Erdem Bayazıt: Necip Fazıl Kısakürek’in Maraşlı olmasının, Nuri Pakdil gibi bir üstadın Maraş’tan çıkmasının bir cazibe alanı var.

“Özellikle 19. asırdan itibaren insanın fizik ötesine açılan kapılarını kapattı ve tek yüzlü bir hayat dayattı, yaşadığımız dünya. Bu dünyanın evveline sonrasına bir pencere açmadı. Kapalı bir havzada kaldı. Daha sonra bunun çıkmaz bir yol olduğu görüldü. Bir takım fizik ötesi arayışlar başladı. İnsandan tarihi aldığınız zaman, medeniyetten dinî aldığınız zaman ortada bir şey kalmaz. İşte insan böyle bir dönemde arayışını, olabildiğince sürdürdü.”

Erdem Bayazıt: Necip Fazıl Kısakürek’in Maraşlı olmasının, Nuri Pakdil gibi bir üstadın Maraş’tan çıkmasının bir cazibe alanı var.

Sezai Coşkun: Her edebiyatçının yetişme dönemi onun ileriki dönemdeki sanat hayatında çok ciddi etkilere sahiptir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal gibi edebiyatçılarımız, çocukluk dönemlerinin muhayyilelerine yaptığı etkiyi sık sık zikrederler. Sizin, yetiştirdiği edebiyatçılarla da meşhur olan, bu anlamda mümbit bir toprak sayılan Maraş’ta doğup büyüdüğünüzü biliyoruz. Bu kapsamda, çocukluğunuzun nasıl bir kültürel atmosferde geçtiğini anlatır mısınız?

Erdem Bayazıt: Evet, Maraş’ta yetiştim, ilk ve orta öğrenimimi ora da bitirdim. Ortaokuldan itibaren iyi bir arkadaş ortamına sahip oldum. Daha sonra Türk Edebiyatı içinde önemli bir yeri tutacak arkadaş gurubumuz vardı. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Akif inan, Alâaddin Özdenören, bizden önce gelen Nuri Pakdil gibi isimlerle beraberdik. Özellikle lise birden itibaren bütün günlerimiz beraber geçiyordu. Türkiye’de çıkan belli başlı edebiyat dergilerini izliyorduk. İyi edebiyat hocalarımız vardı. Mesela, Yusuf Ziya Beyzadeoğlu, özellikle Divan edebiyatını bize tanıtan, sevdiren ve çok güzel şiir okuyan bir hocamız vardı. Edebiyat hocalarımız hem bilgiliydi hem de bizlerle ilgiliydi. Bunun haricinde Maraş’ın yerel gazetelerinde sanat sayfaları düzenlemeye başlamıştık. Bizim önümüzde müthiş bir örnek vardı, Nuri Pakdil usta gibi. Daha önce Kahramanmaraş Lisesi’nin Hamle dergisini çıkarmış, Hizmet gazetesinde sanat sayfaları düzenlemiş ve gerek Hamle dergisi gerekse sanat sayfaları o yıllarda tüm Türkiye’de yankı bulmuş, çeşitli mahfillerde anılmıştır. Biz de ona öykünerek, onun izinden giderek sanat sayfaları çıkardık. Lisedeyken Hamle’yi birkaç sayı çıkardık. Bu, tabii olarak bir ortam oluş turdu. Bunun bereketini gördük. Daha sonra Nuri Pakdil önderliğinde Edebiyat dergisi çıktı, ardından Mavera çevresinde aynı arkadaş gurubu, yeni katılımlarla, sürdü. Osman Sarı, İsmail Kıllıoğlu gibi bizden sonra gelen arkadaşlarımız katıldı bize, Ankara’da çıkardığımız dergide yardımcı oldular. Yani bereketli bir ortamda yetiştik.

Sezai Coşkun: Bahsettiğiniz bu ortamla da kısmen alakalı bir soru sormak istiyorum. Birçok insanın aklına takılır: (Avamca bir ifadeyle) Maraş’ın havasından mıdır, suyundan mıdır bu kadar edebiyatçı yetişebiliyor. Çünkü Cumhuriyet dönemi Türk şiirine damgasını vurmuş şairler içeri sinde en çok Maraşlılar var. Maraşlı olan tüm isimleri topladığımızda Maraş’a, Cumhuriyet dönemi Türk şiirine damgasını vurmuş şehir dememiz bile mümkün gözükmektedir.

