Necip Fazıl'ın Reis Bey'i nasıl yayınlanmış?

Dünya Bizim olarak kültür sanat dünyamızın nabzını tutuyoruz. Kültür sanat söyleşileri dizimizde konuğumuz Ötüken Neşriyat’tan Kadir Yılmaz… Ümit Aksoy sordu.

Necip Fazıl'ın Reis Bey'i nasıl yayınlanmış?

Yayınevleri, televizyon programları, gazeteler ve belediyelerle, yürüttükleri faaliyetler üzerine konuştuğumuz soruşturmamızda, Ötüken Neşriyat’tan Kadir Yılmaz ile yayınevinin hem dününü hem de bugününü konuştuk.

Ötüken Neşriyat yayın hayatına nasıl, hangi endişe ve mefkûre ile başladı? Yayıneviniz bugün bunun neresinde?

Ötüken Neşriyat, 1964 yılında kitabı ekmek kadar aziz bilen birkaç üniversite öğrencisinin harçlıklarını birleştirmesi sayesinde kuruldu. Şehzadebaşı'ndaki 5 metre karelik yarı bodrum bir dükkânda yakılan meşalenin ilk ateşi Necip Fazıl'ın Reis Bey'i oldu. 1978 yılında ilk kurucularımız Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel, Nevzat Kösoğlu, Dr. Mehmed Niyazi Özdemir, Prof. Dr. H. Fehim Üçışık, Ahmet İyioldu, Özer Ravanoğlu, Mustafa Yıldırım ve Nurhan Alpay'ın ortaklıklarında Anonim Şirket halini alarak yapılanmamızı tamamladık. Birkaç yayıneviyle birleşerek kurduğumuz ANDA Dağıtım A.Ş. Türkiye çapında teşkilatlanarak güvenilir ve hızlı bir dağıtım ağı vücuda getirdi. Kitapların en ücra yerlere kadar ulaşmasını sağlayarak kitap tirajlarını yükseltti.

Yayıncılık faaliyetimizi birçok maddî zorluklarla mücadele ederek sürdürdük. Peyami Safa'nın bütün eserlerini topluca yayınlayarak ciddi bir atılım gerçekleştirdik. Yılmaz Öztuna'nın 14 ciltlik Büyük Türkiye Tarihi'ni neşrettik. Tarık Buğra, Erol Güngör, Arif Nihat Asya, Cemil Meriç, Fuat Köprülü, Abdülhak Şinasi gibi dönemin önemli aydınlarının okuyucularıyla buluşmasını sağladık. Yayınladığımız kitapların birçoğu o neslin el kitaplarına dönüştü.

1984 yılında yaşadığımız talihsiz bir olay bizi küllerimizden yeniden doğmaya mecbur etti. Anda Dağıtım'ın uğradığı yangın felaketinde kitaplarımızın hepsi yandı. Yılmadık. Piyasadaki itibarımızın da katkısıyla kısa sürede toparlanarak tamamı telif mahsulü 12 ciltlik Yeni Türk Ansiklopedisi'ni yayına hazırladık. Yangından sonra sıfıra inen eserlerimizin sayısı bugün bini geçmiştir.

Ötüken Neşriyat'ın gayesi Türk kültür ve fikir hayatının köklerine bağlı kalarak zenginleşmesine, gelişmesine ve çeşitlenmesine katkıda bulunmaktır. Kitaplarımızı incelediğinizde göreceğiniz gibi yayınevimiz, yayınladığı eserlerin belli bir seviyenin üzerinde olmasına özen göstermektedir. Yayınevimiz bu özeni bütün faaliyetlerine yansıtmakta; ciddiyet, estetik ve kaliteden taviz vermemektedir.

İlk olarak Necip Fazıl'ın 'Reis Bey' isimli eserini yayınladınız. Bu kitabı seçmenizin nedeni ve bir hikâyesi var mı?

Müsaadenizle bu kitabı seçmemizin sebebini ve hikâyesini rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun ağzından aktaralım (Hatıralar Yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi & Nevzat Kösoğlu ile Söyleşiler, Haz., Osman Çakır, Ötüken Neşriyat, 2010, s. 126-135):

Necip Fazıl’ın Nevzat Kösoğlu’na

Reis Bey’in tashihleri ve sayfa düzeni

hakkında yazdığı mektup

“Necip Fazıl’ı tanıyoruz; Peyami Safa gibi bir tut­kunluğum yok ama, bildiğimiz, sevdiğimiz bir şair, mücadele adamı, Büyük Doğu’yu okumuşuz. Fakat, piyes dediğin satar mı, satmaz mı, böyle şeylerden haberimiz yok. Gidelim. Olur, gidelim.

