Güzel insan Nurettin Durman’a gidip “dunyabizim.com için bir söyleşi yapmamız lazım abi?” deyince, “Yahu hep bizimle yapıyorsunuz, biraz da kitaplarımızla yapsanıza!” dedi. Ben de neden olmasın diye düşündüm.
Sonra Nurettin Durman’ın son şiir kitabı Derin Yara’nın karşısına geçtim. Ben sordum o bazen ‘Derin Yara’ kitabı oldu cevapladı, bazen Nurettin Durman oldu söyledi, ortaya da bu söyleşi çıktı.
Umarım bir şiir kitabıyla yapılmış bu söyleşiyi beğenirsiniz.
Merak ediyoruz, nasıl bir hal ile yazıldı bu şiirler?
Öyle bir haldeyim ki
Ateşi ve gülü bilemem
Sonsuza açılan kapıdan
Nasıl çıkarım bilemem.
Sorma deseniz de Derin Yara’yı şairini anlayarak daha çok hissedebileceğimizi düşünüyorum. Derin yaralar nasıl oluşur sizde?
Ne dedimse olmadı solgun yapraklar düştü
Viran olan gönülden kırık nağmeler düştü
Kalbi kırık şarkılar bensiz sokağa düştü.
Ezanların içinden bir güzel rahmet düştü
Dağıldı bu âleme payıma hasret düştü.
Yaralarımın farkına varmak da kolay değil aslında. Bazen bu farkındalık insanı ümitsizliğe sevk edebiliyor. Siz ne yaptınız o ilk hissediş anınızda?
Bismillah dedim
Bıraktım yumuşak toprağın koynuna
Orada kök salsın büyüsün düş kursun
Şiir gibi olsun dünya.
Evet derin yaralarımız var, peki ne yapmak lazım bu yaralarla?
Ne olursa olsun yürümeyi sürdürmenin önemi ortada
Bir cihangir gibi dolaşmanın bir derviş gibi oturmanın
Şehri boydan boya iyiliklere boyamanın ne kadar elzem olduğu ortada.
Yüzümdeki ifadeyi anlamışsınızdır
Şehre dair çok şey vardır mutlaka.
Peki, Derin Yara’daki şiirlerin ifşa ettiği yaralara gelelim o zaman. Nasreddin Hoca’nın tabiri ile sadece ‘Damdan düşenin anlayacağı acılar’a sahibiz gibime geliyor. Haksız mıyım?
Bir damla gözyaşı bir damla yağmur
Canın candan başka nedir aldığı
Manaya sarılan ruhu görmüşler
Elinden ne gelir bütün varlığı
Düş de gör bir defa öyle demişler
Eğer yaralanmak mevzu bahisse olayı ta Habil’in akıtılan kanı karşısında Hz. Adem’in hüznüne, Leyla’dan koparılmış Mecnun’un hicranına ve dahi Kudüs’ten Şam’a, Halep’ten Bağdat’a geniş bir coğrafyanın tüm acılı çocuklarına kadar götürmek lazım. İş Nurettin Durman’a geldiğinde nasıl nasıl bir aks-i sedası oluyor bu acının?
Demeseydim keşke ne olur ne olmaz diyerek
Bu kadar teselliye muhtaç olacaksa da günüm
Buradan bir şey çıkmayacak ister istemez artık
Kalbim kırıldı çünkü dahası ben çok üzgünüm.
Bu kırılmaktan dolayı mıdır, sesli değil sessiz figan ederken görüyoruz sizi?
Susarım; budur belki kalbimi tutan ışık
Bir yokuşu yorarak çıkmak için hayattan
Viran olan bahçenin kalbi kırık ufkundan
Nasıl bahtına yanar elde bir şey kalmadan.
Yokuşu yorarak nasıl çıkacağız peki bu yaralayan hayattan? Bunun sırrı nedir?
Kalmadı takatim uçtu hayalim
Dünyanın başında bu kadar acı
Ruhun aslı meğer elemli canmış
Dayanmazmış yoksa derdin ilacı
Öyle bir sır ki hiç bulunmazmış
Hadi yokuşu çıktık, yola ulaştık, yol bizi nereye götürecek?
Sormak isterim elbet: “bir yol ‘cennete’
Götürmezse insanı ne işe yarar?”
