O, Haluk Nurbaki'yi tanımış ve yazmıştı

Uğur İlyas Canbolat ile tanıştık ve bunun sonucu olarak bir de mülakat gerçekleştirdik.

O, Haluk Nurbaki'yi tanımış ve yazmıştı

 

Uğur İlyas Canbolat yıllarca Haluk Nurbaki’nin yanında bulunmuş, Haluk Nurbaki ona “Ben Necip Fazıl’ın genel sekreteriydim, sen de benim genel sekreterimdir.” demiş. Nurbaki Hoca’nın vefatından sonra hazırladığı biyografisi müstesna bir eser. Uğur Bey’le ESKADER’in düzenlediği “Gürbüz Azak’a Saygı Gecesi”nde tanıştık. Kendilerini önce isim benzerliğinden dolayı Muhsin İlyas Subaşı’yla karıştırdım. Daha sonra kendilerinin okuduğum Haluk Nurbaki’ya dair kitabın yazarı olduğunu hatırladım. Bu kitabın ve diğer kitaplarının muhtevasını mülakattan öğrenebilirsiniz. O toplantıdan bir süre sonra facebookta arkadaş olduk, e- mail yoluyla röportaj yaptık, çok da güzel bir söyleşi oldu. Siz değerli okuyucularımızın da beğeneceğine inanıyor ve sizi mülakatla baş başa bırakıyorum. 

Çocukluğunuza gidecek olursak o günün toplumsal hayatını ve kendi çocukluğunuzu anlatabilir misiniz?

Orta Anadolu’nun Kafkas kökenli bir dağ köyü sayılır dünyaya geldiğim köy… O zamanlar kış hükmünü uzun tutardı. Evlerin damlarına kadar kar yağardı. Sabah evlerin kapıları zor açılırdı. Evde bulundurulan malzemelerle hayvanlara ulaşmak için ahıra, samanlığa, çeşmeye ve camiye yollar açılırdı. Sevgi ve saygının önemli sayıldığı bir ortamdı. Saygının sadece kendi aile büyükleriyle sınırlı olmadı bir yerdi köyümüz. Büyükler açısından bakıldığında sorumluluğun da öyle…

Uzaklar yenilikti o ortamda mesela… Haberdi uzaklar. Kış günlerinde gelen ve belki de günlerce köy odamızda kalan o kişi herkes için hem değerli hem de yeni bilgiler demekti. Dikkatle dinlenilirdi. Kısaca dinlemenin temel öğrenme ve önemli bir kültür öğesi olduğu bir toplumdu bu toplum… Köy odamızda kış boyunca ‘eski yazı’ denilen Osmanlıcadan Cenkler okunur, büyük bir dikkatle dinlenilirdi. Dışarının çok soğuk içerinin ise çok sıcak olduğu o toplumda ezana yakın herkes sırayla abdest almaya başlar ortamın en küçüğü olarak ben de ıbrıkla abdestlerine yardımcı olurdum. Hep beraber ezanla beraber camiye çıktıklarında hemen kapıyı ve penceleri açıp havalandırır, süratle süpürürdük. O insanlar döndüklerinde yepyeni bir yere gelmiş gibi olurlardı. Böyle sıcak bir atmosferde geçti çocukluğum. Yaşa ve bilgiye itibar edilen bir sosyal ortamdı. Hiyerarşiye önem verilirdi. Söz kesilmez dinlenir, emirler ise tartışmasız yerine getirilirdi. Kısaca doğduğum toplumu böyle tanımlayabilirim.

Yazı hayatına nasıl başladınız?Uğur İlyas Canbolat

Başından beri basın yayın hayatında oldum. Bu nedenle kalem, kağıt, kitap, matbaa hayatımızın tam da ortasında oldu. Sürekli yazarlarla iç içe olma, onlardan dergi için yazı talep etme, onlarca farklı yazar ve konuyu dergi için okuma, kimi zaman kısaltma, spotlar çıkarma, başlık atma, tashih etme derken kendinizi zaten içinde buluyorsunuz. Daha sonrasındaki radyo hayatım için de aynı şeyi söyleyebilirim biraz farklılaşmış olsa da…  Burada da sözü farklı, dikkat çekici hatta çarpıcı biçimde söyleme gerekliliği üzerinde yoğunlaşıyorsunuz. Farklı lezzetler sunabilmeniz için farklı alanların uzmanlarıyla sürekli temas halindesiniz. Konuk ettiğiniz ya da program yaptırdığınız kişilerin kitapları ve diğer ürünlerini de takip etmeniz gerekiyor. Bu da bir okuma eylemi… Ayrıca radyoculukta fragman yazma konusu vardır ve önemlidir. Bu da genellikle yayın yönetmenlerine düşer. O nedenle de bir nevi görünmez yazarlık yaparsınız.