Ahmet ağabey, ben, başka kim vardı bilemiyorum; kalktık Küçük Çamlıca tepesinin altlarındaki evine gittik.

— Bir piyes yazmışsınız!

— Evet.

— Biz onu basmak istiyoruz.

— Kimsiniz? dedi.

Biz Ötüken Yayınevi’ni kurduk. İlk kitabımız sizinki olsun istiyoruz, filan...

Rakamı tam hatırlamıyorum ama galiba beş bin lira vereceksiniz dedi. Yanlış da hatırlıyor olabilirim. Çıkardık bin beş yüz veya iki bin lirayı peşin para verdik.

— Piyes kitabı için o dönemde çok iyi para.

Büyük para ama beş binden tam da emin değilim. Başka bir olay var da, benim aklıma beş bin oradan geliyor.

Çıkardı eski yazı ile yazılmış piyes, maniskülünü verdi. Dedi ki bunu sadece Çeltüt matbaasında bir deli mürettip var, Hoca derler, o dizebilir. El yazısı eski yazı metni önüne koyuyor, entertipte yeni yazıyla diziyor. Çok ustalık isteyen bir iş. Olur dedik; zaten Çeltüt’le tanışmışız... Matbaaya gittik, metni, Necip Fazıl’ın selâmlarıyla verdik. Sahibi Mümtaz Bey Babıâli’nin eskilerinden…

Necip Fazıl dedi ki: Tashihleri ben kendim göreceğim. Matbaa Sirkeci’de, Necip Fazıl, Küçük Çamlıca’da. Gideceksin geleceksin. O günün ulaşım vasıtalarını düşünecek olursan, anla işin vahametini.

Fakat biz aşkla gidip geliyoruz. Ver elini Sirkeci; Eminönü, vapurla karşıya geç. Oradan bir veya iki vasıta ile evin oraya ulaşacaksın. Ben tashih götürdüm, getirdim. Tekrar dedi, tekrar götürdüm. Baktım, bir yeri öfkeyle çizdi. Bu, caket değil, ceket, dedi. Daha evvelki tashihte de düzeltmiş, mürettip yine onu caket diye yazmış. Mürettibe götürdüm. O da öfkeyle bu ceket değil caket, dedi. Çamlıca Tepesi’ne gittim.

Üstad tekrar öfkeyle düzeltti, kelimenin etimolojisini, Türkçeleşmesini anlattı. Tekrar Sirkeci’ye geldim. Mürettip dedi ki, ben üstat müstat tanımam; Türk Dil Kurumu’nun yazım kılavuzu vardır. O ne yazarsa ben de onu yazarım! Adama boşuna deli dememişler. Yine caket diye yazdı. Ben yine korka korka Necip Fazıl’a gittim. Üstada gösterdim. Küplere bindi. Alır almaz da hemen ceket-caket’e bakıyor. Bu ne demek, bana nasıl itiraz eder? Üstad oturup kalkıyor. Bağırdı çağırdı, git düzelt, dedi.

O sefer miydi yoksa bir evveli mi idi, mürettip Hoca da ‘Necip Fazıl da kim oluyormuş’ dedi, kaldırdı provaları attı. Türk Dil Kurumu varken diye bir nutuk da o çekti.

Bu işin kaç kere tekrarlandığını hatırlamıyorum. Son gidişimde Necip Fazıl merhamete geldi, dedi ki: ‘O delidir. Ona laf anlatılmaz. Sen Mümtaz Bey’e git. Matbaanın sahibine. Necip Fazıl’ın selâmı var, bunu ceket yaptıracakmışsınız, de.’

Anlıyorsun değil mi, tashihler hangi torpillerle uygulanıyor...

Hakikaten de kitap Babıâli’de çok yankılandı. Fazla kitapçı yoktu. Ahmet Halit, Semih Lütfi, bilmem Kanaat, İnkılâp, bunların hemen hepsi bu kitaptan vitrin yaptılar. Biz hiçbir şey demedik. O zamanlar çok beğenilen kitaplardan vitrin yapılırdı; yani, vitrin sadece o kitapla donatılırdı. Ahmet Ha­lit’te bir hafta, on gün vitrin öyle kaldı. Semih Lütfi’de kaldı. Birkaç yerde böyle kaldı. En hafifi, kitabın üç-beş tanesini vitrine koydu. O kadar yankılandı; kapak tasarımı ihtilal gibi bir şeydi. Necip Fazıl’ın kitapları hâlâ o tasarıma bağlı olarak çıkarlar; özellikle imza.”

