İlk başta bir tahammül aracıydı
Öyküyle nasıl tanıştığınızı ve yazmaya nasıl başladığınızı bize anlatır mısınız?
Üniversite yıllarında başladım yazmaya. Kısa öyküler yazarak başladım. Karanlık ama mizahi şeyler. Bir tür olarak öykü ile tanışmak denemez ama zira o zaman edebiyat, yazı, yazarlık meselesi ifade için, ifade etmek için vardı. Bir tahammül aracı. Öyküyü ya da romanı seçmiş ya da tercih etmiş değildim. İlk başta yazdıklarınızın neye tekabül ettiğini de pek bilemiyorsunuz zaten. Ama kısa bir zaman sonra, kurarken bile zihnimi çökertecek gibi olan zor bir romana giriştim. Daha hece dergisinde bir veya iki öyküm yayınlanmıştı o romanı yazmaya başladığımda. Cahil cesareti belki ama 2007'de yayınlandı o roman, “Dördüncü Tekil Şahıs” ismiyle. Hatta 2004'de bir ödül de aldı. Ama yayınlatana kadar canım çıktı. Çok kalın dendi, çok karışık dendi. Benim için özeldir. Beş yüz sayfa, tuğla gibi bir şey...
Bugüne kadar çok çeşitli edebiyat dergilerinde birçok öykünüz yayımlandı. 35 yaşında üç romanın ve bir öykü kitabının yazarı olmak nasıl bir duygu?
Şu yaştayım ve şunları yaptım gibi haller pek hoş değil. Tabi ki o romanları ve öyküleri yazdığım için mutluyum. Ama ortaya bir eser koyabilmek, eser sahibi olmaktan çok daha kıymetli. Başlarken hayalini kurduğunuz şey eser sahibi olmak. Bu bir çeşit konfor içeriyor. Yazar olayım diyorsunuz. Yazarlık, saygın, önemli, farklı, büyülü bir şey. Sonra değişiyor. Önemli şeyler söylemek, önemli şeyler söyleyen kişi olarak bilinmekten kıymetli hale geliyor.
Romanı okumadan beni romancı saymaları saçma!
2010 yılında “Düş Kesiği” isimli romanınızla Oğuz Atay Roman Ödülü’ne layık görüldünüz. Bu ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ödül almak hayatınızda değişikliklere sebep oldu mu?
Oğuz Atay Ödülü benim için önemli. Bu kadarını söylemekle yetineceğim. Daha önce bu konuda birşeyler söylemiştim. Sürekli olarak aldığı ödülden bahseden bir adam gibi görünmek istemiyorum. “Düş Kesiği” (Pupa, 2010) iyi bir roman. Ödül almasa da iyi bir romandı. Değişikliğe gelince; romanı okumayanlar tarafından da iyi romancı sayılır oldum. Bu da saçma bir şey tabi...
Öykülerinizdeki karakterlerin genellikle içine dönük, yalnız yaşayan, hayatın içinde pek de farkında varamadığız tiplerden oluştuğunu söyleyebilir miyiz? Öykülerinizde yer alan karakterleri nasıl seçiyorsunuz?
Bu tespitler daha önce başkaları tarafından da yapıldı. Hayatın içinde pek rastlamadığımız türde insanlar... ama tuhaftır ki, aldığım okur mesajları genelde 'beni anlatmışsınız' mealinde oluyor. Bu işin esprisi tabi...
Öte yandan edebiyat hayatın aynası mıdır sadece? Öte yandan hayat çoğunluğun yaşadığı mıdır? Öte yandan normal nedir, anormal nedir? Üstelik karakterleri seçme meselesi her öykünün kendi temasına ve kurgusuna göre şekilleniyor. Bu mesele öyküler üzerinden örneklerle açıklanarak daha anlamlı hale gelir.
Edebiyat kuramları yazarların gardiyanı değildir
Öykülerinizi hangi öykü türüne yakın buluyorsunuz? Yazarken belirli bir türe bağlı kalmak kaygısını taşıdığınız oluyor mu?
Herhangi bir öykü türüne yakın ya da uzak bulmuyorum kendimi. Bir türe bağlı kalmak gibi bir derdim de yok bu sebeple. Bir çok farklı türde öykü yazdım. İlgilendiğim, zihnimde şekillenen hikaye. O hikayeyi hangi duygunun gücüyle yazabileceğim. O duyguyu nasıl bir karakter daha dokunulabilir, hissedilebilir hale getirir? Derdim bu. Bu da bir ölçüde 'kuramla değil, sezgiyle alakalı' bir iş. Edebiyat kuramları yazarların gardiyanı değildir, bunu zaten herkes bilir. Ama bu demek değil ki tekniği önemsemiyorum, roman ya da öykü bir estetik işidir, bu da büyük oranda teknik gerektirir. Ama kokmayan, bulaşmayan, acıtmayan bir estetik ve teknikten bahsetmiyorum.
Okurlarınızı gelecek dönemde yeni bir kitap bekliyor mu? Çalışmalarınızdan bize biraz bahseder misiniz?
Yeni romanım Eylül ayında yayınlanacak bir aksilik olmazsa. Yine bir üstkurmaca örneği diyebilirim. Aslında üstkurmaca çerçevesinin içine saklanmış birbirinden bağımsız iki hayat. Bir tarafta çocukluğundaki saflığı arayan bir yaşlı adam, öte yanda ölümsüzlük peşinde bir genç. Birbiriyle kesişmeyen iki farklı hikaye.
Ömer Faruk Dönmez hayranıyım!
Öykü yazmaya başladığınız günden bu yana ‘yol gösterici’ kabul ettiğiniz, örnek aldığınız öykü veya roman yazarı var mı? Eğer var ise bu isimler hakkında nasıl bir değerlendirmede bulunabilirsiniz?
Çok var. Yol gösterici ya da örnek aldığım diyemem ama hayran olduğum ve içimi titreten çok isim var. Herkes kendi sesini arar, yazarken kendi lisanınızı oluşturursunuz. Bir başkası gibi olmak istemezsiniz, hayran olsanız bile. İddialı olmanız gerekir, bir meseleniz olduğuna inanıyorsanız tabi. Ben Oğuz Atay'ı çok severim diyeceğim ama onu herkes sever zaten. Kundera'yı çok severim. Kafka'yı severim. Aşağı yukarı herkesin sevdiği yazarları sayarım yani. Kendi dönemimden saymam gerekirse Ömer Faruk Dönmez hayranıyım derim ilk. Ayfer Tunç'a da özel bir ilgim var...
Yaşı ilerlemeden kabul görmüş bir yazar olmanız münasebetiyle sizi ilgiyle takip eden yazar adaylarına ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Tavsiyede bulunamam. Sevmiyorum böyle şeyleri. Büyük adam halleri, şöyle yapsınlar, böyle yapsınlar. Bana ulaşıp düşüncelerimi isteyen, tavsiye isteyen genç arkadaşlar oluyor, onlara bir şeyler söylüyorum ama orada muhatabınız belli. Mülakatta olacak şey değil.
Samet Akten sordu