Daha önce Rasim Özdenören ve Cahit Zarifoğlu’na sorduğumuz birinci soruyu size de yöneltelim: Maraşlı mısınız?
E. Bayazıt: Evet, Maraşlıyım. 1939 Aralık 18’de Maraş’ta doğmuşum. İlkokulu İstiklal İlkokulu’nda, Ortaokul birinci sınıfı da Maraş Lisesi Orta kısmında, ikinci sınıfı babamın memuriyeti dolayısıyla Kayseri Pınarbaşı ilçesinde okudum. Sonra tekrar Maraş’a döndük, Orta ve Liseyi Maraş’ta bitirdim. Bayazıtlı ailesindenim. Evimiz eski hükümetin tam karşısındaki Bayazıtlılara ait konağın selamlık kısmı idi.
Bildiğimiz kadarıyla Bayazıtlılar Maraş’ın en eski ve en soylu sülâlelerinden biri. Sizin soyadınız da oradan geliyor. Nereden geliyor Bayazıtlılar, niçin Bayazıtlılar denmiş bu sülâleye?
E. Bayazıt: Bayazıtlı sülâlesi Yavuz Sultan Selimin Çaldıran Seferi dönüşü Doğu Bayazıt’tan getirilerek Maraş’a yerleştirilmiştir. Bilindiği gibi o sıralarda Maraş’ta Dülkadiroğlu Beyliği hüküm sürmekte idi. Yavuz Sultan Selim Han, Doğu Anadolu’nun fethine girişince Dulkadiroğulları sıranın kendilerine de geleceğini hissederek Memlüklülerle iş birliği yapmışlardır. Bu arada İran Seferine çıkan Osmanlı ordusuna erzak götüren kolun Elbistan ovasında Dülkadirğulları tarafından yolunun kesilmesi üzerine Yavuz Sultan Selim, Çaldıran dönüşü Dülkadiroğulları beyliğine son vermiştir. İşte bundan sonra Doğu Bayazıt beyleri olan Bayazıt ailesini de Dülkadirlilere rakip olmak üzere Maraş’a yerleştirmiştir. Sultan Selim’in bu davranışı Osmanlının tipik personel politikasının bir tezahürüdür. Osmanlılar fethettikleri yerlerdeki tecrübeli yöneticileri hiç bir zaman harcama yoluna gitmemişler, onları sadece fethedilen başka yörelerde idareci olarak istihdam etmişlerdir. Nitekim Osmanlılar Dulkadiroğulları’nın ileri gelenlerinin bir kısmını yanılmıyorsam Konya civarında, bir kısmını da Rumeli’nde görevlendirmişlerdir. Bu konuda bir diğer örnek ise Mısır fethedilince Memluk beylerinin birçoğu da Rumeli’de Uçbeyi olarak istihdam edilmişlerdir. Maraş’a gelen Bayazıtlıların başı Bayazıtoğlu İskender Beydir. Çavuşbaşı rütbesiyle Maraş’ta istihdam edilmiştir. Çavuşlu Mahallesi ve Çavuşlu Camii de ismini buradan almaktadır.
Bir de tarihte görüyoruz ki Bayazıtlılarla yine eski bir sülâle olan Dulkadirliler arasındaki kavga biteviye ta Osmanlının son dönemlerine kadar gelmiştir. Sizce bunun sebebi nedir? Olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
E. Bayazıt: Türklerde aşiret ve soy bağlılığı çok güçlü idi. Dulkadiroğulları saltanatına son verilince reisleri başka yerlerde istihdam edilmesine rağmen büyük çoğunluk yine Maraş’ta kalmıştı. Doğu Bayazıt’tan gelen bu yeni beylere karşı Dulkadiroğlu’na bağlı halk tabii olarak mücadelesini sürdürmüştür. Kavga diye bahsettiğimiz olay bu olsa gerektir.
Maraş üzerine geniş çalışmalarıyla tanıdığımız Türkolog Besim Atalay, Maraş tarihini anlatan kitabının bir yerlerinde Bayazıtlılarla Dulkadirliler arasında eksik olmayan kavga yüzünden Kanlıdere’nin kanının kurumadığını, yüzyıllardır bu dereden su yerine kan aktığını ve isminin de bunun için Kanlıdere olduğunu belirtiyor. Acaba bu abartma bir gerçeği mi yansıtıyor size göre?
