Kimin hatıratını okumak isterler, sorduk

Suavi Kemal Yazgıç yazar ve şairlere sordu; onlar da Recep Tayyip Erdoğan’dan Yûnus Emre’ye kimleri saymadılar ki..

Kimin hatıratını okumak isterler, sorduk

 

Hatıra okumak, edebî lezzetinin yanı sıra bir hayata, bir döneme daha yakından bakmak için de keyifli ve ibretli bir mesai ister. Zaman zaman yeterince hatırat yazılmadığından şikâyet edilen yaşadığımız Sadık Yalsızuçanlarcoğrafyada, biz de kimlerin hatıralarını okumak istersiniz sorusunu yönelttik.

Sadık Yalsızuçanlar: “Yûnus Emre”

Yûnus Emre'nin… O muhteşem manevi tecrübenin ayrıntılarını merak ediyorum. O güzelim şiirlerin gerisindeki tecrübeyi...

 

Celal Fedai

Celal Fedai: “Sezai Karakoç”

Sezai Karakoç’tan tam ve tekmil bir hatırat okumak isterdim. Malum, yaklaşık otuz beş yıl önce ‘uzatma dünya sürgünümü’ demiştir. Sürgünü uzarken onda sabr ü sebattan zerre eksilmemiştir. Kim bilir, o sessiz sabır ve sebatın hali belki yazı yoluyla bizlere de sirayet ederdi. Gene belki o zaman gayret etmenin bir ayırma, seçme ameliyesi olduğunu ve nice çalışma istediğini görebilirdik. Türkiye’de bugün İslamî bir normalleşme yaşanırken bunun mimarlarının tacirler ve siyasiler değil, şairler olduğunu, kim bilir belki görebilirdik. Tabii yeni Karakoç’lara eğilmek gerekirdi o zaman. O zaman işte, o ölçüyle sap ile saman ayrışır ve buğday taneleri gün doğum zamanlarının rüzgârıyla yere düşerdi sapsarı. Ondan gene buğdaylar, Karakoçlar…

Berat DemirciBerat Demirci: “Ahmet Cevdet Paşa”

Dilde bir büyük yenilik ve çığır açan; ıstılahlara dokunmadan Türkçeyi sadeleştiren bir büyük edip, belagat ustası… İlk imla kitabımız mahiyetindeki "Kavâ'id-i Osmâniyye"yi, Batı’nın şekilden ibaret bir medeniyet olduğunu fark ederek, Roma (Batı) hukukunu elden geçirip Mecelle gibi bir şaheseri hediye eden…

Yenilik hareketlerinin tam ortasında beş defa Adliye, üç defa Eğitim, iki defa Vakıflar, bir defa İçişleri ve bir defa da Ticaret ve Ziraat bakanlığı yapan… Hukuk Mektebi’nin kurucusu…

Bir ömre onca devlet hizmeti, onca eser sığdıran Ahmet Cevdet Paşa’nın, hatıratın ötesinde günleri atlamadan; yaşadıklarını, hissettiklerini, hayıflanmalarını v.s. teferruatıyla bilmek isterdim… Elbette “Ma’ruzat” adlı eseri önemli ve ışık tutan bir eserdir ama orada devlet adamlığını konuşturmuş, kendini pek göstermiyor.Abdullah Harmancı

Abdullah Harmancı: “İlhan Berk ya da Nazan Bekiroğlu”

Önce şunu söylemeli: Örneğin Yahya Kemal gibi bir şahsiyetin anılarını yazması ne kadar tabiidir. Fakat aynı şekilde hayatını son derece durağan bir biçimde geçirmiş kişilerin anılarını yazmaları bize o derece tuhaf gelir… Sanki kişinin anılarını yazması için, hayatının, gözle görünür bir hareketliliği içinde barındırması gerekli. Acaba öyle mi?

Diplomat olmasak da ve mesela savaş kararları filan almasak da, ya da edebiyat dünyasının “arka odası”nı bilemeyecek kadar “taşra”da kalmış olsak da, gene de anılarımızı yazmalı değil miyiz? Sanki anılarımızı yazmamız için belli bir şablon içinde yaşamamız gerekiyor. Şunu demek istiyorum: Anı nedir? Kitaplarıma almadığım bir öykümde “anı budur” diyordum. Anı hafızamızı dolduran fotoğraflardır. Dolayısıyla anıyı bir şablon gibi algılamak anı yazarını da bir şablona oturtmak demek oluyor. Ne “anı”nın ne de hayatın şablonu var.

Örneğin ben kendi anılarımı çok merak ediyorum. Ben anılarımı yazsam ne olur? “Bugün karımla birlikte 1518. kahvaltımızı yaptık.” “Apartman toplantısına 158. defa gitmedim.” “Facebook hesabımı 48. kez dondurdum.” “Facebook’a 48. kez geri döndüm.” Acaba böyle mi? Ben en çok hayatını dıştan bakışta oldukça sıradan bir biçimde yaşamış insanların anılarını merak ediyorum. Bir savaş muhabirinin, bir generalin, bir başbakanın, bir istihbarat müsteşarının yazdıkları hiçbir zaman ilgimi çekmedi.

Bunu edebiyat dünyasına uyarlarsak, edebiyat tarihinin karanlık noktalarını aydınlatacak yazarların anıları elbette işimize yarayabilir. Ama ben edebiyatın taşrasında kalmış, yazdıklarıyla ise edebiyatın tam merkezine yerleşmiş, İlhan Berk ya da Nazan Bekiroğlu’nun anılarını merak ederim.