Peki bu derin acılardan kurtulmak için ne yapmamız lazım. Şair bize bu konuda ne söylüyor?
Peki, ne lazım gelir bundan sonra intizar
Denize bakmak mıdır bunca acılar varken
Yarası derin olmak varsa başka bir cevap
Hüzün yağmurlarını taşımaksa marifet
İçinde bir heyula büyütmek zorlukları
Bir intikam ateşi çıkmak için kapıdan
Zehirlerin aktığı sokaklar belki ama
Tufan mıdır ki alıp götürsün etrafını
Nasıl olsa bir sestir ortalığa düşecek
İnce belli bir kurşun sekecek nasıl olsa
Gelip vuracak şöyle tam kalbimden içeri.
Yaraların iyileşmesi için en çok da birbirimizin güzel sözlerinden yapılmış merhemlere ihtiyacımız var gibi. İnsanın insana vereceği şifa yaralara iyi gelir mi, ne dersiniz?
Neden böyle oluyor dedim
Düşündüğün şeye bak dediler sonunda
Karıncanın cesur arının çalışkan olduğunu gördüm
Aşk olsun bütün bir âlem dolaşıyor peşinde dedim
Parlasın nur-i ilahı
Kimde bir sır var ise
Bir çalım atarak çıksın ortaya ve desin ki:
Muhabbetle yüzleşmeyi anlamsız bulanın vay haline.
Muhabbetle yüzleşme imgenizi çok sevdim. Bunu yapmak içinde okkalı sözlere ihtiyacımız olacak değil mi?
Hakikatin ışığından
Söz de payını alacak elbet
Uçtuğu kâr kalacak yanına
Yaprak yaprak gibi ağacın
Zamanın kanatları altın
Bir yıldız gibi olduğunda
İsmet Özel’in ‘Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!’ diye bir mısrası vardır meşhur. Burada tam da o geldi aklıma. Acılarımız eğer fiziken değil ruhense, o zaman o yaralanmış ruhun merkezine yani kalbe müracat etmemiz gerekmez mi?
Lütfen çok sessiz olun bize bakıyor dünya
Bu nasıl iş acaba sorgu sual her neyse
Bütün her şey ortaya bir çırpıda çıkacak
Lâkin kimin sesiyle yıldız olup akacak
Bu iş burada bitmez dahası eski hesap
Döner durur çarkında kimse farkına varmaz
Lütfen içeri girin burası benim kalbim
Müthiş bir hazinedir aramakla bulunmaz.
Bulunmasa bile pes edilmemeli galiba. Her daim arayışta olmalı ve her kalbin Mesih’i bulunmalı. Acıları nihayete erdirecek de budur bence? Siz bulabildiniz mi?
Ben hâlâ bekliyorum
Ey içimin yağmuru
Kırmızı gülleri budadığımı görünce
Şaşırmış gibi yüzüme konan güneş
Dal budak salacakmış meğer
Gülücüklerin büyüdüğü
Güllerle bülbüllerin
Söyleştiği bahçelerde.
Bu derin yaralar ve acılar karşısında pes edip, tası tarağı toplayıp uzaklara gitmek için can atanlarımızın çok olduğunu biliyorum. Onlara ne demeli?
Aşk olsun daha
Çekilecek çok çile
Kuyuya atılacak çok taş var…
Aşk olsa belki de bu yaralarla yaralanmayacağız, belki de içimizde gurbetlik böylesine yer etmeyecek. Şöyle bu yaralı ve yalnızları toplasak bir meydana onlara ne söylerdiniz?
Şimdi ben onca kalmış yalnızı
Toplasam bir araya ne olur?
Ne olur ölümü unutmasam
Sağından solundan bir çeper
Dağdan getirmişti desinler
Gözleri sürmeliydi desinler
Ne çok bekledi ah, bir de
Kalbi kırılmasaydı desinler.
Şiir gibi bir dünya olsa bir şair olarak neresinde olmak isterdiniz?
Beni sorma istersen
Hayret ederim ki ben
Ne kadar var’mışım meğer
Varmışım da içimde bir ateş
Bir hasret bir vuslat telaşıyla
Cüretimi bağışla diyecektim.
Şair olarak son sözü de kendinize söyleseniz desek:
İşte böyledir dünya kim öle kim kala
Hey gidi Nurettin Durman değil mi ama?
Adem Özbay söyleşti