Kadim muhavere: Niyazi Sayın'la söyleşi

"Sizin duygularınız öyle olacak ki o sesleri bastığınız zaman gönlünüzden basacaksınız. O “re”nin “do”nun işareti yok, gönülde var onun işareti. Öyle bir ses ki bir sesi dokuza bölerseniz bir tanesine koma derler. Koma nedir? Hiçbir şey! Siz o komaları kendi gönlünüzden yapacaksınız. “Aa bu çok güzel okuyor çok güzel çalıyor.” Niye? Çünkü onun duyuşu başka." Zeck Dergisi, 16. sayıdan Niyazi Sayın söyleşisi.

Kadim muhavere: Niyazi Sayın'la söyleşi

Gönül kapısını bize açan Neyzen Niyazi Sayın ile daha kapıdan girdiğimizde farklı bir söyleşi yapacağımızı anlamıştım. Fotoğrafçılık, tespih sanatı, ebru, resim, kuş merakı, çiçekçilik, aşçılık, elektronik, ney yapımı ve buna benzer o kadar geniş bir ilgi alanı var ki hangisini anlatacağımızı şaşırdık. Hangi konuyla ilgilendiyse o konuda en iyisi olmuş ama bunu hırsla değil sevgiyle yapmış. Niyazi Sayın ney icrasında yeni kalıplar ve pozisyonlarla bir dönüm noktası oldu. Bugün musikimizde ney icrası “Niyazi Sayın öncesi” ve “Niyazi Sayın sonrası” diye ikiye ayrılıyor. Vakit bana yetmiyor diyor, nasıl yetsin ki! Bizim de onu anlatmaya sayfalarımız yetmedi.

Ney ile yolculuğunuz nasıl başladı?
Neyi ilk almama vesile olan Üsküdar musiki cemiyeti neyzenlerinden Emin Bey’dir. Bir gün Hattat Necmettin Okyay beni resim heykel müzesinin müdürlüğüne Halil Dikmen Hocamıza götürdü: “Halil evladım bak sana Niyazi’yi getirdim sana emanet.” dedi. Biz o asil insanla derse başladık, 15 sene gittim. Bugün sağ olsa gene giderim. Kendisinden aynı zamanda resim dersi aldım, Halil Bey’in sayesinde çok insan tanıdım orada. Halil Dikmen çok efendi, değerli derviş bir insandı öyle asil, faziletli bir insan az görülür. Neyzen Emin dedenin talebesiydi. Onun da hocası Aziz Dede bu böyle bizim yol 3. Selim’in hocası Oskiyan Usta’ya kadar gidiyor ondan sonra nereye gidiyor bilmiyorum. Bu bizim ney ekolümüzdür.

Halil Dikmen’le sizin aranızda farklı bir usta çırak ilişkisinin örnek biçimde yaşanması var sanki. Bir yerde “Bana hiçbir zaman aferin demedi ama her zaman devam et dedi.” demişsiniz.
Hiç söylemezdi onu, “devam” derdi. Vefatından sonra kız kardeşi hanımefendiyi ziyarete gittim, Ona, “Talebelerimden bir Niyazi var.” demiş. Hâlbuki hayatımda -çok samimidir bu sözüm- hocam gibi ney üfleyemedim. Hocamın neyden çıkardığı sesi daha kimseden duymadım. Hocam aslında ressam, profesyonel bir neyzen değil amatör ama neyi de öyle üflüyor ki biz onu üfleyemedik. Yalnız neyde şimdiye kadar yapılmamış hareketleri Allah bana ihsan etti onları yaptım. Çeşitli pozisyonları bulduk, makamlardaki münasebetini temin ettik. Mesela, hicazkâr makamında “fa diyez” perdesini açtığınız zaman o perde pes kalıyor fakat onun pes kaldığının farkında değil millet, bunları buldum.