Edebiyatımızın simge isimlerinden olan Peyami Safa’nın bütün eserlerini siz yayınladınız. Cumhuriyet’in ilk dönem aydınlarının eserlerini bugün de hâlâ yayınlıyor olmakla, kültürel ve tarihî hafızamıza büyük katkılar sağladınız. Okuyuculardan nasıl geri dönüşler aldınız?

Doğrusu Cumhuriyet’in ilk dönem aydınlarının eserlerini yayınladığımızı söylemekle abartılı bir hüküm vermiş oluyorsunuz; çünkü bu konuda eğer o kategoride sayılırsa Peyami Safa ile Arif Nihat Asya, Abdülhak Şinasi Hisar, daha sonra Tarık Buğra ve H. Nihal Atsız dışında pek fazla isim yok yayınladıklarımız arasında. Son aylarda İsmail Habib’i yayınlamağa başladık ki, gerçek bir üslupçu olması bakımından bugünkü nesillere de örnek olabileceğini düşünüyoruz. Yani bu konuda fazla şey söylemektense, sizin iyi niyetli övgülerinizi tebessümle karşılamayı tercih ederiz.

Büyük Türkiye Tarihi, Yeni Türk Ansiklopedisi ve Büyük Türkçe Sözlüğü gibi hacimli yayınlarınız mevcut. Bu tür eserler yayınlamanın yayıneviniz için önemi nedir?

Yayınlarımızda temel gayemiz Türk tarihine, Türk kültürüne, Türk edebî birikimlerine, milletimizin yaşayış ve dünya görüşünü ileriye taşıyacak türden her türlü ilim, fikir ve sanat eserlerine rağbeti artırmak, bu konuları ve bu konularda yazılmış eserleri tanıtmak, geliştirmektir. Yılmaz Öztuna, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, Nihal Atsız, Yusuf Ziya Yörükân, Ziya Nur Aksun, Mehmet Genç, Mehmet Eröz, Erol Güngör ve daha birçok imzaya ait kitapları bu maksatla büyük bir heyecan duyarak yayınladık. Hele Ötüken Türkçe Sözlük ki, dünyada bu genişlikte, bu kapasitede ikinci bir Türkçe sözlük yayınlamış değil. Bizim için Yaşar Çağbayır’ın yıllarını verdiği bu eseri yayınlamak, tek başına cihana değer bir iftihar vesilesidir.

Yine hacimli çalışmalarımızdan biri olan Büyük Türk Klasikleri’nin tek başına bir kütüphane olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Büyük Türk Klasikleri, Türkçe yazılmış ilk metinden günümüze kadar Türk dili ve edebiyatının en güzel verimlerinin derlendiği on dört ciltlik bir şaheser. Bu on dört cilt boyunca kültürümüzün her çağından ve edebiyatımızın her sahasından en güzel düzyazı ve şiir örnekleri okuyucuya sunuluyor.

Yeni Türk Ansiklopedisi ise, ortaöğretimdeki gençlerin el altında bulundurmalarıyla onlara destek olan “yerli ve millî” bir çalışmadır; aslında güncelleştirmelerle ve eklemelerle daha mükemmelleştirilebilirdi fakat internet ve Google tipi çağdaş araçlar, onlara olan yazma ve okuma ilgisini çok zayıflattığı için yayınevi olarak biz de gereken alakayı göstermekten geri kalmış olduk. Ama birçok kişiden bu ansiklopedi sayesinde okulda işlerini başarıya götürdüklerini zaman zaman işitmiş olmak, yayıncılık gururumuzu okşamıyor değil.

Dünya Klasikleri olarak anılan kitapları yeniden, özverili, şık ve orijinal metni ile yayınladınız. Epey hummalı bir çalışma gerektiren bu yayın faaliyetiyle neyi amaçlıyorsunuz?

