Hac ibadeti daha çok farkındalık ister
Mustafa İslamoğlu; “Arafat’a giden deve hacı olmaz!” diyor Hac Risalesi kitabında. Dolayısıyla oraya giden Müslümanların bir bilince sahip olması gerekir.
Her ibadet bir farkındalık ister. Hac daha büyük bir farkındalık ve bilinç ister. Tabiki taşıdığımız niyetler doğrultusunda kuşkusuz ki Rabbimiz karar verecektir ibadetlerimiz hakkında. Fakat ibadetlerimizin bir sürü ibadeti şeklinde gerçekleşmesi kabul edilebilir bir durum değil.
Orada bütün ibadetlerin olduğu gibi Haccın da nasıl bireyselleştirildiğini, toplumsal boyutlarından nasıl soyutlandığını ve toplumsal sorumluluklardan nasıl bağımsız hale getirildiğini düşünüyorsunuz.
Burada şöyle bir genel değerlendirme yapmak icab eder; Buraya gelen 4 milyon insanın önemli bir bölümü, Allah tarafından kendilerine bahşedilmiş bir takım inançlar, sevgiler ve duygular dışında edinilmiş bilgilere sahip değiller. Böyle bir çabaları olmamış. Sezgilerle hareket ediyorlar. Dolayısıyla yaptıkları ibadetleri bir farkındalık içerisinde gerçekleştirmiyorlar. Samimi olabilirler, duyarlı olabilirler, fakat orada bir bilinç noksanlığı olduğunu belirtmek gerekiyor.
Bugüne ait değerlendirme lazım!
Yine buna bağlı olarak bir başka şey daha söylemek gerekiyor; bu büyük buluşmayı gerçekleştiren İslam toplumları, hâlâ geçmişte yaşıyorlar ve bugüne dair bir çözümlemeye sahip değiller. Hangi ülkeden olursa olsun, hangi mezhepten ve eğilimden olursa olsun, Kabe’ye gelip orada buluşan alimler ve fakihler, geleneksel anlamda yalnızca kendi uğraş alanlarıyla, ilgili oldukları bağlamlarla sınırlı bir gündeme sahipler. Kendileriyle konuşmak istediğinizde, düşüncelerini sorduğunuzda kimse “benim düşüncem budur” demiyor, herkes geçmişteki bir kitaptan alıntı yaparak bunlara yanıt vermeye çalışıyor. Dolayısıyla düşünen adamlarla karşılaşamıyorsunuz. Özellikle bizim kuşaklar, bu geçmişçi yaklaşımın mahkumları durumundalar. Ancak bizden sonraki kuşaklarla konuşulabileceğine olan umutlarımız artmakta. Bizim kuşakların mezhepçi bağnazlıkları olduğunu görüyorsunuz.
Ayrıca bu insanlar kendilerini tek akla hapsetmiş görünüyorlar. Bir üstadın, eğilimin veya bir yorumun ufkuna kendilerini hapsetmiş görünüyorlar. Dolayısıyla kendilerini buralara hapsedenlerin düşünme yetenekleri olmadığını görüyorsunuz orada.
İslam’ın ilk dönemindeki heyecan nerede?
Kabe’de bahsettiğim bu hareketlilikten hareketle İslam medeniyetinin, kültürünün oluşumuna ilişkin yeni bir duyarlılık sahibi oluyorsunuz. Diyorsunuz ki, burası tarihte yeni bir dünya üretti. Tarihin çok kısa bir süresi içinde buradan ortaya çıkan fikir, düşünce ve inanç, bir tarafta İspanya’ya, diğer tarafta Hindistan’a ulaştı. Dolayısıyla sorma ihtiyacı hissediyorsunuz; İslam’ın ilk döneminde bu İspanya’ya ve Hindistan’a ulaşan bilincin, heyecanın, duyarlılığın insanı bugün nerede? O hareketlilik, canlılık, aşk, öfke ve umutlar bugün nerede ve niçin bunlar yok?
Diğer yanda özellikle Afrika ve Asya’dan gelen hacıların Hac sezonu boyunca muhtemelen imkansızlıkları sebebiyle kimi güzergahlarda, sokaklarda gecelediklerini ve sokaklarda biriken çöpler üzerinde yattıklarını görüyorsunuz. Bu tablo sizi dehşete düşürüyor. Hem bu çöpler üzerinde yatan insanların mazur görülemeyeceklerini hem de onları çöpler üzerinde yatıranların da mazur görülemeyeceklerini, bunun herhangi bir açıklamasının olmadığını düşünüyorsunuz. Çöpler üzerinde yatan yüz binlerden bahsediyorum. Bu tablo anlaşılabilir, kabul edilebilir, mazur görülebilir değildir. Hac sezonunun sorunlarından kaynaklanan bir problem olarak görülemez. Evvela İslam insanının burada çok ciddi bir takım sorunları olduğuna işaret etmek gerekir.
Bu bize aynı zamanda şunu ihtar ediyor, Hac’da bulunan bu kitleler, çok küçük bir kısmı müstesna olmak üzere bir köylülük ve taşralılık kültürünü yansıtıyorlar. Özellikle Türkiye’den giden hacılara bir üniforma giydiriliyor. Bu üniforma, hiçbir estetik özellik taşımıyor. İslam estetiğine dair bir değerlendirmede bulunamıyorsunuz orada.
Bu bir nevi hizmetli kıyafetiyle oraya giden hacılar da bir ümmet bilincine sahip değiller. Bir Türk bayrağı gördüklerinde bunu alkışlama ihtiyacı duyuyorlar. Türk hacılarda bir üsluba ve tarza rastlamıyorsunuz. Ancak örneğin Uzakdoğulu, Malezyalı, Endonezyalı, Çinli, Taylandlı, Hindistanlı Müslümanlarda böyle bir üslup ve tarz olduğunu görebiliyorsunuz.