Lütfi BergenLütfi Bergen: “Kurtuluş Kayalı”

Hatırat yazmak, damıtılmış, öz suyu çıkarılmış bir mayiye kavuşmak gibidir. Kendi geçmişine yolculuk da diyebiliriz. Mahşerden önce yüzleşmektir hatırat. Ne var ki bu, işin yazarla ilgili boyutudur. Bir de okuyucu var, toplum var. Herkes hatırat yazamaz onun için. Hatırlanacak bir geçmişe sahip olmayanlardan gelecek nesle hatıra kalsa ne fayda umulacak? Hatırat için yaşanmış bir topluluk hayatı olmalı, insanlarla yürünmeli, bir mücadele verilmeli diye düşünüyorum. Kavganın içinde kalınmalı. Düşünce köşeye sıkışmalı, ama pes etmemeli. En çok da kendine özgü olmalı. Hatırat, kalabalıklar içindeki adamların tarihe not düşmesidir. Yalnızların, fildişinin içindekilerin kalem uğraşısı olmamıştır. Bundan olsa gerek hatırat yazılmamıştır. Ancak yazmak kavgaya karışmaktır nihayette. Hatırat günlük değildir. Çünkü o geçmişe yürüyen bir nazarla el ele vermiştir. Hatırat yaşlı bir adamın, genç adama yaşayacağı dünyanın eski halini göstermesidir bir bakıma. Ders vermesidir. “Bakalım bu dünya kime kalacak?” misalli öğüt söylemesidir.

Hatıratı kim yazsın? Bu soruya bir dolu cevap verilebilecektir. İsmet Özel yazsın; FKF’den Amentü’ye dek yaşanmış olayları, karşılaşılmış insanları anlatsın. Diyebilirsiniz ki, “Waldo var ya!” “Hayır kardeşim, ben düşüncenin imana seyrinden bahsetmiyorum” diye cevap veririm. Mustafa Kutlu yazsın; Nurettin Topçu’yu, Hareket Dergisi günlerini, dergiye yazı veren yazarlarla muhabbetlerini. Bunu kalbî manada isterim. Orhan Okay Hoca yazsın. Teoman Duralı. Böyle gider.

Lakin böyle bir soruya en çok “Kurtuluş Kayalı yazsın” demek, en makul cevap olacak gibi geliyor bana. Kurtuluş Kayalı, düşünce adamlarının ideolojik yüklenmelerini sırtlanmamış, onlarla tartışmış, hesaplaşabilmiş bir hocadır. Ziya Gökalp, Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes, Doğan Avcıoğlu, Sabri Ülgener, Mümtaz Turhan, Ahmet Hamdi Tanpınar, İdris Küçükömer, Erol Güngör, Kemal Tahir, gibi isimler üzerinde önemli okumalar yapabilmiş bir eleştirmen. Eleştiri, yumruklanmaya teşne olmaktır bir bakıma. Hasım kazanmaktır. “Türkiye’de düşünce dünyası bunalımda” diyor, Kurtuluş Kayalı Hoca. “Eski entelektüel 5-6 kitap yazıyordu, şimdiki entelektüel projelerde çalışıyor. Artık entelektüel Batılı yazardan besleniyor. Türkiye’de düşüncenin gelişimi anlamında tek ölçüt var: Batılı metinlere baksak bile kendi söyleyeceğimiz bir sözümüzün olması ve kendi sözümüzün Batılı sözün içinde kaybolmaması.”

Kurtuluş Kayalı Hoca, en çok bu fikirleri nedeniyle hatıratını yazması gerekli bir yazardır bana göre. Çünkü bu sözleri telaffuz etmek için önemli önemsiz demeden ulaşabileceği her panele iştirak etmiştir. İnsanlar tanımıştır. Yollar hep ayrılmıştır, kelamın sonunda. Kavganın büyüğünü kalabalıklarla birlikte vermemiştir belki ama kalabalıkların içinde “kendi sesini kaybetmeden” ortaya koyabilmiştir. Sessiz akan sular derin olur zira.Halime Kökçe

Halime Kökçe: “Recep Tayyip Erdoğan”

Doğruları, yalnızca doğruları yazacaksa Recep Tayyip Erdoğan’ın hatıratını sabırsızlıkla beklemekteyim mesela. Umarım onun da, benim de ömrüm kifayet eder. “Neden”in diye sual edecek olursan Türkiye'nin en hızlı değişimin, bir dönemin mimarı. Bizim kuşağın da çok yakından tanık olduğumuz bir dönem bu. Kimbilir bilmediğimiz neler neler oldu bu zaman zarfında. Bugün sebebini merak ettiğimiz pek çok şeyin cevabının böyle bir hatıratta en azından ipuçlarını bulabileceğimizi düşünüyorum.

Ama hatıratını en çok okumak istediğim kişilerin sayısı bir de değil. Yaşayan ya da ölmüş farketmez dersen mesela “Usame Bin Ladin hatıralarını yazmış olsaydı da okusaydık” derim.

Yahu hangi birini sayayım. Düşünsene, en başta peygamberlerin hatıratlarını kendi ağızlarından okuyabilmek ne kadar heyecan verici olurdu, öyle değil mi? Hz. Muhammed Hicret'i anlatsa, miracını anlatsa, Hz. İsa çarmıhı, Hz. Musa Allah'la Tur dağındaki konuşmasını... Bu fasıl çok uzayabilir.

 

Suavi Kemal Yazgıç soruşturdu

YORUM EKLE

banner36