Mektuplaşan çocuklar 'örgüt'ten DGM'lik oldu

'Herkes hizmet etmek için bir yol arıyor ve buluyordu.' Şair yazar Ahmet Mercan, 80'lerde çıkardıkları Selam Ümit Nesline adlı bugün dahi heyecan veren dergi üzerine Mehmet Emre Ayhan'ın sorularını cevaplandırdı.

Mektuplaşan çocuklar 'örgüt'ten DGM'lik oldu

1985 Mayıs'ında yayınlanan ilk sayısıyla yayın hayatına başlayan Selam Ümit Nesline çocuk dergisi, gerek derdi gerekse göz dolduran içeriğiyle bugünümüze dahi çok şey söylüyor. Bu dergide ümmet coğrafyasından haberler, röportajlar vardı; bilinçli çocuklar yetiştirmeye dönük kavram yarışmaları vardı; şiirler, masallar, hikayeler, bilim ve teknik dünyasından ayrıntılar vardı; Anadolu'nun dört bir yanından çocuk muhabirlerin dergi sayfalarına taşıdığı "beyaz haberler" vardı... Daha doğrusu "varmış" demem lazım; zira ben bu dergiyle yayınından yaklaşık 30 sene sonra tanıştım.

Derginin -künyesine göre- bir müddet teknik işlerini yürüten, sonrasında yazı işleri müdürü olarak dergiyi hazırlayan şair yazar Ahmet Mercan ile, Selam Ümit Nesline adlı bugün dahi heyecan veren o dergiyi konuştuk. Röportajın ilk kısmını bugün, ikinci ve son kısmını ise yarın yayınlayacağız.

Selam Ümit Nesline dergisinin merkezi ilkin Konya gözüküyor. Sonra İstanbul'da yayın hayatına devam ettiği anlaşılıyor. O dönemde böyle bir dergi hangi misyonla çıkıyordu? Hangi boşluğu doldurmak içindi bu çaba?

Seksenli yılların heyecanını ve kavrayışını anlatmak kolay değil. Çok heyecan, kıt imkanla anlamaya durmalıyız öncelikle. O dönemde çok zor şartlarda pek çok dergi çıkıyordu. Herkes hizmet etmek için bir yol arıyor ve buluyordu. Biz de bir grup arkadaştık. Kimi işe yeni başlamış, kimi hâlâ üniversitede. Haftada bazen bir kaç kere toplanıyor, gündemleri değerlendiriyor, siyer, tefsir, fıkıh dersleri yapıyorduk. Bir yandan da neler yapabiliriz diye düşünüyorduk. Büyükler için çıkan dergiler yanında çocuk dergisinin olmadığını fark ettik ve coşkuyla işe koyulduk. İlk sayılarda ben yoktum.

80'li yıllarda çıkan başka çocuk dergileri var mıydı?

Bizden hemen sonra Ankara'da Ahmet Efe'nin çıkardığı Kandil Çocuk vardı. Yine bizden sonra Çocuk Bahçesi çıktı, yaklaşık bir yıl sonra da Gül Çocuk yayın hayatına başladı.

Dergi her sayıda ortalama kaç adet basılıyor ve satılıyordu? Kaç abonesi vardı?

On bin bastığımızda yaklaşık dört bin abonemiz vardı. Zamanla bu sayı düştü.

O günlerde -duyuru imkanlarının azlığını da dikkate alırsak- nasıl haberdar olurlardı çocuklar derginin yeni sayısının çıktığından?

İletişim imkanları sınırlıydı ancak önemli oranda kitap okuyucusu vardı. Kitaplar genelde beşbin adet basılıyor ve altı ay gibi sürede ikinci baskıya giriyordu. Gazetelere, dergilere ilan veriyorduk. Hatırın önemli oranda geçerliliği olduğunu belirtmeliyim. Dergiyi gören kitabevleri talepte bulunuyor, kimine örnek sayı ve mektup gönderiyorduk.

