İbrahim Tenekeci yönetiminde çıkan İtibar Dergisi, usta ve genç şairlere komşu sayfalarda yer veriyor. Bu gençlerden biri Muzaffer Serkan Aydın’ın aralık ayında yayımlanan kitabı “Gerçek Rüya” gerçekteki rüyadan alıyor sesini. O sesin peşinden şairiyle; kitabını, şiirini ve İtibar Dergisi’ni konuştuk.
İlk kitabın geçen ay yayımlandı Muzaffer, ilk soruyu ben bu noktadan sormak istiyorum. Nasıl, genç bir şair için ilk kitap “gerçek rüya” mıdır?
Şiiri; yazılan, yayımlanan kişisel “bir iddianın” ötesinde görmeye gayret ediyorum. Biraz bu yüzden, daha çok da kendimle aramdaki takip mesafesini korumak adına bu konu üzerine pek düşünmedim diyebilirim. Belki henüz uyanamadığım için…
Şiirlerini kitaplaşmadan önce sanırım sadece İtibar Dergisi’nde okuduk, İtibar Dergisi bu anlamda senin için ne ifade ediyor?
Dünyada, bana ayrılan sürede yapabildiğim sayılı doğru şeyden biridir İtibar Dergisi çatısı altında bir işin ucundan tutabilme girişimi. Vefayı gözeten insani bir müessesede edebi ve fikri gelişmelere imkân vermesi yönüyle, güzel ahlak çatısı altında çok kıymetli büyükler ve kardeşlerle tanışma fırsatı bulduğum İtibar Dergisi’nin bendeki karşılığı yayımlanan, kitaplaşan şiirlerle ifade edilemez. Bu bağlamda sık sık tekrarladığım Salinger’in meşhur Stekel iktibasını belki yardıma çağırabilirim: “(…) bir dava uğrunda gösterişsiz bir biçimde yaşamak…”
Şairin sesi; varlığını başka şairlerin soluğuna borçludur, bunu biliyoruz. Senin sesine soluğu karışan şairler kimler ve onlarla nasıl bir ilişki içindesin?
Şiir zevk ve anlayışının yazılana etki ve katkısını, bunun fark ve tespit edilmesini okura bırakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Yazılana doğru bir adım atma isteği duyan okur için de, sorunuzun cevabını vermek hem mümkün, hem daha uygundur. Bununla beraber; suyunu içtiğimiz dere, ekmeğini yediğimiz kapı bellidir. Bir güzellik varsa oradan, bir kusur varsa mutlak bizden.
Kitapta 18 tane şiirin var. Kısa şiirler fakat ortak bir sese yaslandıkları için sanki 18 kısa şiir değil de, bir tane uzun şiir okumuşuz hissi uyanıyor insanda kitap bitince. Şiirlerini yazarken peşinde olduğun sabit bir ses var mı? Yoksa her şiir kendi sesiyle mi doğuyor ve bu onun sonucu mu?
Belki sabit olmasını bir parça kenarda tutarak bütünlüğe ve müziğe yakın durmaya özen gösterdiğimi söyleyebilirim.
Yazdığın şiir için bireysel ama kapalı olmayan, insani bir şiir desek… Buradaki bireyselliği modern, kirlenmiş anlamıyla kullanmadığımı da eklemem gerekli.
Bir başka insanı sevmeyi bilmeyen, hatta henüz kendisiyle ne yapacağını bilmeyen insanlardan müteşekkil toplumların, birbirleriyle iyi geçinebilmeleri mümkün olmuyor ne yazık ki. Buradan bakınca, insanın kendisine ve etrafına yönelik düşünüp söyledikleri zaten, -sizin de belirttiğiniz gibi- modernliğin kirlettiği, izole insan tasavvuru olan “birey”e dair değil, fıtratında birlikte yaşamak olan “insan”a dairdir. Herkesin kendi kapısının önünü süpürmesi de, camiye temiz elbiselerle gitmek de yine –bireysel ya da toplumsal değil- insanidir. İçeriği ve sınırı ithal edilmiş birey ve toplum gibi değişkenlerle, özgün bir sonuç elde edilmesi zor gözüküyor. Kısaca söylemek gerekirse; bireyseli hiç düşünmedim ama insani aklımdan çıkmıyor.
Sorunuzun açıklık-kapalılık bölümüne de değinmek isterim. Kendini ifade edebilen, açıklayan ama üzerine düşünmeye de davet eden, düşünüldüğünde de belki başka yeni şeyler de açıklamaya gücü yeten şiirin izini sürmek niyetindeyim.
Aslında ne söylersek söyleyelim, en nihayetinde tüm bunlar okurla ilgilidir, okura bağlıdır. Şiir, okurun tespit ve zanlarıyla şekillenir.
Muzaffer ilk kitabın hayırlı olsun. Teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. İnşallah diyelim.
Serdar Arslan konuştu