İdeolojik Şapka, Peruk ve Sakal Yasaktır!

''Herkes eşit şartlarda istediği alanlara gidebilmelidir. O günlerde hayal edemeyeceğimiz kadar özgür günler yaşıyoruz.'' 28 Şubat darbesi mağduru, Toplumsal Hafıza Derneği Başkanı Fatma Aydın Ataş ile 28 Şubat darbesini, o süreçlerde yaşanan mağduriyetler üzerine Ezgi Aşık'ın sorularını cevapladı.

İdeolojik Şapka, Peruk ve Sakal Yasaktır!

28 Şubat darbesi mağduru, Toplumsal Hafıza Derneği Başkanı Fatma Aydın Ataş ile 28 Şubat darbesini, o süreçlerde yaşanan mağduriyetleri konuştuk.

Sizi sizden tanıyalım.

Ortaokulu, liseyi dışarıdan bitirdim, üniversiteyi 2001 yılında kazandım, Marmara İletişim mezunuyum. Gazeteciyim. Belgesel yapımcısıyım. “Bir Neslin Ardındaki Meşru Kahraman”, ”İkna Odaları”, “Şubat’tan Sonra” belgesellerinin yapımcısıyım. Yakın Türkiye tarihi üzerine belgeseller yapıyorum.

“Her Darbe Sürecinde Türkiye’de Kaotik Ortam Yaratılır”

Genel olarak 28 Şubat’ta neler yaşandı?

28 Şubat darbesinde Türk toplumu tepeden tırnağa dizayn edilmek istendi. “Parklar kamusal alan mıdır” tartışmasına kadar götürdükleri bir dizayn çalışmasıydı. Her darbe sürecinde Türkiye’de kaotik bir ortam yaratılır. Mesela, Uğur Mumcu’nun suikastıyla beraber “irtica” söylemini ortaya çıkarttılar. Bu söylem, Türkiye’de ilk defa bir darbede kullanıldı. 28 Şubat öncesinde ise; irtica adı altında Müslümanlar ilk defa hedefe konuldu. 1970’lerden itibaren mücadele eden Necmettin Erbakan’ın partisi birinci parti olarak ortaya çıktı. Bu sefer şöyle bir tartışma başladı; hükümeti kurma yetkisi Erbakan’a verilebilir mi, verilemez mi? En nihayetinde Erbakan’a hükümet kurdurulmadı. Hükümeti, Mesut Yılmaz’la Tansu Çiller kurdu. Ama yolsuzluk tartışmaları yüzünden hükümet 3 ay dayandı. Yeni hükümet arayışına gidildi. Bu sefer Erbakan hükümeti kurdu. İktidara gelmesiyle beraber Türkiye’de bir ilk yaşandı; çünkü 70- 80’li yıllarda Anadolu insanını bir şekilde siyaset kurumundan ve diğer alanlardan uzaklaştırma çabası vardı.

1997 Yılında İstanbul Üniversitesinde İlk Başörtüsü Yasağı Uygulandı!

O süreçte neler yaşandı? Mesela 28 Şubat darbesinden sonraki mağduriyetlere girersek neler yaşandı?

28 Şubat 1997’de Sincan’dan tanklar yürütüldü. 9 saat süren bir MGK toplantısı yapıldı. Bu toplantıda bazı maddeler vardı. Bu maddeler Erbakan’a imzalatılmak istendi. Neydi bunlar? İmam hatiplerin orta kısımlarının kapattırılması, üniversitelerde başörtüsü yasağının uygulanmasıydı.

1997’nin sonbaharında üniversiteler açıldığı zaman, İstanbul Üniversitesi’nde ilk başörtü yasağı uygulanmaya başlandı. O dönemde İstanbul Üniversitesi rektörü Bülent Berkarda idi. Yasağı uygulamaya koydu, fakat öğrenciler büyük bir tepki gösterdiler. Yasağı uygulamayı sürdüremedi çünkü Çapa’dan Cerrahpaşa’ya, iki gün boyunca 30 bin kişinin katıldığı yürüyüşler yapıldı. 1997 yılı bu şekilde devam etti. Üniversite yönetimi yasağı geri çekmiş olmasına rağmen, o dönemin dekanı Kemal Alemdaroğlu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bu yasağı uygulamaya devam etti. Diğer üniversitelerde uygulanmadı. 1998’e geldiğimizde, Kemal Alemdaroğlu rektör olarak seçildi, yardımcısı da Nur Serter. Okullar açılmadan önce basın toplantısı düzenlediler ve dediler ki “Bu yıl üniversiteye gelenler başları açık kayıt yaptıracaklar, başörtülü kayıt almayacağız.”