Erdem Bayazıt: Bu soruyla zaman zaman karşılaşıyoruz. İklimin, İbni Haldun’un da vurguladığı gibi, insan üzerinde etkisinin olduğu muhakkak. Bu soru Rasim Özdenören’e de sık sık sorulur. Bu soru üzerine onunla da konuştuk. Onun yaklaşımı şu şekilde: Maraş, transit yollar üzerinde bulunmuyor, daha ziyade içe kapanık bir ziraat toplumu. Kendi ihtiyacı olan şeyleri kendi üreten bir yapıdadır. Daha önce Dadaloğlu ve Karacaoğlan da bu coğrafyada yaşamıştı. Bu kapalı coğrafya, kendi ihtiyacını hep kendi karşılama temayülü göstermiştir, şeklindedir. Burada benim de düşüncemi eklemem gerekirse, Necip Fazıl Kısakürek’in Maraşlı olmasının, Nuri Pakdil gibi bir üstadın Maraş’tan çıkmasının bir cazibe alanı var. Sonra, o geleneğin bir şekilde sürmesi söz konusu. Hâlâ da öyledir. Maraş’ta sanat dergileri çıkar. Mesela, Andırın’da, Andırın Postası diye bütün dünyada yankı bulan, bütün dünyaya ulaşmış bir dergi çıkabiliyor. Yedi bin nüfuslu küçük bir kasabadan çıkan dergi birçok yazarın yetişmesine katkıda bulunmuştur.

Sezai Coşkun: Buraya kadar anlattıklarınıza baktığımızda kişinin edebiyatçı olması için neredeyse tüm maddî şartların hazır olduğunu görüyoruz. Sizin kendi edebiyatçılığınıza gelecek olursak, yazı hayatına nasıl başladınız, şiirin dışında başka türlerde de kalem oynattınız mı?

Erdem Bayazıt: Şiirle başladığımı söyleyebilirim. İlk şiirlerimi karaladığımda orta üçüncü sınıftaydım. Ama bunları herkesten gizlerdim. Bu, herkeste olabilir. Şiir, yepyeni bir dil olduğu için herkes gençliğinde bu yeni dil ile bir şeyler söylemek ister. Lise bire geçtiğimizde başta edebiyat hocamız olmak üzere, şiirlerimizi, değerlendirilmek üzere öne sürdük. Sonra az önce de ifade ettiğim gibi, mahallî gazeteleri paylaşarak sanat sayfalarını yönetmeye başlamıştık. Mesela, Rasim’le Ali Kutlay Gençlik gazetesinde, Ben ve Sait Zarifoğlu Engizek gazetesinde, Cahit Zarifoğlu ile Alâaddin Özdenören Hizmet gazetesinde sanat sayfaları çıkardık, ilk çalışmalarımız buralarda yayınlandı. Ben bu gazetelerde, bir tür köşe yazarlığı gibi genel yazılar da yazıyordum. Bu tarz çalışmalar, bugünkü gençlikte, az da olsa yine devam ediyor. Ama bunun neticesini ileride göreceğiz.

Sezai Coşkun: Edebiyatın başka alanlarında yazmayı hiç düşündünüz mü? Roman veya hikâye gibi.

Erdem Bayazıt: Yok, hayır. Bir iki hikâyem çıkmıştır. Bir gezi kitabım var, Afganistan’la ilgili. Onun dışında günlük gazetelerde köşe yazıları var. Bunların haricinde, şiir dışında bir çalışmam olmadı.

Sezai Coşkun: İlk başladığınız dönemdeki şiirlerinizden bahseder misiniz?

Erdem Bayazıt: Edebiyat öğretmenimin ilk dikkatini çeken şiir, ‘Toprak Adamı’ diye toprak, insan, ölüm temalı bir şiirdi. Yalnız ismini hatırlıyorum. Öğretmenim, bu genç yaşta, ölümü, toprağı düşünmen nasıl oluyor, diye sordu. Hatırladığım kadarıyla ilk şiirlerimde de insanlığın ebedî sorunlarını anlatıyordum. Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz, ne olacağız vs... Benim şiirlerimde bu tema her zaman var olmuştur. Bu temayı az çok her şiirimde bulmak mümkün dür.

