Fotoğraf sanatçısı İsmail Küçük’le fotografı ve kültür maceramızı konuştuk.
Uzun yıllardan bu yana bizim buralarda fotografçılıkla uğraşan, emek veren, mütevazi, kalender, hoş sohbet bir abimiz olan İsmail Küçük ile Fatih’te Galeri Kalem Güzeli’nde buluştuk ve fotografla başlayıp, tabii ki bizim kültür maceramıza da uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.
Nasıl başladın abi fotografa ilgi duymaya?
70’li yıllardı, abim ilkokul öğretmeniydi, Van öğretmen okulunda öğrenmişti fotograf basmayı. Muş’ta yatılı okul müdür yardımcısıydı, orada karanlık oda falan kurmuştu, kendi çekip kendi basardı orada. Biz de tabii onun yanında bulunurduk heyecanla, nasıl çıkıyor falan baskıdan diye. O şekilde ilgileniyorduk. Bir de abim sanat kitapları falan alırdı. Hep okurdum, bakardım onlara. Ondan sonra yatılı okuldayken de bütün gün okuldayken tabii kütüphanede hep bakardık. Ortaokuldan sonra çıraklık yaptım ben fotografçıda. Daha sonraki yıllarda Güzel Sanatlar’a gitmek nasip oldu.
Peki o dönemde fotografla uğraşırken etrafındakilerin, abilerin, hocaların tepkileri nasıl oldu?
Tabii böyle abuk sabuk şeylerle uğraşma falan diyen çok olurdu.
Üniversite macerası nasıl oldu?
Önce öğretmenlerimin yönlendirmesiyle Turizm İşletmeciliği’ni yazdım, Ege Üniversitesi’ni kazandım. O arada Turizm Bakanlığı’nın bir kursunu bitirdim. Ama pek bizim ümid ettiğimiz gibi olmadığını anlayınca ayrıldım. Sonra Güzel Sanatlara girdim 1982’de.
Radikal bir karar olsa gerek...
Turizm işletmeciliğini seçerken bir yandan resim yaparım, bir yandan resim yaparım. Birkaç ay çalışınca turistik tesislerde o ortamda çalışamayacağımı, ikisinin beraber gitmeyeceğini anladım. Öyle olunca da tercihimi Güzel Sanatlar’dan yana kullandım.
Ama sosyo-ekonomik olarak da, sahip olduğumuz kültürel kodlar açısından da çok da alışıldık bir tercih değil bu...
(Bu aşamada İsmail abi kaydı kesmemi rica ederek biraz detaya giriyor. Marmara GSÜ’deykenki öğrenci evlerini, o yılların hızlı gündemi olan Afgan cihadını ve kendilerince slayt gösterileri vs. hazırlayacak bu çalışmalara yapmaya çalıştıkları “estetik” katkıları anlatıyor. Ve sonra idealistçe giriştikleri kurumların nasıl birilerinin çıkarına çalışan ve diğerlerinin emeğini ve daha da önemlisi sanatını sömüren yerler haline geldiğinden bahsediyor)
Tabii bir de bize hiç yol gösteren olmadı. Teknik manada, emek planında. E sonuçta daha nitelikli işler üretebilirdik, daha iyi imkanlara kavuşabilir, daha iyi işler üretebilirdik.
Ne gibi işler yapıyordunuz?
Kitap kapağı, afiş, piyasaya yönelik tasarım işleri. Mesela Türkiye’de ilk defa sesli kasetler yaptık, Mehmet Akif’in Necip Fazıl’ın eserlerini seslendirdik.
Güzel Sanatlar’da ne okuyordun abi bu arada?
Grafik...
Bitirebildiniz mi peki?
Hayır. 3’te bıraktım. Bedelli çıktı, askere gittim, bir daha da dönmedim. 92’ydi. Tabii hep ara veriyorum. Okulu dondurup çalışıyorum. Devamsızlıktan kalıyorum. Zaten evlendik sonunda.
Peki fotograf?