“Kayıt Yaptırmaya Gelmiş Öğrenciler Arasından Başörtülü Öğrencileri Tek Tek Sıradan Çıkarttılar!”

İkna odalarında neler yaşandı?

Kayıt yaptırmaya gelmiş öğrenciler arasından başörtülü öğrencileri, tek tek sıradan çıkarttılar. Sıradan çıkartanlar arasında Nur Serter de var. İkna odaları belgeselinde bir öğrenci anlattı: “Beni kayıt sırasından Nur Serter çıkarttı, ikna odasına kadar götürdü ve odaya soktular.” İlk önce “Başörtüsü İslam dininde değil, İslam’da böyle bir kural yok, böyle bir ayet yok, başörtüsünü örtmenize gerek yok.” Buradan başlıyorlar. Eğer öğrenci buna iyi bir argüman getirirse “Ama bak işte sen iyi bir üniversite kazandın, buraya kadar geldin, ailenin de emekleri boşuna gitmesin, başını aç ki buradan mezun olup toplumda bir yer sahibi olasın.” Onda da kanmadıysa “Ama bak başörtülü hiç güzel değilsin, böyle güzel görünmüyorsun”a kadar varan çeşitli söylemler. İşte burslar teklif etmişler; “Başını açarsan, biz sana her türlü yurt imkânı ve burs imkânı sağlarız ama başını açacaksın.”, “Atatürkçü Yaşam Derneği’ne gidip başvuruda bulunabilirsin ama başörtünü açacaksın.” O dönemde Atatürkçü Düşünce Derneği, burs vereceği öğrencileri Ramazan ayında çağırıyordu, ilk önce su ikram ediyordu. İkramı geri çeviren öğrencileri oruçlu diye eliyorlardı. Böyle bir dönem yaşandı.

Türkiye’de başörtüsü yasağı 1998’de başlamadı. Başörtüsü yasağını 1940’lı yıllardan başlatıyorum. 1980’lere geldiğimizde ‘80 Darbesi oluyor. Türkiye’de ilk defa YÖK bir genelge çıkarıyor, “Üniversitelerde başörtüsü takmak yasaktır” diye. YÖK, ‘80 darbesinden sonra kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi de 60 darbesinden sonra kurulmuştur. Hepsi vesayet, toplumu dizayn etmenin üst makamları olarak kurulmuştur. YÖK’ün aldığı kararlardan bir tanesi “Bütün üniversitelerde başörtüsü takmak yasaktır.” Kenan Evren’in güdümüyle alınmış bir karardı.

“Bütün Emeğiniz Birinin Kağıdınıza Çarpı İşareti Koymasıyla Gidebilirdi”

Peki, bu süreçlerde siz ne yaşadınız?

Marmara Üniversitesi’ni 2001 yılında kazandım. O dönemlerde yasak kesintisiz uygulanıyordu. Bunu bilerek sınavlara girdim. Sınavda şapka takmıştım. Sınav salonuna girdiğimde öğretmenin beni çıkarmasını bekledim ama çıkarmadılar. Sınav kağıdını önüme koydu, çok değişik bir psikoloji. Diğer öğrencilerle eşitsiniz fakat her an hakaret, ötekileştirme ve haksızlıkla karşı karşıya gelebilirsiniz. Bütün emeğiniz birinin kağıdınıza çarpı işareti koymasıyla gidebilirdi.

Peki, üniversitede neler yaşadınız, sıkıntı yaşadınız mı?

Üniversite kaydımı Haydarpaşa Hukuk Fakültesi’ne yaptırdım. İletişim fakültesi Nişantaşı’ndaydı. Bir dönem şapka takarak okula gittim. İkinci dönem, diş hekimliği fakültesinin hocaları öğrencilerde artık peruk bile kabul etmemeye başlamışlardı. Biz diş hekimliği öğrencileriyle lavabolarda karşılaşıyorduk. Onlar kendi aralarında dersten çıkarıldıklarını anlatıyorlardı. Hatta bir kız anlatmıştı, “Bugün perukluyum diye hoca beni dersten çıkardı.” Sonra ikinci dönem Diş Hekimliği Fakültesi hocaları okulun kapısına; “ideolojik şapka, peruk ve sakal yasaktır.” yazısı asmışlardı.

Başörtüleriyle mücadele eden bazı kadınlar üzerine düşüncelerini almak istiyorum. Mesela Ayşe Hümeyra Ökten?