Sezai Coşkun: Biraz da poetikanız hususunda konuşmak istiyorum. Sizin için şiir nedir, şiirinizi hangi hususlar üzerine inşa edersiniz, ilk başladığınız dönemden bugüne uzanan çizgide poetik anlayışınızda bir değişim oldu mu?

Erdem Bayazıt: Şiir, aşkın bir dil arayışıdır. Normal bir dilin kuralları içinde ifade edemeyeceğimiz duyguları ifade edebilmek, birtakım araçlarla ifade edebilmek için, edebî sanat ve biçimsel özelliklerle vs. destekleyerek özellikle de teşbih ve istiarelerle aşkın bir dil yakalama çabasıdır. Şair, o dili yakaladığı zaman in sanları daha yoğun bir bölgeye çekiyor. Şair, duygularını, düşüncelerini anlatma imkânı buluyor. Aşkın dil arayışı... şiir dili diye buna diyoruz. Tabii şiirin binbir vadisi var. Şair de her insan gibi birtakım sorulara cevap bulma peşindedir. Özellikle 19. asırdan itibaren insanın fizik ötesine açılan kapılarını kapattı ve tek yüzlü bir hayat dayattı, yaşadığımız dünya. Bu dünyanın evveline sonrasına bir pencere açmadı. Kapalı bir havzada kaldı. Daha sonra bunun çıkmaz bir yol olduğu görüldü. Bir takım fizik ötesi arayışlar başladı. İnsandan tarihi aldığınız zaman, medeniyetten dinî aldığınız zaman ortada bir şey kalmaz. İşte insan böyle bir dönemde arayışını, olabildiğince, sürdürdü. Bugün itibariyle de kanaatimce de dine dönüş başladı. Benim de şiirim de bu insanoğlunun ezelden ebede uzanan sorularına bir cevap arayışı gayreti olduğunu zannediyorum. Toparlarsak, şiirde mutlaka bir tarihî boyut olmalıdır, şiirde mutlaka fizik ötesine bir açılım olmalıdır ve yine mutlaka hayatın bu gününün bir yansıması da olmalıdır, diye düşünüyorum.

Sezai Coşkun: Hece dergisi için yaptığınız bir değerlendirmede, ‘Her çağ kendine göre biçimi de, içeriği de buluyor.’ diyorsunuz. Şiirinizin muhtevasıyla ilgili hususlar üzerinde durduk. Buna ilâve olarak, şiirinizin biçim itibariye temel özellikleri nelerdir?

Erdem Bayazıt: Serbest şiir yazıyorum. Fakat bu demek değildir ki şiirin temel unsuru olan ses unsuruna, ölçü unsuruna önem vermiyorum. Serbest vezinde şiir yazmam, şiirin bu unsurlarına kayıtsız olduğum anlamına da gelmez. Serbest şiirin de kendi içerisinde bir ritmi vardır, bir musikisi vardır. Tabii şiir, bir dil hadisesi neticede.

Sezai Coşkun: Başka bir yazınızda da: ‘Şiirimde daha çok mesaj ön planda olmuştur.’ diyorsunuz. Şiirle ilgili yapılan birçok değerlendirmede, şiirde mesajın edebî ve estetik olanı arkada bırakacağı iddia edilir. Bu hususta bir denge var mıdır, varsa siz nasıl kuruyorsunuz?

Erdem Bayazıt: Şiirin binbir vadisi vardır. Bazı şairler, kendi üslûbunun dışındakileri yok sayarlar ama ben o düşüncede değilim. Her vadide önemli olan, nitelikli şiir yazmaktır. Şiir unsurlarını o vadide temsil edebilmektir. O vadinin aşkın dilini yakalayabilmektir, ister serbest yazın, ister şeniz aruz vezniyle yazın, hiç değişmez. Yeter ki nitelikli olsun. Tema itibariyle de kendi tarzınızla ilgili konuları seçebilirsiniz. Aslolan o aşkın dili, şiir dilini yakalayabilmektir. Okuyucuyu, o bölgeye çekebilmektir. Okuyucunun sezgi damarlarını daha iyi çalıştırabilmektir.

Sezai Coşkun: Şiirle ilgili bu anlayışa sahip olmanız noktasında, gerek şahıs olarak, gerekse kitap olarak hangi kaynaklardan beslendiniz?