Epey bir dönem makinamız yoktu. Makina olsaydı uğraşacaktık tabii ama imkan olmadı. İlk makinamı 91’de aldım. Rus malı bir Zenith idi. Onunla birşeyler çekip sattım, onun parasıyla Kiev diye orta format bir makina aldım. Ondan sonra birkaç iş yapıp kazandığım parayla Canon EOS aldım. O bizim için çok büyük bir nimetti tabii. Bayağı güzel şeyler ürettik biz o makinalarla. İlk makina aldıktan sonra ben kendi çapımda bir arşiv oluşturayım dedim. Sonra parası olan arkadaşlara, kurumlara götürdüm.
Dedim ki siz filmi alın ben size ücretsiz çekeyim. Bir görsel dökümantasyon merkezi oluşturalım. Kimse ilgilenmedi tabii. Mezar taşları, çeşmeler, kitabelerle ilgili bir proje de yapmak istedim, o motiflerin, yazıların arşivlenmesine ilişkin bir şey. Bunu söylediğimde tabi 80’li yıllardı, elimizde makina falan da yoktu. Enteresandır bunu Hollanda’da bir üniversite yaptı. Türk motifleri ve mezar taşlarıyla ilgili çok geniş bir arşiv oluşturdular. Birkaç üniversite ve fotograf grubuyl beraber çok muazzam bir çalışma yaptılar. Daha evvel de Dünya çapında Hz. İsa tasvirleriyle ilgili bir dökümantasyon yapmışlardı.
Dönem itibariyle stratejik bir projeymiş aslında...
İdi tabii, ama şimdi belgeleyeceğimiz eserlerin büyük bir kısmı yok oldu gitti, bir anlamı kalmadı.
Neden böyle oluyor peki İsmail abi? Neden bir takım akil insanlar çıkıp “İsmail işte para, işte makina, işte film” deyip bu işi yaptırmıyorlar? Bunun ardındaki mesele nedir?
Bu bir ihtiyaç meselesi. Sultan Abdülhamit fotograf çıkar çıkmaz, fotografçı getirtmiş, yaptığı tüm çalışmaları, imar faaliyetlerini belgelemiş, hatta daha da enteresan bu malum piyasada da var basıldı Abdülhamit Arşivi ondan bir kopyayı da British Museum’a göndermiş. Çok enteresan birşey. O zamanlar Fotograf çekmek çok zahmetli. Cam negatif var. Karanlıkta camın üzerine ilaç sürüyorsun, onu karanlıkta kurutuyorsun, takıyorsun, fotograf çekiyorsun, tekrar karanlıkta getirip banyo ediyorsun. Çok zahmetli birşey. Hem bulmak zor, hem yapması üretmesi zor, hem kullanması çok zor. Günde ancak 4-5 kare çekilebiliyor. Ona rağmen 30-40 bin kare fotograf çektirmiş.
Peki abi müslümanların kültürle ilişkilenmesindeki bu marazı siz neye bağlıyorsunuz en genel haliyle?
Bir defa iki boyutu var bu meselenin. Biri Şevket Eygi’nin de yazdığı gibi bir tür köylülük var, bir büfeci kültürü hakim. Yani dış faktörlerin dayattığı kültür politikalarıyla gelişen bir durum var. Tamam bu olabilir, ama biz niye bir şey yapmıyoruz kendi kendimize... Bu yedi senelik iktidar süreci, evveliyatında onbeş senelik belediye bütçeleri, onun dışında işte Kombassan’ı, Yimpaş’ı yurtdışından milyon dolarlık topçular getirdiler ama o parayı bir fotograf albümüne vermediler. Kemal Ilıcak, Tercüman gazetesinde 1001 temel eseri bastı, adam öldü gitti ama o kitaplar hala aranıyor sahaflarda. Ama bizimkiler ellerine geçen milyon dolarlık bütçelerle böyle eserler bırakmayı tercih etmediler.
Niye?