Neticede tüm bunlar profesyonel bir yazarlık değildir. Kendi halinde, iddiasız bulunduğu işler gereği yapılan işler… Yazarlık değil belki ama yazı işleri diyebiliriz.

Ruberu görüşme imkanı bulduğunuz insanlardan sizi en çok etkileyen kimdir?

Herkes gibi samimiyet… Öncelikle… Özü sözü bir oluş… Dil ile kalbin birlikteliği… Sözle gözün yani bakışın ahenkli olması… Başka bir şey söylüyor hissinin uyanmaması… Bunlar benim için çok önemli… Kelimeler içtenlik, samimiyet yüklenmişse etkiler beni. Sonra yerindelik duygusu dikkatimi çeker. Söz çok güçlü olabilir, anlatım harikadır ama yeri orası değildir. Bununla karşılaşırsam bir yerde “arıza” var duygusuna kapılırım. Diğer önem verdiğim husus ise sözü tevazu ile söylemektir. Peygamberimizin “Ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” cümlesi bende çok etkilidir. Kişi en yüksek hakikatleri söylüyor olsa bile eğer tevazu makamından değil de egonun ihtişamına bürünerek narsist cümleler kuruyorsa beni dünyanın diğer ucuna kadar kaçırabilir.

Siz şahıs sordunuz ama ben tanımla yaptım. Pek çok kişinin farklı özellikleri sizi etkiler. Mesela Ahmet İhsan Genç samimiyet bakımından, Metin Hasırcı gayret ve bitmeyen enerjisi açısından, Muzaffer Deligöz hiç değişmeyen samimiyet ve dostluk açısından, Nevzat Tarhan sürekli yenilik arayışı nedeniyle, merhum karikatürist Vehip Sinan nezaketi sebebiyle, Süleyman Ateş doğru bildiğini sakınmadan söylemesi noktasından, Metin Bobaroğlu  aynı konuyu farklı muhataplara farklı anlatabilme becerisi bakımından, Emin Üstün aksiyonerlik sebebiyle beni etkilemiştir. Ali Gürbüz gözü karalık ve yiğitliği ile, Vehbi Vakkasoğlu bitmeyen sevgisiyle, Türk Müziği Sanatçısı Fikret Erkaya zerafeti ve aşkla okuyuşu ile beni etkilemiştir. Tüm bunlar içerisinde “şah beyit” gibi şunu söyleyebilirim.  Gönlü coşkulu, gözü nemli, kelimeleri kanatlı ve beni her zaman şefkatiyle saran, Fahr-i Kainat aşkını yanında bulunduğunuz her an hissettiren ve kalbime en çok dokunabilen hayatımı değiştiren Dr. Haluk Nurbaki Hocayı söylemem gerekir.

En beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

Bu beğenilerin beslenme ihtiyacı ve bulunduğumuz duruma göre değiştiğini söylemeliyim. Okuma alışkanlığını ve zevkini  kazandıran ve ilk okumalarımın sahiplerinden Yılmaz Boyunağa, Hekimoğlu İsmail, Ahmed Şahin, Yavuz Bahadıroğlu, Vehbi Vakkasoğlu, Mustafa Özdamar,İskender Pala, Elif Şafak, Peyami Safa, Taha Akyol, Ahmet Kabaklı, Beşir Ayvazoğlu, Nazan Bekiroğlu, Selahattin Yaşar, Alaaddin Başar, Haluk Nurbaki, Ali Ural, Mustafa Armağan’ı söyleyebilirim. Gürbüz Azak’ın yeri bende bambaşkadır. Bir senedir yeni keşfettiğim Mustafa Tatçı’nın Yunus Emre şerhleri ve Niyazi Mısrî çalışmaları bir hazine niteliğinde…

Yazı konusunda sizi en çok teşvik eden kim oldu?

Biliyorsunuz bu konuda genellikle yakın dostlar olur. Yazı camiasından pek az rastlanır bu duruma… Yazarlar çoğunlukla kendi yazılarını okurlar. Ama her zaman bu desteği ilk Müslümanca gazeteler olan Selam, Zülfikar ve Uhuvvet gazetelerini çıkaran ekibin kahramanlarından olan Muzaffer Deligöz olmuştur. Mehmet Nuri Yardım’ın ısrarlarını da zikretmeliyim.