Dünya klasikleri, herhalde yıllarca, bütün coğrafyalarda çevrildiği dillerde heyecanla okunan eserlerdir. Bizde, belki ilk çevrildiklerinde mevcut bir avuç okuyucu tarafından da heyecanla okunmuş olmalı ki, savaş şartları ve çöküş gaileleri içinde çevrilmiş olan kitapların okuyucu bulduğu, ilgi gördüğü besbellidir. Ama son zamanlarda bu güzel çeviriler unutturulmuş, koca koca kitaplar kesilip biçilerek kuşa çevrilmiş, kitabı klasikler arasına taşıyan özellikler, bu ruhsuz tercümelerde güme götürülmüş; böylece ne klasik eserden, ne Türkçe’nin lezzetinden behre taşımayan matbu varaklar, okuyanları klasik eser okumuşluğun zevkinden ve bunların anlayışımıza sunduğu yüce fikir ve duygulardan mahrum bırakan bir üslupsuzlukla okuyucuya sunulmaktadır. Bunu, ülkemizdeki okuma alışkanlığını olumsuz etkileyen temel yanlışlardan olarak tespit ettik ve klasiklerin hak ettikleri bir şekilde çevrilip sunulması işine yöneldik. Bakalım ne kadar başarılı olabileceğiz; ama hedefimiz kaliteli bir tercüme sunarak okuyucuyu istismar edilmekten kurtarmaktır.

Türklük, Türk kültürü ve Türk devletleri hakkında ülkemizde yayın yapan en mühim yayınevlerinden birisiniz. Bugüne dek bu konuda hangi başlıklarda yayınlar yaptınız?

Bu başlıklar Ötüken denince tabiî ki akla ilk gelenler; ama bunların yanında yalnızca Türkiye’deki değil, bütün Türk dünyasındaki önemli yazarların musiki ve spor dâhil her konudaki eserlerine de aynı şevk ve ciddiyetle yayınlarımız arasında yer veriyoruz. Katalogumuza hızlı bir şekilde göz atmanız bile bu sorunun cevabı için yeterli olacaktır.

Yayıncıların maruz kaldığı temel sorunlar sizce neler ve bunların giderilmesi yolunda ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Sorun pek çok. Çözüm hiç yok. Çözmeye yönelik teşebbüs bile mevcut değil. Mesela beni bugünlerde (aslında birkaç yıldan beri) son derece rahatsız eden bir konuyu burada size ifade edeyim: Bilgisayar başına oturan öğretmen veya kitaplık kolu öğrencisi, muhakkak ki öğretmenlerinin yönlendirmesiyle, yayınevlerine elektronik posta ile mektup gönderip kitap ihtiyacından, okumaya can atan gençlerden, kültür ve ilim hayatına yapılacak hizmetten vs vs. bahisle, bizden kendilerine bir miktar kitap bağışlamamızı istiyorlar.

Buna çok bozuluyorum: Bunlar bulundukları yerlerdeki özel ve tüzel kişilerden kendi kütüphaneleri için istedikleri ve gençlere yararlı olacağını düşündükleri kitapların bir listesini gönderip de, bu listenin bir kısmını veya tamamını temin ederek kütüphanelerine bağışlamalarını talep etmek yerine, dağıtım, satış ve vergi problemleri ile hayatiyetini sürdürmek için savaş vermekten yorulmuş yayınevlerinin kitaplarını bedava olarak talep etmektedirler. Şaşıyorum: Kitap istemek, neredeyse sigara istemekten daha kolay oldu! Hatta bazı üniversitelerimizden bir vakitler “Kütüphane için salonumuzu ayırdık, raflarımızı güzel bir şekilde yaptırdık; ama şimdi sıra kitaplara geldi; bunları da sizin bağışlayacağınız kitaplarla doldurmayı bekliyoruz” mealinde mektuplar almıştık. Düşününüz; Kütüphanenin her şeyi için paranız var, harcama yapabilirsiniz, ama kitaba gelince fakirleşiyorsunuz ve bağış istiyorsunuz ve hem de bunu yayınevinden istiyorsunuz…

Kitaba verilen değerin bu olmadığını gösteren davranışlar bekliyoruz. Bu okullardan yayılan bedava kitaplarla uydurma kitaplık kurma kampanyalarına Milli Eğitim Bakanlığı’nın veya Kültür Bakanlığı’nın veya mahallî idarelerin el atmalarını, kitaplık ihtiyacı için tahsisat ayırıp bununla gerekli gördükleri kitapları mahalli kitapçılardan tedarik etmeleri için onları yönlendirmelerini, bu suretle daha ciddi kitaplıklar kurabileceklerini, bu yöntemin mahalli kitapçıları canlandırabileceğini, dağıtım şirketlerinin daha form kazanacağını, kitap okumanın daha yaygınlaşacağını, yeni kitaplar yayınlamak için yayıncılara da bu işin doping etkisi yapacağını söylemek istiyorum. Ama kulak verenin çıkacağından ümidim yoktur.

 

Ümit Aksoy konuştu

YORUM EKLE