Walter Benjamin, ‘Fotoğrafın Kısa Tarihçesi’ isimli eserini kaleme aldığında, yalnızca fotoğrafçılığın kronolojik gelişimi hususunda bilgi vermemiş; aynı zamanda fotoğraf üzerine tefekkür etmenin kapısını da aralamıştı. Benjamin’in yaptığı, uzaktan görüp tatmadığı bir yemeği anlatmaya benziyordu. Belli ki, Benjamin’i bu güzel sanatın uzaktan görüntüsü dahi etkilemeye yetmişti.
‘Yaradılmış’ olduğunu kabul ettiğim ve ‘Yaratıcısının’ kusursuzluğundan ötürü, ‘varlık’ içerisinde en güzel ‘oluşlardan’ biri olan insanın, doğanın, gecenin, gündüzün… farklı halleriyle aktarıldığı fotoğrafçılık, insanlar için ayrıca kıymeti haiz. Tüm bu hislerle, “fotoğrafçılık bir sanat mıdır”, “fotoğraf ile yapılan ‘algı yönlendirmesi’ nedir”, sorularının peşisıra; ‘belge üretici’ fonksiyonuyla diğer sanat dallarından ayrılarak tarih alanına ciddi deliller sunan fotoğrafçılık üzerine, Halit Ömer Camcı ile söyleştik.
Efendim öncelikle sizi sizden tanıyalım. Kendinizden bahseder misiniz?
Uzun zamandır fotoğraf çeken biriyim diye tanımlamak isterim kendimi. Yaşı kırka yaklaşmış, hayat hakkında kanaatleri ve kararsızlıkları olan ve dünyayı görmek hevesi ile ömür tüketen, 11 yaşında delice sevdiği bir oğlu ve yaklaşık altı aylık âşık olduğu küçük bir kızı olan bir babayım. 100. sayısına yaklaştığımız Gezgin dergisinin ilk sayısından bu yana yayın yönetmenliğini yapıyorum. İsmi Gezgin olan bir derginin başında bulunmuş olmanın hakkını vererek ömrümün çok uzun bir kısmını seyahatlere, dünyaya harcamış durumdayım. Memleketim ‘yeryüzü’, milletim ‘tüm insanlık’, diye özetleyeyim.
Efendim sizler uzun yıllardan beri fotoğrafçılıkla hemhalsiniz. Fotoğrafçılık dediğimiz uğraş sizce bir meslek midir yoksa bir sanat mı?
![]() |
Kişiye göre değişiyor. Kimi için para kazanılan bir meslek, kimi için de yüksek sanat eserleri ürettiği bir estetik alan. Bunu belirleyen nihayetinde ortaya çıkan ürün. Basıp duvara astığınızda bir tablo değeri taşıyorsa, pek tabii bir sanat eseri olarak saymak gerekir. Ayrıca ‘görüntü’ içeren her ‘eser’in ‘sanat’ olma hakkı mahfuzdur. Tıpkı resim, sinema, minyatür vesairde olduğu gibi.
Efendim fotoğrafçılık uğraşı pek çok patikası olan bir yol. Siz bu yolda hangi patika üzerisiniz? Fotoğrafçılıktaki tarzınız nedir?
İnsan bu ‘tarz’ sorulara net cevap vermekte zorlanıyor. Tarzım bu dediğinizde tarzınız o olmuş olamayabiliyor. Çektiklerinizi uzun süre takip ettiğinizde belki bir durum özeti gibi 'evet şu alanlarda bir yol almışım' diyebiliyorsunuz. Tarzınızın ne olduğunu sizin söylemeniz bazen etik de kaçmayabiliyor. Seyahat alanında fotoğraflar çekiyorum, dünyada ilk kare fotoğraftan bu yana takip ettiğim ustalar var. Bresson, Kodelka, Salgado, Ara Güler Usta gibi isimlerin işlerine hep bakıyorum. Onlara dair bir öykünmem söz konusu. Ama henüz çektiğim fotoğraflarla ilgili 'budur' diyemiyorum. Gönlüm ‘Magnumcular’ gibi fotoğraf çekmekten yana. Ama onun da Türkiye’de karşılığı yok.
Fotoğrafçılığın Türkiye’deki mâzisi ve âtisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
İlk kare fotoğraf 1826 yılına tarihlenir. İlk İstanbul kareleri de bu tarihten on küsur yıl sonra görülmeye başlanıyor. Yani yeni bir teknoloji olan bu icat çok hızlıca o zamanlar bir imparatorluk başkenti olan İstanbul'a ulaşmış ve hızlı bir üretim olmuş. Başta Sultan 2. Abdulhamid olmak üzere devlet erkânının da büyük desteğini almış. Sultan'ın himmeti ile (bugün sponsorluk deniliyor) Osmanlı coğrafyasının büyük bir kısmı, devlet görevlileri, ordu komutanları, günlük hayat, mimari yapılar fotoğraflanmış.