Erdem Bayazıt: Divan edebiyatını lisede sevdim. Fuzuli’yi Şeyh Galib’i tanıdım, sevdim. Hâlâ da divan edebiyatını çok severim. Bu arada bana dil zevkini veren, Türkçeyi en iyi kullanan ve Türk şiirinin dönüm noktası olan Yahya Kemal’i saymam gerekir. Onu hep severek okudum. Saf şiir yönünden Ahmet Haşim çok etkilemiştir beni. Mesela, sabahtan akşama kadar Akif İnan’la beraber Ahmet Haşim’in şiirlerini okuduğumuz günler olmuştur. Tabii gerek benim poetik anlayışımda gerekse dünya görüşüm de bir numaralı etken Büyük Doğu mektebi olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek’in açtığı çığır çok etkilidir. Ondan sonra Sezai Karakoç geliyor. Sezai Karakoç’u, ilk çıkarttığı Körfez ve Şahdamar kitaplarından beri hep okumuşuzdur. Bu kitaplar çıkar çıkmaz Maraş’a getirtmiş ve geceler boyu okumuştuk. Daha sonra kendisiyle tanışma saadetine de nail oldum. Üzerimde etkisi çok büyüktür. Sezai Karakoç, Türk şiirinin geleceğinin boyutlarını çizen, ortaya bir vizyon koyan, Türk şiirine tekrar hem tarihî bir derinlik kazandıran, hem de fizik ötesi açılımlar getiren bir büyük şairdir. Gerçekten Modern Türk şiirine büyük bir alan açmıştır. Eserleriyle, poetikasıyla büyük bir düşünür olduğunu ortaya koymuştur. Tarihi seyir içerisinde geçmiş şiirimizle nasıl bağlar kurulacağını, kökten gelen bu damarlarla ileriye dönük nasıl bir açılım kazanacağımızı göstermiştir. O, anlaşıldıkça, hazmedildikçe Türk şirinin, öteden beri Türk şiirinin dünya ölçeğinde büyük bir yeri vardır, çok büyük etkileri daha ortaya çıkacaktır. Büyük Doğu geleneğinin bir açılımıdır Diriliş geleneği.

Sezai Coşkun: Sizin şiir anlayışınızın şekillendiği dönem, İkinci Yeni Şiiri’nin çokça tartışıldığı yıllara denk geliyor. İkinci Yeni Şiiri ile bir münasebetiniz oldu m? Olduysa hangi boyuttaydı?

Erdem Bayazıt: İkinci Yeni Şiiri, şiirin dil hadisesi olduğuna vurgu yapan bir harekettir. Bir aşamadır. Divan edebiyatını, kelimelerin istif sanatı olarak, ön plana çıkaran bir harekettir. Bir dil ve biçim hadisesiyle beraber bir aşama oldu. Buna Sezai Karakoç ciddi bir derinlik getirmiştir, İkinci Yeni’ye yepyeni bir ufuk açmıştır. O dönemde o şiirin daha ziyade materyalist çerçevede olan dün yasını parçaladı, yeni kapı araladı. Sezai Karakoç esasen, o çizgiden öte yepyeni bir ufuk açtı, İkinci Yeni’ye mahkûm kalmadık ama ondan aldığımız birtakım unsurlar olabilir, çünkü o yıllar da okuduğumuz şairlerdir, İkinci Yeni şairlerini çok yakından takip ettik.

Sezai Coşkun: Günümüz dünyasına hâkim olan bir savaş gerçeği var. Sizin, savaşı kon alan, savaştaki insanın psikolojisine değinen, onu tahlile çalışan şiirleriniz var ‘Çeçenistan’ isimli şiirinizde ‘Ey uykusu bombalarla bölünen bebekler’ mısraın yer veriyorsunuz. Savaşın sizin şair psikolojiniz üzerindeki etkisi nedir?

Erdem Bayazıt: Sizin de vurgu yaptığınız gibi benim şiirimde mesaj vardır. Burada mesele şudur: Şair, yaşadığı dönemin güncel olaylarını da aksettirmeli midir? Bence aksettirmeli. Yukarıda ifade ettiğim gibi şiirin binbir vadisi vardır. Benin yazdığım vadide güncel meselelere değinmek önemlidir. Afganistan’a gazeteci olarak gittim. Ama şair olarak bana bazı etkileri oldu. Bu bir hususiyetti1 Ama bir Ahmet Haşim olursanız bunlara hiç değinmezsiniz fakat mükemmel şiir ortaya koyarsınız. O vadide başarılıysanız, güncel olaylara hiç atıfta bulunmazsınız. Burada mühim olan, ortaya konulan şiirin nitelikli olmasıdır.