Keza, niyetlerini tartışmıyoruz ama davranışlarını tartışmalıyız derken bir örnek vermem gerekir: Türk hacıların otellerine döndüklerinde orada Türkiye’deki maçlarını çok heyecanlı bir şekilde takip ettiklerini, kadınların da Türkiye’deki çok müptezel dizileri seyrettiklerini görüyorsunuz. Şeytan taşlama sırasında oradaki yoğunluk sebebiyle insanlar orada bir kaosa neden oluyorlar. Eğitimli bir topluluğun bunları yapmaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Özellikle birbirinin hukukuna saygısı olan Müslümanların bunu yapmaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Şeytan taşlama sırasında çok vakur bir hal içinde olması gereken insanların böyle bir kaos hali yaşamalarını anlamlandırmakta zorlanıyorsunuz.
Arafat’a gidiş insanı çok etkiliyor
Haccın en önemli rüknü Arafat’ta bir araya gelmek. Arafat’a gidiş ve dönüşler de keza insanı çok etkiliyor. Orada hacılar ihramlarıyla bir araya gelmiş, yeni bir dünyanın, var oluşun veya ahiretin eşiğindeymişçesine bir duygu içinde oluyorlar. Ama Arafat’ta bir araya gelemiyorsunuz çünkü Arafat’taki çadırlar Müslümanlar arasında engel teşkil ediyor. Dolayısıyla o kitlesel yoğunluğu orada hissedemiyorsunuz.
Arafat’tan ayrıldıktan sonra hacı oluyorsunuz ve sonra Müzdelife’ye geliyorsunuz. Orada da bir vakfeye duruluyor. Bu vakfeden sonra Mina’ya kadar bir yürüyüş gerçekleşiyor. Bu yürüyüş, muhteşem bir yürüyüş. Kitlelerin yürüyüşü. Bu yürüyüşün derin bir amaca yönelmiş olması halinde, bu yürüyüşten çok çarpıcı sonuçlar çıkarabileceğinizi düşünüyorsunuz. Fakat yine özellikle yaşlı hacılar, bu yürüyüşü gereği gibi değerlendiremiyorlar. O heyecanı hissetmiyorlar, o yürüyüşte sadece bir yorgunluk hissediyorlar.
Hac gerçek anlamda bir defa vücut bulsa…
Dolayısıyla Hac, düşünen insanlar için, çok muhteşem bir imkan. Muhteşem bir buluşma. Muhteşem bir yürüyüş. Aynı zamanda İslam dünyasının sorunlarına çözüm bulunabilecek yegane mekan olarak somutlaşıyor. Sonsuz ve sınırsız mükemmelliğin sahibi Rabbimiz haccı bize böyle bir imkan olarak veriyor. Ben şuna inanıyorum; Haccın yalnızca bir defa gerçek anlamda vücut bulması, İslam dünyasını tarihin nesnesi olma durumundan tarihin öznesi olma konumuna yükseltebilecek bir imkandır. Fakat bu imkan gereği gibi değerlendirilemiyor. Çünkü bütün ibadetler maalesef mekanik bir hale dönüşüyor. Kabe’de bile insanların cep telefonları vasıtasıyla dünyevi ilgilerini, kaygılarını, uğraşlarını sürdürdüklerini görüyorsunuz. Dünyevileşmenin oraya da bir şekilde sirayet ettiğini düşünüyorsunuz. Orada daha büyük vecd ve coşku halinde insanlar görebileceğinizi ümit ediyorsunuz fakat bu umutlarınızın orada umduğunuz gibi karşılanmadığını görüyorsunuz.
Dolayısıyla hacca gidenlerin, özellikle de gençlerin Hacca gittiklerinde haccın bu muhteşem yönü üzerine yoğunlaşmaları, diğer yandan da eleştirel bir bakışa sahip olmaları gerekiyor. Orada her şeyin manevi duygulardan ibaret olmadığını, aynı zamanda bu manevi duyguların, düşüncelerin, hassasiyetlerin bir bilince dönüşmesi gerektiğinin ihtiyacını duyuyorsunuz.
Benim gözlemlerim genel çerçevesi ile bundan ibaret. Ama notlarım arasında Mekke’deki bütün şöförlerin birer dolandırıcı olduğu, bütün esnafın da büyük fırsatçılar olduğu gibi anekdotlar var.
Peygamber (S.A.V.)’i ziyaret etmenin derinliği
Mekke’den ayrılışın en güzel yanı, Medine’ye gidiyor olmak. Mekke’den ayrılırken bir hüzün duyuyorsunuz. Orada veda tavafı yaparken duyduğunuz hüzün, Medine’ye gidiyor olmanızın verdiği sevinçle bir bütünlük oluşturuyor. Medine’ye böyle farklı duygular içerisinde gidiyorsunuz. Medine’nin Peygamberimi kabul etmelerinden kaynaklanan Medinelilere yönelik bir hürmet duygusu da sizi kuşatıyor. Peygamber’i kabr-i şeriflerinde ziyaret etmenin insana kazandırdığı derinliği tarif etmek mümkün değil.
İsmail Kaplan konuştu
Konuşmanın birinci bölümü için tıklayınız
daha önce hac hakkında bu denli mühim tespitler okuduğumu hatırlamıyorum. hac kitaplarımızın bir üçüncüsünü atasoy müftüoğlundan bekliyoruz inşallah.