Yayınevleri, televizyon programları, gazeteler ve belediyelerle, yürüttükleri faaliyetler üzerine konuştuğumuz soruşturmamızda, Hece Yayınları’ndan Abdurrahim Karadeniz ile yayınevinin hem dününü hem de bugününü konuştuk.
Hece Yayınları'nın yola çıkarkenki kaygıları nelerdi? Geçen zaman içinde yayınevi olarak yapmak istediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi?
Hece Yayınları, 1999’da, Hece dergisinde ürünleri yayımlanan yazar ve şairlerin dosyalarını kitaplaştırarak yayın hayatına başladı. Böyle bir başlangıcın biraz zorunluluk içerdiği söylenebilir. Dergi sayfalarında unutulup gitmesine gönlümüzün razı olmadığı ürünler ancak kitaplaşarak kültür dünyamıza kalıcı katkılar yapabilirdi. Böyle bir düşünceyle kitap yayımlamaya başladık ama hepsi bununla sınırlı değil.
Yine o yıllarda -şimdi de olduğu gibi, her zaman olacağı gibi- şekil ve içerik olarak daha özenli, daha estetik kitaplar yayımlama gerekliliği fazlaca düşünüp konuşulan kaygılarımızdandı.
Öte yandan öğrenciliğimizde okuyup çok beğendiğimiz bazı kitaplar (Ahmet bin Bella’yla Konuşmalar, Çağdaş İslâmî Siyasî Düşünce, Vakti Kuşanmak vb. gibi) vardı ama bu kitapların yeni baskıları yoktu. Böyle çok beğendiğimiz kitapların mutlaka yeni basımlarının yapılması gereğine inanıyorduk. Ayrıca kitaplarını okuduğumuz bazı yazarların Türkçeye henüz çevrilmeyen kitaplarının bulunduğunu da görüyor ve bu kitapları da Türkçe okumak istiyorduk. Bütün bu kaygı ve isteklerle başladı Hece Yayınları…
Başladığımız günden bugüne on beş yıl geçmiş ve biz, üç yüz on iki kitap yayımlamışız. Bu birikim elbette yeterli değil ama bir sermaye kuruluşu olmayan Hece’nin, emek yoğun gayretlerle bir dizi ekonomik güçlükle mücadele edip yayın yelpazesini bu kadar zenginleştir(ebil)mesi anlamlı...
Geldiğimiz aşamada başa dönüp baktığımızda kitap yayınına başlama gerekçesi olan kaygılarımızın hâlen geçerli olduğunu görebiliyorum. Önemli kitaplar yayımladık; bu kitapları yayımla(ya)masaydık, bir kısmını hiç kuşkusuz başka yayınevleri yayımlardı, belki bir kısmı da yayımlanmamış olurdu. Yayımlanmayanlar için halen üzülüyor olurduk. Ama biz, yayımladıklarımızla görevimizi yaptığımıza inanıyor, bu görevin yayımlayacağımız kitaplarla süreceğini düşünüyoruz.
Yayıncılık, hem ‘görevimi yaptım, işim bitti’ denilecek bir uğraş değil, hem de dışarıdan bakılınca kolayca anlaşılacak bir iş değil. Çünkü her geçen gün hayatın yepyeni boyutlarıyla, yepyeni düşünce, durum ve sorunlarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu yeni durum ve sorunlara hem yeni cevaplar vermek, hem de eski cevapları yeniden gözden geçirmek anlamı taşıyor yayıncılık. Öte yandan ‘yanlışlık ihtimali; her harf, her boşluk, her renk, her desen, her ton, her çizgi için söz konusu olduğundan, üç yüz on iki kitabın içinde ‘her yönüyle mükemmel’ diyebileceğiniz bir kitap yayımlayamayışımıza hayıflanıp duruyoruz.
Schuon, Guenon gibi gelenekselci ekol ile birlikte Muhammed İkbal ve Atasoy Müftüoğlu'nun bütün kitaplarını siz yayınlıyorsunuz. Düşünce dünyamıza mühim katkılar sağlayan bu eserlerin basımı yayıneviniz için ne ifade ediyor?
Eskiler ruh-beden, madde-mana ayrımı yapmış. Bazı anlayışlar ruha, bazıları bedene büyük önem vermiş. Lakin kadim şark sofraları, zengin menüleriyle şöhret bulmuş. Hece Yayınları da menüsü zengin sofralar kurmaya özen gösterir: Bu cihanda insanı, -kutsalımıza hakaret etmeden- durup düşünmeye sevk eden bütün dikkatler, bütün yaklaşımlar dikkatimizden kaçmamalıdır. Böyle bir bilinçle coğrafyamızın yalnızca bir tek dünyaya kulak kabartıp diğer(ler)ine kulak tıkaması; görmemiş, duymamış gibi, yani yokmuş gibi yapması, kabul edebileceğimiz bir anlayış değildir. Her şeyi görüp, bilip, keşfedip düşünsel menümüzde bir zenginliğe dönüştürme endişesi içindeyiz. Hece, bütün yayınlarıyla coğrafyamıza giydirilen deli gömleklerini, at gözlüklerini kırıp parçalamak, özgür tefekküre zengin bir zemin hazırlamak isteğiyle Schuon’la Müftüoğlu’nu, Necip Fazıl’la Nâzım Hikmet’i aynı titizlikle yayın yelpazesi içinde okurun dikkatine bu yüzden sunabiliyor.