E. Bayazıt: Evet Kanlıdere diye malumdur. Yani iki ailenin oturduğu bölgeler arasında geçen dere hep Kanlıdere diye söylenegelmiştir. Fakat mesele tabii abartıldığı gibi değildir. Bu arada kavgaların eksik olmadığına ve ailevi rekabetin süregeldiğine de bir işarettir.
Cumhuriyete kadar Maraş böyle çalkantılarla gelmiş. 1920’lerde Fransızlara karşı şanlı bir direniş göstererek “kendini kurtaran şehir” unvanını almış. Maraş’ın, diğer bölgeler de verilen kurtuluş mücadelelerine oranla yeri nedir?
E. Bayazıt: Maraşlıların işgal kuvvetlerine karşı, yani önce İngilizlere sonra Fransızlara ve tabiatıyla işgalci kuvvetlerle iş birliği yapan yerli Ermenilere karşı verdiği çete harbi ve netice de düşmanın Maraş’ı terk etmesiyle sonuçlanan zafer Büyük Millet Meclisinin toplanmasının hemen öncesine rastlar. Bu bakımdan tamamıyla mahallî bir mücadeledir. Bu çete savaşı, sonradan düşmanın topyekûn Anadolu’dan atılmasında gerek Büyük Millet Meclisine ve gerekse tüm millete büyük bir moral kaynağı olmuştur. Maraş kurtuluş destanının önemi de sanırım buradan kaynaklanmakladır, istiklal uğrunda milletin azim ve iradesinin böylece bir sembolü olmuştur Maraş Harbi.
İşte bundan sonradır ki “kurtuluş”, Maraş’ta yıllardan beri kutlanıyor. “Kurtuluş” kavramı sizde ne çağrıştırıyor, bundan ne anlamalıyız?
E. Bayazıt: Kurtuluş kavramı en başta istiklâl, bugünkü deyimle bağımsızlık kavramıyla müteradiftir. Maraş mücadelesi, inandığımız değer sisteminin korunması ve kollanması uğruna bu milletin canını seve seve nasıl vereceğinin müşahhas bir örneğidir. O günkü şartlar göz önüne getirildiğinde Birinci Dünya Savaşının galibi işgalci güçlere karşı verilen mücadelenin anlamı daha net ortaya çıkar. Uzun savaşlar sonunda her türlü maddî imkânını kaybetmiş, payitahtı işgal edildikten sonra merkezî idaresi ortadan kalkmış, üstelik yüzyıllar boyu bir arada yaşadığı Ermeniler işgalci güçlerle iş birliği yapmış bir şehir halkı, mukaddesatına tecavüz edildiği zaman bir an tereddüt etmeden, içinde bulunduğu çaresizlikten asla fütur getirmeden mücadeleye girişmiş ve zafere erişmiştir. Dünyada mananın maddeye galibiyetini böylesine çarpıcı bir şekilde orta ya koyan örnekler çok nadirdir.
Maraş’a verilen “kahramanlık” unvanından söz edince, aklıma geçen yılki konuşmamızda Rasim Özdenören’in “kahraman”sız Maraş’ın daha cana yakın, daha içten olduğunu söylemesi geldi de...
E. Bayazıt: Kahramanlık, hamaset, şecaat, hamleci ruh tüm Maraş’ın taşına-toprağına, kurduna-kuşuna, erkeğine-kızına adeta şahsiyetlerinin ayrılmaz bir parçası halinde sinmiştir. Bu sıfatı onun başına koysak da koymasak da kahramanlık onun asli karakteridir. Şahsen ben de Maraş’ı, başına bir kahramanlık getirerek anmayı zait addederim. Ama o sıfatın kullanılmasında da bir sakınca görmem.
Cumhuriyetten sonra gelenek ve inançlarını uzun süre koruyabilmiş Anadolu’nun birkaç şehrinden biri de Maraş’tır. Bunda herkes ittifak halindedir. Yabancılaşma dediğimiz olaydan diğer çoğu şehirlerimize oranla en az etkilenen bir şehrimizdir Maraş. Sizce bunun sebebi ne olabilir?