17. sayıdan itibaren Ahmet Mercan ismini görüyoruz künyede... Aslında genel olarak derginin her sayısının künyesinde 2-3 isimden başka bir sorumlu göremiyoruz. Bu, "dergi 2-3 kişinin çabasıyla çıkıyordu" mu demek? Kimler vardı derginin mutfağında?

Öncelikle Kenan Yabanigül, Mehmet Burhan Genç, İbrahim Sadri, sonra henüz lise öğrencisiyken yazarımız olan Mehmet Efe. Ardından Tokat'tan mektupla bize başvurup müzisyen olduğunu söyleyen Taner Yüncüoğlu eklendi ekibe. Selam verince işin ucundan tutturduğumuz arkadaş sayısı hayli fazlaydı.

O dönem hizmetin gizli kalmasına özen gösterilirdi. Kimse öne çıkmak istemezdi. Arkadaş grubunun başlarda önemli katkıları oluyordu, ancak zamana karşı direnmek o kadar kolay olmuyor.

Özellikle dergilerin poşetlenmesi çok zevkli oluyordu. Çaylar içilirken devam eden sohbet içinde dergiler poşetleniyor, her dergide okuyucu düşünülüyor ve manevi bir haz atmosfere hakim oluyordu.

Dergiyi incelediğimizde herhangi bir vakıf-dernek, cemaat gibi oluşumun bünyesinde çıktığına dair bir ibare göremiyoruz. Var mıydı destek veren kurumlar?

Zaman Yayıncılık adıyla yayınevi kurmuştuk. Dergi, yayınevi bünyesinde küçük küçük katkıların oluşmasıyla ortaya çıkıyordu. Yayıncılar böyle bir derginin çıkmasını olumlu buluyor, kavram yarışmalarında hediye dağıtmak için kitap vermede cömert davranıyorlardı. Kitabın okutulması herkesin önceliğiydi. Kitap ticari bir meta olmamıştı henüz.

Dergiye bir çok kez bir çok kurumdan reklam alındığını görüyoruz. Aslında bu tip reklamlar bugünden bakılınca hoş, nostaljik bir görüntüye de sahip... Dergi çıkarmanın zor bir iş, yayınlanan bir dergiden para kazanmanın neredeyse imkansız olduğu bir dönem sanırım o dönem... Reklam veren kurumlardan kimleri hatırlıyor, hayırla yad ediyorsunuz? Bir reklam anınız var mı?

Reklam için özel bir gayretimiz yoktu. Yine hatır giriyordu araya, bulamadığımızda kendi ürünlerimize yer veriyorduk. Tabii dergi yanında her ay bir fasikül “Çocuklar İçin İslam Tarihi”ni yayınlıyorduk. Arkasından Dört Halife dönemini yine Hamit Yüksek'in resimleriyle yayımladık.

Dergi ilk 3 sayıda "Çocuğa Selam" adıyla çıktıktan sonra bir değişikliğe gidiyor, üstelik bir isim yarışması açıyor ve neticede "Selam Ümit Nesline" oluyor adı. Bu değişikliğin sebebi neydi?

Dergi 6-9 yaş grubunu hedef alarak çıkmıştı. Ancak durduğu yerde durmadı; özellikle kavram yarışmaları, yaşı gençlik çağına taşıdı. Hatta “askere gidiyorum, dergimi şu adrese gönderin” diyenler de oldu. Biz de dergi konusunda kendi çapımızda bir araştırma yaptık ve çocuk dergisi olduğunun net anlaşılmadığı kanaatine vardık; böylece isim değişikliğine, daha doğrusu tashihine gittik.

Derginin kapakları çok hoş... Kim ya da kimler tasarlıyordu kapakları?

Kapakları ekip olarak hazırlıyorduk. Sonra tek kalınca ben tasarlıyor ve ressama çizdiriyordum.

Neredeyse her sayıda Misak-ı Milli dışındaki ümmet coğrafyasından da haberler veren bir dergi Selam Ümit Nesline... Bugün ümmetten bihaber gençliğin çokluğunu da hesaba katarsak, siz ta o dönemde bu tip haberlerle neyi amaçlıyordunuz?