Cumhuriyet'e geçişte fotoğrafçılığın yönü devlete dönmüş ve üretilen içerik de zayıflamış. Başka milliyetlerden vatandaşlarımız bu ülkede barınamaz hale gelip göç etmişler. Ekonomiye, sanata, edebiyata bir 'millilik' vurgusu getirilmiş. Bu ülke vatandaşı olmayanların fotoğraf stüdyosu kurmasına izin verilmemiş. Yetişmiş kalifiye fotoğraf ustaları da ilk yıllarda parmakla sayılacak adetlere düşmüş. Genel itibari ile de devlet yöneticileri nerede ise onları takip eden 'protokol fotoğrafçılar' iş üretebilmiş. Coğrafya küçülmüş ama insanlar bu küçülen coğrafyayı, insanları, büyük bir medeniyetten kalan kırıntıları görmeyi, fotoğraflamayı pek de umursamamış. Daha sonra başta Ara Güler olmak üzere birkaç ustaya kalmış bir tarih bizimkisi.
Geldiğimiz noktada da binlerce güzel iş çıkaran fotoğrafçıların olduğu bir ülke haline geldik denilebilir. Tek kusurumuz evrensel olamamak.
Fotoğrafçılığın geleceği çok parlak gözüküyor. Toplumsal bir tembellik, vurdumduymazlık, miskinlik üzerimize çökmezse eğer çok üst seviye işler çıkaracak bir nesil geliyor. Gibi. Kısa özet bu.
Fotoğrafçılık size ne kazandırdı, ne kaybettirdi?
Dünyayı görmem için iyi bir pasaport oldu. Dostlar kazandırdı. İbret duygumu geliştirdi. Sanat nedir, öğrenme gayretimi arttırdı. Para kazandım. Görebilme yeteneğimde ‘gözle görülür’ bir açılma yaşayabildim diyebilirim. Millet, milliyet kavramlarım, coğrafya fikrim genişledi. Çok değerli insanları fotoğrafladım, onların hatıraları hayat defterime yazıldı. Çektiğim fotoğraflar öncelikle şahsımın, ardından ülkemin ve tüm dünyanın görsel hafızası olarak kaydedildi. Yüzlerce yayında dünya ve tarih ve coğrafya adına kayıtlar alınmış oldu. Binden fazla öğrencim oldu. Onların dünyalarına ‘hayır’ olarak bir cümle kazandırdı isem bu da büyük bir teselli. Kısaca çok şey kazandırdı.
Neler kaybettirdi? Ailemle birlikte vakit geçirme aralıklarımı azalttı. Belki bazen gereksiz oyalanmalarım oldu. Yoruldum.
Diğer estetik ve edebi uğraşlarla karşılaştırıldığında günümüz dünyasında insanların kolayca temas kurabildikleri bir alan fotoğrafçılık. Peki bu kolaylık fotoğrafçılığı ne şekilde etkiliyor?
Kolay olmasında bir mahzur görmüyorum. Tarlaya atılan tohumlar gibi. 80 tohum atarsınız, 20'si filizlenir. Yeşeren tohumlardan da yüzlerce yeni ürün alırsınız. Böyle böyle büyüyen bir hasada döner. O yüzden bir sanat ya da herhangi şeyle ilgilenen, üreten insan sayısının çokluğu o mevzuya zarar vermez. Bu kalabalık içinde özenli bir bakışla dikkatleri çekenlerin varlığı yeterli. Yüzlerce mimarın yetiştiği bir dönemde, içlerinden birinin Koca Sinan kıvamında bir çizgi tutturması mümkün olursa bu büyük bir kazanç olur. Ayrıca fotoğrafın kolay çekilir olması teknik bir şey. Evet denklanşöre basıyorsun, fotoğraf ortaya çıkıyor ama pek azı Ara Usta gibi, Bresson gibi iş çıkarabiliyor. Yani aslında çok da kolay değil.
Eline fotoğraf makinesi alan herkes fotoğrafçı olduğunu söylüyor. Bu kadar basit mi bu iş?
Değil. :)
Fotoğrafçılık uğraşında genel bir söylem vardır, “fotoğraf yalan söylemez” diye. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Gerçekten fotoğraflar yalan söylemez mi?
Bir fotoğrafçılık terimi olarak kullanılan 'objektif' kelimesi, günlük hayatta tarafsızlığı, ön yargısız bakmayı imleyen bir kelime. Fakat fotoğraf çeken kişi bu tarafsızlığı muhafaza edebilir mi? Çeken niçin çekiyor, söyleyeceği bir söz ve taraf olduğu bir fikir yok mu? Elbette var. Günümüzde 'algı yönetimi' diye bir zihin şekillendirme alanı var. Fotoğraf algı yönetimi için birincil materyallerden. Fotoğraf yalan söyler. Kadraj yeni bir söylem şeklidir. Detayı geniş gördüğümüzde aslında bambaşka bir şey olabildiği bilgisine ulaşabiliriz.
Fotoğrafçılığı diğer sanat dallarından farklı kılan yanlar nelerdir?
Birçok sanat dalı birbirinden beslenir. Fotoğrafı edebiyattan, resimden, sinemadan ayrı düşünmek doğru olmaz. Belki benim gibi resmi çok sevip de çizemeyen kişiler için sanatçıyı ressamlığa yaklaştırmış olması büyük bir artı olabilir. Hızlı bir ‘belge üretici’ sanat olması da ‘artı’ taraflarından biri olabilir.
Metin Erol konuştu