Uğur İlyas Canbolat En beğendiğiniz kitabınız hangisi?

Benim henüz çok beğenecek kadar fazla çalışmam olmadı. Dr. Haluk Nurbaki’nin son kitaplarını özellikle radyo ve konferans olanların çözümü ve düzenlemelerini yaptım. Bunların haricinde iki söyleşi kitabım var. Biri Nesil Yayınları arasında çıkan ‘Portreler’, diğeri ise Timaş’tan yayınlanan ‘Psikoloji Sohbetleri’dir. Her ikisi de söyleşi kitaplarıdır. İlkinde farklı kültür sanat ve ilim adamlarıyla yapılan röportajlar yer alıyor, ikincisi ise psikiyatri uzmanları ve psikologlarla yaptığım ruh sağlığı üzerine ‘Kendinizi nasıl hissetmek istersiniz?’ sorusu etrafında planlanan Koruyucu Ruh Sağlığı çalışması… Ama amatör bir heyecan ve zevk açısından Damla Yayınları arasında çıkan ‘Gerçek Alim Gerçek Aşık Haluk Nurbaki’ adını taşıyan derleme kitap benim için başka bir anlam taşır.

İstanbul’u görünce bu şehre aşık olmuşsunuz. İstanbul sevginizden bahsedebilir misiniz?

İstanbul’a yüklenen kutsal anlamları hepimiz biliyoruz. İstanbul’u ben özet şehir gibi görürüm biraz. Ne ararsanız bulabildiğiniz bir şehir... Sizi istediğiniz renge boyama kudretine sahip bir şehir… Ve çok şaşırtan bir şehirdir İstanbul. Sürprizi boldur, canınız sıkılmaz. Yıllarca üzerinden geçtiğiniz, yürüdüğünüz bir yerin birden bire hiç fark etmediğiniz ama çok önemli bir özelliğini keşfediverirsiniz. Bir yanıyla ışıltılı, bir yanıyla derin bir şehir… Kimi zaman şiir yazdırır kimi zaman girdaba düşürür sizi. Aşk şehri de diyebiliriz buraya Fatih’in aşkından bağımsız olarak… Ne onsuz ne de onunla dedirtir adeta. Bunaldığınız da olur ama onsuz da yapamazsınız. Bağımlı olursunuz. Evet ben İstanbul’un heybetine, ihtişamına, azametine vuruldum ilk gördüğümde. Şairin gözüyle başka, güftekarın, bestekarın, ebruzenin, hattatın, öykücünün, tarihçinin gözüyle başka olan başka kaç şehir bulunabilir ki… Ayrıca İstanbul’un manevi kanatları da vardır. Uçmak isteyeni de alıverir yanına… Mânâ istasyonları boldur. Hepimizin yıkıldığı, derdini döktüğü mekanları, ruhumuza ruhunun iyi geldiği mekanları vardır. Güzel şehirdir İstanbul, güzelleştirir. Gönlünü almayı bilmeliyiz.

Yazılarınızın/ kitaplarınızın toplumda tesiri oldu mu, bunu bizzat müşahede ettiniz mi?

Son kitap olan ‘Psikoloji Sohbetleri’nin sanırım böyle bir yanı var. Teşekkür edenler oldu gördüğünde… Sosyal ağ bağlantılarından okuduğunu ve çok yarar sağladığını yazanlar oldu. Bazı tereddütleri giderdiğini, hekimine soramadığı soruları güvenilir bir kaynaktan edindiğini vs gibi… Sevindirici tabi… Bunda iki yıldır Ülke TV’de Koruyucu Ruh Sağlığı konsepti  ile hafta içi her gece hazırlayıp sunduğum ‘İyi Bak Kendine’ isimli psikoloji programımın etkisini de zikretmem gerekir.Uğur İlyas Canbolat

Yazıya gelince etkili ve çok donanımlı bir yazar değilim… Hatta yazar bile değilim… Biraz duygu düşünce karalamaları diyebiliriz. Mehmet  Nuri Yardım’ın ısrarları ile www.sanatalemi.net adresinde bunları yayınlıyoruz. Sosyal paylaşımların çok olması biraz kalplere dokunabildiğini gösterir mi bilmem…

Haluk Nurbaki, Gürbüz Azak ve Mehmet Nuri Yardım’dan birer hatıra anlatabilir misiniz?