Kaybettiğimiz hayat iksirini arıyorduk. Aradığımızın kıymetini damarlarımızda, canımızda hissediyorduk.

Dergide, bugünkü çocuk dergilerine de örnek olacak şekilde, dolu dolu bir içerik sözkonusu... Röportajlar, masallar, hikayeler, çizgi yorumlar, önder isimlerden, başucu kitaplardan iktibaslar, sure açıklamaları, bilim teknik mevzuları, vs... Hatta dergiyi karıştırırken, -elbette bugünün kafasıyla- "bu dergi bir çocuğa ağır gelmez miymiş" diye düşünmeden de edemedim. Ne dersiniz bu konuda?

Çocuğu tanımıyorduk, pedagojiden haberimiz yoktu, çocuk algısını hesap edecek uzmanlar da yoktu; her şey el kararı, göz yordamıyla oluyordu. Bir kişi bir kaç iş yapmak zorundaydı. Kaynakların kıt olması becerilerimizin mecburi olarak gelişmesini sağladı. Grafiği, montajı kendimiz yapıyor, yeri geliyor resim ve desen çiziyorduk.

Dergiyi kısaca değindiğim gibi ellerimizle büyüttük. Kavramların yanında, rahmetli Cahit Zarifoğlu'nun yazdığı Afganistan Çocuklarına Şiirler de yaşın büyümesine yardımcı oldu. Rusları Hindikuş Dağlarında durduran o günün mücahitleri coşkumuza coşku katıyordu. Dergide Zarifoğlu'nun şiirlerini görenler kaleme sarılıyordu. Ve biz bir baktık sakallarımız gelmiş.

Mektup arkadaşlığı seferberliği de başlatmışsınız derginizde... Kavram yarışmaları (besmele, şirk, ihlas, kardeşlik, vs..) düzenlemişsiniz. "Selam Kitap Kulübü" kurmuşsunuz. Hatta "Selam Uçurtma Yarışması ve Çocuk Şenliği" bile düzenlemişsiniz. Bunlar bugün bile kulağa hoş gelen, güncelliğini yitirmeyecek çok güzel uygulamalar... Ayrıca bunların organizasyonu bile ekstra bir külfet ve sorumluluk yüklemiştir sanırım omuzlarınıza... Derdiniz neydi?

Mümkün olsa yine o duygulara dönmek isterim. Öyle bir coşku ve özgüven hali yaşanıyorduk ki, bu bütün camia için geçerliydi. Her doğan gün yeni umutlar taşıyordu penceremize. Bize mektuplar geliyordu okuyucudan. Köşeyi M. Burhan Genç yönetiyordu. Birbirlerine faydası olaçak arkadaşları mektup arkadaşı yapıyorduk. Aynı cinsten olmalarına dikkat ederek, gelişmelerini takip etmeye çalışıyorduk.

Mektup arkadaşlığı konusunda ilginç bir olay yaşadık. Mektup Dergisi komşumuzdu. Onlar da “Mektup Arkadaşlığı” köşesi başlatmışlardı. O günlerde irtica günlük gündemdi. İki dergide aynı köşeyi irtibatlandırdılar ve mektuplaşan isimlere 'örgüt'ten suç duyurusu yaptılar. Küçücük kız öğrenciler, dergi yetkilileri o zamanki DGM'de yargılandılar. Tam bir komediydi. Savcının okuduğu idianameyi anlamaktan çok uzak küçük kız çocukları basında yer aldı. Olay bir okurumuzun evinde yasak kaset araması yapılırken mektubun bulunmasıyla başlıyor... Bunu yeni nesle anlatmak zor. Vaaz kaseti niye yasak? Mektuptan büyük bir örgüt üretmek masallardaki hayal gücünü nasıl geride bırakır? Komik, bir o kadar da acılı hadiseler.

