâlâ edebiyat dünyasının içerisinde; yani yazmaya devam ediyor. Ayane dergisinin işlevi konusunda neler düşünüyorsunuz?
Ayane, gerçekten çok fonksiyonlu bir dergiydi. Bir dayanışma ruhu, bir ekip ruhu vardı. Güzellikler, bilgiler paylaşılıyordu. Kompleks minimum seviyedeydi. İleriye doğru bir yarış vardı. Birbirini teşvik vardı. Herkes birbirine karşı bir öğretmen, bir ağabey, bir dosttu. O yıllarda taşrada benzeri birçok güzellik merkezleri vardı. Andırın’da İkindiyazıları çıkıyordu. Ankara’da yine Albatros vardı. Erzurum’da, Bursa’da, Kayseri’de, Konya’da, Eskişehir’de benzer misyona sahip dergiler çıkıyordu. Gençler, kabiliyetli gençler, bu dergilerin etrafında toplanıyordu. Büyük şehirlerdeki üstadlar da bunlarla sıcak ilişkiler içindeydi. Sahip çıkıyordu, teşvik ediyordu.
Ben Ayane’den biliyorum, derginin borcunu veren ağabeyler vardı, arayıp soran, takip eden ağabeyler vardı. Cemal Süreya gibi tanıtan, teşvik eden üstadlar vardı. Bütün bunlar bir neslin yetişmesinde emeği geçen kişilerdir.
Konuşan: Şakir Kurtulmuş