Nurbaki Hocanın her hali güzel… Çoğunu yukarıda bahsettiğim derleme/hatıra kitabında var… Vuslat haftasıydı sanırım… Türk Edebiyatı Vakfı’nın Kadıköy Kızıltoprak’ta ‘Yunus’un Evi’ adıyla bir şubesi vardı. Burada sohbetlere giderdik birlikte. Yine böyle bir gündü. Ben Çamlıca’ya Nurbaki hocamızı almaya gittim. Koluna girdim merdivenlerden iniyoruz fakat hocam ciddi şekilde rahatsız. Hiç gelecek, konuşacak durumu yok bana göre. Tereddüt ettim ama sormadan da edemedim. Hocam gitmesek mi acaba çok hastasınız dedim. Nurbaki Hoca geyet sakin ve hiç düşünmeden; ‘Evladım Allah hasta olduğumu bilmiyor mu?’ dedi. ‘Orada o kadar insan gelmiş, kendilerine Allah’ı anlatmamızı bekliyor. Gitmemek olmaz. Allah’a ayıp olur. O hasta olduğumuzu bilmiyor mu? Demek böyle gitmemizi istiyor.’ demişti. Bu kadar direkt Allah’a bağlı olmak, kadere bu kadar sıcak iman beni hala etkiler.

Gürbüz Azak hürmetimin hiç azalmadığı ve hep devam edecek olan kişilerden birisidir. Beyfendi görmek isteyenler Gürbüz abiye bakabilirler. Benim olmak istediğim kişidir. Onun gibi yazabilmek emelimdir. Gürbüz abi ile çok sık görüşürdük Cağaloğlu günlerimizde… Gürbüz Azak’ı ilk ‘Alaturka Sanat Evi’nde tanıdım. Zafer dergisinin kapaklarını yapardı. Kapak resmine göre fırça ile yazı yazardı. Bu yönü az bilinse de muhteşem bir yetenektir bu konuda. Keşke Zafer dergisinin ön, arka ve arka iç kapaklara yazdığı yazılar kitaplaştırılsa müthiş örneklere tanık oluruz. Gürbüz abi çok naziktir, incedir.. Nüanslarla yaşayabilen ve hayata lezzet katan tanıdığım nadir insanlardandır. Benim abuk sabuk tüm sorularıma büyük bir adamla konuşur gibi ciddi cevaplar vermiştir. Bana hiç adımla hitap etmez daima “Canbolat” derdi… Ben de severdim o hitap şeklini…

Bir gün Gürbüz abiye, en sevdiğiniz, yalnız kaldığınızda okuduğunuz yazınız hangisi diye sordum. Gözlüklerini öne doğru çekti, ciddileşti ve Canbolat diyerek ekledi. Evde yalnız kaldığımda ‘Bir asker öldü’ yazısını okur ağlarım dedi… Unutmam hiç o yazısını bende… “Deli bir engerek gibiydi kurşun” diye başlayan ve “Gez göz ve arpacık meğer ne kadar uzunmuş Mehmedim” şeklinde devam eden yazı yüreğimi her defasında zıplatır… Bugünlerde okunmalı…

Zafer dergisinde Efendimiz ile ilgili bir sayı hazırlayacaktık. Pek çok yazar gibi Gürbüz Azak’tan da yazı istedim. Günü geldi gittim. Uzun bir yazı beklerken yarım sayfa bir yazı aldım. Ama ne yazı… Bunu da unutamam. Bu yazıyı hep gönlümde taşırım. Başlığı: O ve Biz

Gürbüz Azak yazdı mı böyle yazar işte. (Bu şiiri kaynakmetinler.com'dan okumak için tıklayınız.)

Mehmet Nuri Yardım üstadımızı da Zafer yıllarından tanırım. Yirmi yıl öncesinden… Çok özelliği vardır ama bence en belirgin özelliği sizi hemen kendi gündemine dahil edivermesidir. Geçen sene Cağaloğlu’nda Mehmet Varış’ın Kitapevi’nde raflara bakarken o da geliverdi. O Uğur Bey burada mıydınız bir görüşelim, derken bir de baktım kendimi ESKADER’de buldum. O sırada üye olmuşum, bir sürü şey konuşmuşuz… Sanat Alemi’nde yazmaya başlamamız da hiç aklımda yokken üstelik bu cesaretten de yoksunken yine dostları tarafından ‘İlkyardım’ olarak da tanımlanan Mehmet Nuri Yardım’ın çekim alanına girmemiz sonucunda oldu.

 

Söyleşi için teşekkür ederim.

 

 

YORUM EKLE

banner36