Türkiye’de kamusal alanda ilk başörtülü doktorumuz. 1947’de tıp fakültesinden mezun oldu. İhtisasını yaparken, 1953’te Kızılay kafilesinde görevli olarak hacca gitti. Hacdan döndükten sonra başını örterek, zemzemini, hurmasını alıyor ve klinik şefi Ekrem Bey’i ziyarete gidiyor. Ekrem Bey, “Hümeyra Hanım hacı anneler gibi olmuşsun” diyor. Ziyaretinden sonra tekrar başını açıp ihtisasına devam ediyor. İhtisasını bitirdikten sonra, aslında çok parlak bir öğrenci olduğu halde üniversiteyi bıraktı. Verem savaş dispanserinde çalışmaya başladı. Ayşe Hanım başörtülü olduğu için, o dönemde herkes onu hizmetli zannediyordu.

Hatice Babacan?

Hatice Babacan, aslında ODTÜ öğrencisi fakat ODTÜ’de başörtüsü sorunu yaşadığı için Ankara İlahiyat’a geçiş yaptı. Ankara İlahiyat’taki hocaları da başörtüsüne karşı çıkıyorlar, başını açmasını söylüyorlar. Hatice Babacan direniyor. Bir gün okula ambulans çağırıyorlar, ambulansa koyup akıl hastanesine gönderiyorlar. Aklî melekeleri yerinde midir, değil midir diye. Bir insan inancı gereği örtemez, ya delidir, ya akıl hastasıdır gibi bir söylemle. Hatice Babacan aklî melekelerinin yerinde olduğuna dair rapor alıyor. Buna rağmen okuldan atılıyor.

Türkiye’de 1949 yılında ilahiyat fakülteleri kuruldu. O dönemlerde ilahiyat fakültelerinde Arapça ve Kuran-ı Kerim dersi yoktur.

“Photoshop’lu Fotoğrafı Çıktığı Gün Vefat Etti”

Medine Bircan?

71 yaşında yaşlı bir kadındı. Çapa Tıp Fakültesi’nde tedavi görüyordu. Tedavi gördüğü halde doktorlar, yaşlı kadına artık bu kimlik ve sağlık karnesiyle devam edemezsin, fotoğrafın başörtülü, başı açık fotoğraf olması lazım dediler. Kadıncağız da diyor ki; “Ben 71 yaşımdayım, zaten ölüyorum. Bu yaşımda başımı açıp da fotoğraf çektiremem.” Oğlu Çapa’daki fotoğrafçılardan birisinde annesinin ve başörtülü fotoğrafın üzerine photoshop ile bir peruk yapıp, kimlik müracaatında bulunuyor. Kimliğinin çıktığı gün Medine Bircan vefat etti.

Sadık Güray Balatekin ve eşi?

Sadık Güray Balatekin, eşi başörtülü olduğu için ordudan atıldı. Eşi GATA‘da kanser tedavisi görüyordu. Sadık Bey’in ordudan ilişiği kesildiği gün, sağlık karnesini isteyip iptal ettiler. Eşi tedavi edilmediği için 15 gün sonra vefat etti.

Eski Türkiye’yi konuştuk, şimdi yeni Türkiye’yi konuşalım... Mesela TSK’da başörtüsü yasağı kalktı. Eski Türkiye ile Yeni Türkiye üzerine karşılaştırma yapalım.

2011 yılından itibaren üniversitelerde başlayan başörtüsü serbestliği, kademe kademe yayıldı. Başörtülü öğrenciler kamusal alanda çalışmayı hayal bile edemiyordu. Aslında başörtülü olarak kamusal alanda çalışmanın 90 yıllık bir hikayesi vardır. Şu an başörtülü kadınlar için bir devrim yaşanıyor. Kamusal alanda çalışmak, 40’lı yıllardan itibaren süren bir mücadelenin sonucudur. Öğretmenler mesleğine geri dönmüştü fakat avukatlar duruşmaya giremiyorlardı. Avukatların duruşmalara girmesine serbestlik geldi. Bu sefer hakim olamıyorlardı, polis olamıyorlardı. Kademe kademe bu yasakların hepsi kaldırıldı. En son TSK’dan kaldırıldı.

Herkes eşit şartlarda istediği alanlara gidebilmelidir. O günlerde hayal edemeyeceğimiz kadar özgür günler yaşıyoruz.

“İdeolojik Şapka, Peruk ve Sakal Yasaktır!”, Bilimevi Kadın dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2017, sayı 1.

 

Röportaj: Ezgi Aşık

YORUM EKLE