Bizim gittiğimiz dönemde Sovyetler, Afganistan’ı işgal etmişti. Bombalayıp duruyordu. Öyle köyler gezdik ki üç filojet, helikopter filoları boyuna bombalamışlar. Dev çınar ağaçları kömür olmuş. İşgalden iki ay sonra gittik; yüzlerce patlamamış bomba gördük. Ama o kömürleşmiş ağaçların dibinden yeni filizler sürüyordu. Hayat sürmeye devam ediyordu. ‘Savaş Risalesine Zeyl’ isimi şiirimde de bunu anlattım. Afganistan’la ilgili olarak birçok yer de paylaştığım hatıramı burada da paylaşmak isterim. Bir nehri geçiyorduk. Yücel Çakmaklı ile beraber. Suyun akıntısı başımızı döndürmüştü. Düşecek gibiydik. Çocuklar vardı, bize yardım eden. Karşı kıyıya geçtiğimizde o çocukların haline bakıp onlara, ‘Sizler dünyanın en güzel çocuklarısınız’ dedim. Onlardan biri de bana, ‘Bizim en güzellerimiz şehit oldu.’ diye cevap verdi. Hiç unutamadığım bir andır. Bugün dahi olan bu savaşlarda her düşen bomba kalbime düşüyor gibi. Tüketim ekonomisine mahkûm olmuş bir dünyanın gerçeği savaş. Bu ne biçim bir gerçektir. Buna isyan etmemek mümkün değil. Bunu insanlık nasıl kabul ediyor?

Sezai Coşkun: Günümüz Türk şiiriyle ilginizin devam ettiğini biliyoruz. Özellikle Cahit Zarifoğlu adına düzenlenen şiir ödülü kap samında, birçok yeni şairle muhatap oluyorsunuz. Yaptığınız gözlemlerden hareketle, günümüz Türk şiirini nasıl değerlen diriyorsunuz.

Erdem Bayazıt: Türk şiirinde Sezai Karakoç’la başlayan yeni bir dönem olduğuna inanıyorum. Bunun bereketi görülecektir. Bir canlılık var. Bazıları bunun tam tersini düşünüyor. Ama şundan eminim; bir işçilik, bir hazmetme dönemi yaşanıyor, bunun bereketi sonradan ortaya çıkar. Hem tarihî derinliği olan hem fizik ötesi açılımları olan hem de günü bütün titreşimleriyle yansıtan bir şiir arayışının izlerini görüyoruz. Her çağda belki yüzlerce şair çıkar ama üçü beşi kalır.

Bu dönemle alâkalı olarak da bu yaşanacaktır. Şiirin esas damarlarından gücünü alan bir şiir saf hasına, dönemine girdiğimizin işaretleri var. Bu bereket, bu iklim ne getirecek bilemiyorum ama bir şeyler getireceğine inanıyorum. Mesela bir Fuzuli, Sheakspeare’le aynı dönemde yaşamış. Sheakspeare dünyanın her yerinde okunuyor. Ama bir ‘Hadikatü’s-Süeda’yı okuduğum zaman, şunu düşünüyorum, böyle bir eser dünya zirvesidir. Ama birtakım meselelerden dolayı bu eser toplumdan ayrı kalmış. Bu günkü toplumda kaç kişi tanır. Alanında dünya zirvesinde yer alacak bir eserden kimsenin haberi yok. Ama o gelenekten gücünü alan Sezai Karakoç bir ‘Leyla ile Mecnun’u yazıyor, ‘Gül Muştusu’nu yazıyor. Bunlar, geleneğin yansımasıdır. Bu boyutta şairler çıkardığımızda, Türk dili zenginleşecektir, Türk şiiri zenginleşecektir. Ben Türk şiiri adına ümitliyim. Necip Fazıl gibi, Sezai Karakoç gibi şairleri çıkaran bir toplum şiirde nasıl ümitsiz olabilir?

Yedi İklim dergisi, s. 171

YORUM EKLE