E. Bayazıt: Bunun sebeplerini sanırım iki ana kategoride toplamak mümkündür: İnsandan gelen özellikler, coğrafyadan gelen özellikler. Maraş’ta aile bağları daha geniş bir ifadeyle kabile asabiyeti çok güçlüdür. Öte yandan Maraş coğrafyası kendine yeter bir iktisadi yapıya sahiptir. Ekonominin temeli ziraata dayanır, ondan sonra gelen öğe el sanatları ikinci planda gelir. Ticaretse çok zayıftır. Eski bir türkü Maraş’ı “Ovasında turaç öter/Yaylasında kekik biter” diye tasvir eder. Mesela ovasında sıcak iklimlerin ürünü olan en kaliteli pamuk ve çeltik yetişir. Hemen Ahır dağları, Engizek, Binboğa ise kara ikliminin hususiyetlerine sahiptir. Yani insanın ihtiyacı olan her türlü bitki Maraş hinterlandında mevcuttur. Çevre ekseriya ormanlarla kaplıdır. Bunun yanında sanayinin başlıca hammaddesi olan demirin, eskiden Zeytin havalisinde bol miktarda üretildiğini biliyoruz. Zeytin demirinden Maraşlı sanatkârların yaptıkları tüfekler Osmanlı ülkesinde büyük ün kazanmıştı. Yani söylemek istediğim, kabile asabiyeti fevkalade güçlü olan Maraşlı Allah’ın bir lütfu olarak ihtiyacı olan dünya nimetlerinin en iyisine sahip olunca gözünü dışarıya çevirmek ihtiyacını hissetmemiştir. Böylece yabancı etkilerden kendisini daha çok koruyabilmiştir. Bu arada latife kabilinden bir hususa daha değinmek isterim. Maraş’tan evlenenler hep “avrat elli” olurlar. Maraş’tan evlendiler mi bir daha Maraş’tan dışarı çıkamazlar.
Örnek verebilir misiniz buna?
E. Bayazıt: O kadar çok ki örnek vermeye gerek görmüyorum. Herkes Maraş’tan evli tanıdıklarını gözü önünden geçirirse durum ortaya çıkar.
Mesela Rasim Beyin babası Hakkı Bey gibi...
E. Bayazıt: Meselalar çok canım... Meselâ Kemal Kemaloğlu Amcamız, meselâ Necmeddin Gevri hocamız... Bir de şu var: Maraşlı erkekler de Maraş’ın dışına çıkmayı sevmezler. Öylelerini tanıyorum ki üniversiteyi bitirdikten sonra Maraş’a dönmüş, aradan 15-20 yıl geçmesine ve parasal imkânı olmasına rağmen hâlâ Maraş’ın dışına çıkmamışlardır. Meselâ Murad Bayazıt, mesela Ali Sezai gibi (karşılıklı gülüşmeler).
Bir Maraşlı olarak bu şehrin sizi cezbeden en büyük özelliği nedir?
E. Bayazıt: Havası mı desem, tavası mı desem... Kazmadan Alınpınarı’na doğru uzanan yaylası mı desem... Kozludere’nin yoğurdu, Güzlek’in armudu, Döngele’nin narı mı desem ... Tekir’in balığı. Delihöbek’in balı mı desem... Törbüzek’in suyu, güzellerinin huyu mu desem... Celâ’nın içmesi, Hartlap’ın Ilıcası mı desem...Zeytin’in çebişi, Anabat’ın cevizi mi desem ... Bıyıklı Omar’ın dükkânının önünde oturuşu, Bahtiyar ustanın ciğer kebabını yelleyişi mi desem ... Dişçi Fahri’nin avcılık palavraları, Mikdat Hocanın eğitim nutukları mı desem...
Her yerin kendine has bazı özellikleri, eşsiz yerleri, tipik insanları olur. Sizin gördüğünüz, tanıdığınız bu tür tipik insanlar kimlerdir Maraş’ta?
E. Bayazıt: Şimdi çoğu rahmetli oldu. Çocukluğumuzda, gençliğimizde tanıdığımız öyle simalar oldu ki Maraş’ı onlarsız düşünemem. Kasap Kara Ali’nin mendili omuzunda Kümbet’te, Batıpark’ta güreş tutturuşunu. Kırmacı İsmail’in kartal kanat salına salına Uzunoluk’tan Çocuk Bahçesi’ne doğru yürüyüşünü. Sümüklü Omar’ın külhanbeylerin arkasından cart çekişini. Kekeç Ali’nin her atılan golden sonra rakip seyircilere takılışını, Haşim Çavuş’un çarşı ekmeğiyle fırın tavasını sokumlayışını unutmak mümkün mü?
Konuşan: Hüseyin YORULMAZ
Uzunoluk dergisi, Sayı: 2
[1] Uzunoluk, Yıl: II, 12 Şubat 1987, S. 2.