Başa gelen adamların niteliksizliği, niteliksiz adamarın başa getirilmesiyle alakalı olabilir. Bir de arz- talep meselesi tabii. Talep olsa yurtdışından gider getirirsin, Fatih Sultan Mehmet Venedik’ten Bellini’yi getirtmiş, Sultan Abdülhamit Zonaro’yu istihdam etmiş.
Ama abi sanki talebin oluşmasıni teşvik edenler de oluşturdukları kültür politikalarıyla kitleleri yönlendirenler değil mi?
Tabii doğru. Bir de benim özellikle gördüğüm hakikaten bir kültürsüzlük halinin yaygınlığı. Mesela bir evde çekim yaptım ben, adam evinin kocaman salonunun tomruklarını Kanada’dan getirtmiş, ama duvara astığı Çin işi adi resimler. Burada eğer insanlara örnek olacak, hatırı sayılır insanlar bir öncülük etselerdi daha farklı olabilirdi. Senin de dediğin gibi sokaktaki insanın parası olmayabilir, gayret edip başaramamış da olabilir ama bunun bir elinden tutan olsa farklı olurdu. Sonuçta Mimar Sinan da bir marangoz kalfasıymış ama onun elinden tutup da başmimarlığa yükselten bir mekanizma var. Onun içindeki cevheri keşfeden ve eser vermesini sağlayan bir sistem var. Tahmin ediyorum ki bugün bizim eksiğimiz bu.
Peki İsmail abi bu kadar talepsizliğe, ilgisizliğe, desteksizliğe rağmen sen neden fotografçılığı seçtin?
Şöyle birşey bizim konumumuz. Arı bal yapmayı ticaret için seçmiyor, Allah bunu buna yüklediği için bal yapıyor. Ama balını iyi insan yer, kötü insan yer o ayrı birşey. Arının görevi bal yapmak. Arı da balıni yapıyor. Buna toplum iltifat eder, ilgi gösterir, göstermez. O arının görevi değil, o toplumun görevi. Ona daha iyi imkanlar sağlamak, daha çok bal yapmasına imkan sağlamak toplumun görevi.
Biraz da fotografın meselelerine gelirsek abi, suret mevzularına...
Irvin Cemil Schick diye Pakistanlı bir alim var, Ayşe’nin Minderi diye bir kitabı çıkacak yakında. Orada detaylı anlatıyor bu mevzuyu. Mesela Selçuklu’da falan tasvir var, camilerin kapı kollarında bile böyle aslanlar falan var. Yani gelenekte var.
Ama gelenekle bağlar kopunca, kopartılınca bizim o tartışmalara eklemlenmemiz daha rijid bir yerden oluyor tabii...
Evet, aynen. Bizim zaten suretten ziyade derdimiz onlara tapınma hikayesi, yani Allah’ı bırakıp da onlara taparlarsa diye, problem odur.
Ama yine de uzun dönem üretim noktasında bir engel oluşturmuş sanki...
Ben zannetmiyorum, bu konuda televizyon put olmuyor da yani fotograf mı olacak. Ben geçerli bir sebep olduğunu düşünmüyorum.
Son olarak fotografla uğraşan arkadaşlara ne söylemek istersiniz?
Çeksinler, baksınlar, en önemlisi de kendilerini eleştirebilsinler. Bu fotografı daha iyi, daha etkili nasıl çekebilirdim diye sorsunlar. Bu soruyu sorarla o tekamüle doğru gider.
İsmail Küçük'ten bir kaç kare içeren galerimiz için: tıklayın
Mustafa Emin Büyükcoşkun kadrajın dışından konuştu.
mustafaemintr at gmail.com
Güzel bir adam, güzel bir adamla güzel bir röportaj yapmış. Her ikisinin de emeğine ve beynine sağlık... İsmail Küçük, İslam burjuvasi tarafından üzerine birazcık daha oynansa, rahatlıkla bizim camianın çok ötelerine taşıp uluslararası düzeyde kabul gören bir fotoğraf sanatçısı olabilirdi. Ancak, o da pek çoğumuz gibi dindar kimlikli biri olmanın bedelini çatır çatır ödedi, hâlâ da ödüyor.