Musikiyi tarif edin desem nasıl tarif edersiniz?
Musikiyi ben çocuklara şöyle tarif ediyorum. “Musiki iki ses arasında manevi münasebete derler.” Siz gönlünüzde “do” ile “re” arasındaki sesi iyi bulursanız işte musiki odur. Ama bulamazsanız hiçbir şey ifade etmez. Batıda tamper sistemi dediğimiz 12′li sistem vardır; bu sistemde mesela keman virtüözü Menoin’i görmeden de dinleseniz Menoin olduğunu anlarsınız. O notada görünen “do” “re” değil. Notanın hiçbir faydası yoktur insana, nota bir iskelettir. Sizde! Bütün hareket sizde! Herkes kendi hayatını koyar melodilerin içerisine.

Az önceki söylediğiniz ruhu alıp götürmesi ve onunla denge kurması nasıl olur?
Sizin duygularınız öyle olacak ki o sesleri bastığınız zaman gönlünüzden basacaksınız. O “re”nin “do”nun işareti yok, gönülde var onun işareti. Öyle bir ses ki bir sesi dokuza bölerseniz bir tanesine koma derler. Koma nedir? Hiçbir şey! Siz o komaları kendi gönlünüzden yapacaksınız. “Aa bu çok güzel okuyor çok güzel çalıyor.” Niye? Çünkü onun duyuşu başka.

Bir ney üflüyorsanız tasavvufa ister istemez giriyorsunuz gibi bir şey anladım doğru mu anladım acaba?
Tabii yani şimdi o olmadan neyden ses çıkmaz. Yani manevi tarafınız olmazsa olmaz. Bizim musikimiz bizi tekkeye götürür ya da camiye ama daha çok tekkeye götürür. Batı müziğinin melodileri de kiliseye götürür. O da güzeldir tabii ama bizim işimiz başka. Basit gözüken bir şey insanı yakar mesela bir Hafız Sami varmış onu dinlediniz mi başka türlü, bunun gibi.

Burada o zaman esas olan kişinin ruhundaki oynamaları ses olarak bir başkasına aktarması değil mi?
Her şey öyle zaten “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinden.” Konuşmanızda bile maneviyat var mesela. Maneviyatsız hiçbir şey yok. Konuştuğunuz zaman karşınızdaki muhatabınız sizin manevi durumunuzla alakalı olarak size yakınlaşıyor. Her iş öyle. Yazı yazsanız orada o güzellik görünür. Musikiden de murat insandır, Kuran-ı Kerim’de de bir ayet vardır. Diyor ki: “Allah emaneti ilahiyeyi dağlara taşlara verdi onu kabul edemediler o çok ağır bir yüktü.”[1] Emanet nedir? “Onu insan kabul etti ama o insan zalim ve cahil oldu.” diyor. Niye? İnsan kendi güzelliğine ekberiyetine bakmadığı için kendisine zalim ve cahil oluyor. Allah’ın güzelliği ancak insanda tecelli ediyor. Hiçbir yerde tecelli etmiyor. Her yerde tecelliyatı var, O’nsuz bir yer yok amma bütün esmasıyla beraber insanda tecelli ediyor. O melodiler insan için o insandan çıkıyor zaten. Ben çalmazsam başkası çalar, o çalmazsa başkası çalar mühim değil. Mühim olan insan... Mevlana altı ciltlik esere “Dinle ney’den!” diye başlıyor. Neden? Aslında insandan dinle diyor, ney’den ne olacak bir kamış parçası, o işin rumuzu. Ama asıl ney insan! İnsan’dan dinleyeceksiniz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de insan suretinde tecelli etti değil mi? İnsanı tanımıyorsan sen, kendini tanımıyorsun “Kim ki nefsini bildi o Allah’ı bildi.” İşte ney de bu felsefeye hizmet eden manevi asil bir alet. Ebruda da murat insan, insan olmasaydı ebru da olmazdı, onu çıkaran insan… Mesela Karagöz, bütün dünyada her memleketin kendi bünyesine göre uygulanıyor. Çin’de var, Endonezya’da var. Yunanistan’da her gün karagöz oynatıyorlar televizyonda bile çıkıyor. Bizdeki Karagöz tasavvufî eda ve mana ile oynatılır. Maalesef bizdeki karagöz oynatanlar da bu felsefenin dışında bildikleri yok. Karagöz baştan aşağı tasavvuftur bütün perde gazelleri hepsi tasavvufîdir. Ehli beyte muhabbet lazım, Allah’ın emridir Kuran-ı Kerim’de “Ben sizden hiçbir ecir istemiyorum, ehli beytime muhabbet ediniz.” buyuruyor nedir o ehlibeyt ben karışmam artık. Herkes kendi derdine baksın, uğraşsın bulsun neyin nesi neyin fesi ise bu gönül işidir. Yaşamdan maksat hakikate ulaşmaktır.