Anadolu'nun dört bir köşesinden muhabirleriniz de varmış. Hatta bu çocuk muhabirlerin "Selam" muhabir kartları bile varmış. Bu çocuk muhabirlerin kimi ilçesinde cumayı kıldıran imam hatip talebelerinden bahsetmiş, kimi hafızlığını tamamlayanların hafızlık törenlerini izlemiş ve haberleştirmiş. Böylesi bir girişim bir ufuk, bir vizyon meselesi sanırım; ne dersiniz?

Okuyucumuzu aktif kılmak için onları çok yönlü olarak işin içine çekmek istedik. Yazılarıyla sivrilen öğrencileri yönlenlendirdik. Bir kriter koyduk, “şu kadar yazısı yayınlananı muhabir yapacağız” dedik. Yazı bombardımanına tutulduk. Seçtiğimiz muhabirleri yönlendirdik ve güzel sonuçlar aldık. Muhabirlikte ileri gidenlere farklı sayfalar açtık. “Ayın Olayları” sayfasını Siverekli muhabirlerin hazırladığını hatırlıyorum. Yıllar sonra öğretmen olup beni bulan o muhabirlerden ikisiyle tanışma fırsatım oldu. Çok güzel bir duyguydu, hâlâ yazılarına rastladığım yazarlarımız var.

Dergi okuru çocuklarla mektuplaştığınızı da biliyoruz. Bu mektuplarda çocuklar nelerden bahsederdi, siz ne derdiniz onlara, anlatır mısınız?

İşimizi fazla ciddiye almışız galiba. O mektupları resmi evrak gibi telakki eder, toplantılarda kullanır, sonra da dosyalardık.

Hâlâ sakladığınız mektuplar var mı?

Olsaydı ne güzel olurdu.

Mektuplaştığınız çocuklar arasında bugünün siyasetçileri, bürokratları, şair ve yazarları da var mıydı? Ki takriben bugün 35-40 yaşındalar onlar... Varsa kimlerdi?

Bu konuda isim vermeyeyim müsaade ederseniz. Sebebi şu: Kimi arkadaşlar, sayıları bir iki kişi de olsa, geldikleri pozisyondan ötürü mü bilmiyorum, o günleri özgeçmişlerine almıyorlar. Kimin ne düşüneceğini bilemezsiniz. Ürünleri bir belge olarak ciltlerde olan arkadaşın biri, “hiç yazmadım, bilmiyorum” deyince ben de bu kanaate vardım.

O günleri gururla ifade eden Asım Gültekin, Alpaslan Durmuş ve Cihad Gökdemir'e küçük bir katkıda bulunmuşsak buna değer. Üçü de farklı ve bereket saçan "haydut"lar.

1980'lerde yayınlanan Selam Ümit Nesline çocuk dergisinde yazısı, şiiri olup da bugün halen yazı ve şiire devam eden edebiyatçılar görüyoruz. Kimler katkı verdi dergiye?

Derginin son döneminde Mevlana İdris'le birlikte olduk. Bunun yanında o kuşaktan pek çok genç yazardan destek aldık. A. Vahap Akbaş, Mustafa Özçelik, Cahit Zarifoğlu, Nevzat Yüksel, Muharrem Ergül, A. Baki Kömür, Şaban Abak, Cevdet Karal, Ahmethan Yılmaz, Mehmet Efe dergimize telif bahsi geçmeden yazılar yazdılar. Hepsinden Mevlam razı olsun, onlara hayal edemediğimiz telifler ihsan etsin. Bu dönemde Zarifoğlu'nu Dost'a uğurladık. Çok üzülmüştük. Elimizde daha yayınlanmamış şiirleri vardı. Çok değişik, anlatılmaz bir duyguydu bu.

 

Röportajın ikinci kısmı için buyurunuz: //www.dunyabizim.com/Manset/18500/oykumuz-cocuklarla-suruyor-bu-cok-iyi.html

 

Mehmet Emre Ayhan konuştu

YORUM EKLE

banner36