Yayıneviniz Müseyyeb Gazi, Battal Gazi, Danişmend Gazi destanları yayınladı. Türk folklorunun bu önemli öğelerinin diğer örneklerini de yayınlayacak mısınız?Ve destanlar modern dünyaya ne söyler sizce?
Kadîm kültürümüzün, tefekkürümüzün, folklorumuzun yani bizim ‘biz oluşumuzun hikâyesi’ni aktaran destanları bilimsel bir dikkatle yayımladık. Bu tür çalışmaları her zaman yayımlamak isteriz. Ama bizim yayımladığımız destanların ortaokul, lise düzeyindeki öğrencilere hitap eden bir dille yeniden yayımlanmasına, bu metinlerin gençler arasında dolaşıma girmesine ‘Harry Potter’ın Felsefe Taşı’ndan çok daha büyük bir gereklilik olduğu aşikâr…
Destanlar, zamanımıza gelene değin her topluma ve modern dünyaya, modernitenin kökenlerinin nerelere, nasıl dayandığını; kişinin ‘kim olduğu’nu kendine has bir lisan ile söyledi, bundan sonra da söyleyecek. Bir toplumu tanımanın en kestirme ve etkin yolu, o toplumun yüzlerce yıllık birikimiyle oluşturduğu destanlarından geçiyor. Günümüz insanın temel düşünme ve hareket dinamikleriyle Mete’nin ordusundaki bir çobanın ya da Battal Gazi Destanı’nı oluşturan toplumsal dinamiklerle 2018 Dünya Kupası hayalleri kuran toplumun dinamikleri arasında ilişkiler kurulmasının gerekli olduğu kanısındayız.
Hece Yayınları'nın oldukça geniş bir öykü kitaplığı bulunuyor. Özellikle yeni kalemlerin kitapları dikkat çekiyor. Yeni isimlerin kitaplarını yayınlarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Evet, bu topraklar bir anlamda destan ve hikâyenin, daha doğrusu ‘anlatma’nın ana vatanı sayılır. Dilimizde köklü bir anlatma geleneği vardır. Bu yüzden hikâye türüne biraz daha imtiyazlı yaklaştığımız söylenebilir. Ayrıca son on yılda diğer edebî türlere göre hikâye türü, daha sağlıklı bir gelişim gösterdi. Bu gelişimin nesnel nedenleri irdelenebilir tabi. Ama Rasim Özdenören, Hüseyin Su, Mustafa Kutlu gibi geleneksel hikâyemizi günümüze çok sağlıklı bir formda aktaran usta hikâyecilerimizin varlığı büyük bir kazanım olmuştur. Bu gelişime, HeceÖykü dergisiyle, yayımladığımız öykü kitaplarının da olumlu katkılar yaptığı söylenebilir. Bütün bunlardan sonra genç öykücülerin çok başarılı öyküler yazdığını, bu öykülerin dilimizde çok uzun süre yaşayacağını düşünüyorum. Dilimizde uzun süre yaşayacağı umudunu hissettiren bütün genç öykücülerimizin kitap dosyalarını böyle bir düşünceyle kitaplaştırıyoruz.
Bulunduğumuz çağı ve maziyi anlamak adına da kitaplar yayınlıyorsunuz. Yayınevlerinin bu noktada okuru doğru yönlendirdiğine inanıyor musunuz?
Hece Yayınları'nın okuru yönlendirmek gibi bir amacı yok. “Okuru, halkı yönlendirmek; onları eğitmek”, hatta bu uğurda çaba sarf etmeyi bir görev bilmek gibi amaçlar Tanzimat’la edebiyatımıza giren ‘yeni aydın tip’in halka tepeden bakan, onu cahil-cühelâ yerine koyan modernist yüzünü gösterir. Bu modernist kişiliği toplumsalın bütün alanlarında görmek mümkündür. Elbette yayınlarımızla geçmişi, ânı ve geleceği anlamaya, anlamlandırmaya özen gösteriyoruz. Lakin bizim özenimiz, kayda değer bazı yaklaşımları, yüce halkımızın dikkatine sunmak için somutlaştırmaktan ibaret. Kaldı ki halkımız ve okurlarımız, yayınlarımızla vücut bulan dikkatleri, yaşayış ve kültürüyle içselleştirmiştir zaten. Yayınlarımızla ortaya çıkan hassasiyetlere zaten yabancı değildir. Yayınlarımız, okurlarımızın hassasiyetlerini belli bir sistematik çerçevede somutlaştırır.
Sizce yayıncılığın temel sorunları nelerdir ve bu sorunların giderilmesi hususunda ne gibi adımlar atılmalı?
Öncelikle yayıncılığın en temel sorununun yayıncılar olduğu kabul edilmeli. Çözüm başka yerlerde, başka mercilerde aranmamalı. Çünkü yayıncılar dışında hiç bir kurum, kuruluş, şahıs vs. yayıncılığın sorunlarını çözemez; çözmek için de gayret gösteremez. Üstelik böyle bir çaba ve gayret de göstermemeli. Yayıncılar, güzel kitaplar yayımlamaktan mutlu olmalı, güzel yayınlar yapmaktan heyecan duymalı... Çözüm, güzel kitap heyecanını bitimsiz duyabilmekte...
Ümit Aksoy konuştu