Bütün sanatların başı insan o zaman?

Kendini bilecek insan. Allah, “Ben size şah damarınızdan yakınım.”[2] diyor. Her yerde tecelli ediyor, insandaki tecellisi de başkadır.

Tespih koleksiyonunuz var ve yapımı da sizin ilgi alanınız içerisine giriyor…
Tespih, Türk sanatlarından birisidir. Ebru nasıl bir sanatsa bu da bir Türk sanatıdır. Bunun güzel olması için bir takım şeylere ihtiyaç var. Mesela, deliği çok ince olacak, 99 tanesi de aynı olacak ve imamenin şekli ona göre olacak burada halka dediğimiz şeyler var onlar iyi çekilecek çıkacak ve işlemeli olacak. Bu yönde hele Osmanlı’nın son devrinde yetişmiş büyük tespihçilerimiz vardır.

Ebru sanatında bizdeki öncüler kimlerdi?
Ebru sanatı bize Ethem Efendi’den geliyor. Ethem Efendi’den hattat Necmettin Hoca öğreniyor. Ondan da aktar Mustafa Düzgünman -bana da çok faydası olan değerli bir ağabeyimizdi ve o benim aynı zamanda önderimdi- öğreniyor. Bu sayede ben de yaptım, Mustafa Hoca’dan da merak edip bir hayli Ebru yapanlar oldu. Böylece bu iş öyle bir hâle geldi ki şimdi ebru boyalarını satan dükkânlar açıldı. İki defa Boston’a çağırdılar beni onlara Türk ebrusunu gösterdim onlardan da Avrupa ebrusunu gördüm.

Farkı nedir?
Pek fark yok yalnız mesela onlar potasyum alüminant kullanırlar. Kâğıtları potasyum alüminanta batırırlar ondan sonra ebru teknesine, boyaya koyarlar. Çıkarırlar suyla yıkarlar kâğıdı, üzerindeki yapışmamış boyalar gider kendi öz boyası kalır pırıl pırıl da olur. Çok güzel olur. Mesela, şuradaki yazı benimdir ebru teknesinde yapmıştım. Bunu yapmak için muhakkak o potasyum alüminanta ihtiyaç vardır.

Bunlar az önce dediğiniz gibi insanın kendine edindiği işler, zevkler.
Evet, bunların hepsi tali dediğimiz yan hareketler. Asıl insan kendisi... Asıl uğraşacağı en iyi fotoğraf makinesi kendisi, başka bir şey değil.

Perdeleri büyük bir titizlikle kullanan nefes hâkimiyetiyle ney üfleme çıtasını yükselten, musiki tarihinde kendine özgü, ulaşılmaz bir yeri olan “Neyzenlerin hocası” unvanının sahibi ve günümüzde yaşayan en büyük neyzen Niyazi Sayın’a o engin dünyasını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.

 

Zeck Dergisi, Sayı:16

Dipnot:


[1] Ahzab Suresi, 72

[2] Kâf Suresi, 16

YORUM EKLE