Elif Hümeyra Aydın: “Birbirimize sahte çiçekler sunup duruyoruz.”

“İşte birbirimize sahte çiçekler sunup duruyoruz, gerçek çiçekler arasında fark edilmez sanarak.” Emre Orhan Gökalp'in söyleşisi.

Elif Hümeyra Aydın: “Birbirimize sahte çiçekler sunup duruyoruz.”

Bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Geçmişinizin, ailenizin ve çevrenizin yazarlığınız üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Geçmişime anlamlı bir hikâye kurma çabasıyla baktığımda bir iki şeyin beni yazıya ittiğini düşünüyorum. Birincisi, küçük yaşta rol model oluşturularak okumaya teşvik edilmem ve bir şeyler yazmaya başladığımda çocuk dahi olsam ciddiyetle dinlenmesi. Çocuk için ailesi tarafından ciddiye alınmak çok önemlidir. Diğeriyse yazma biçimimi etkiliyor biraz. Hayatımın tamamını tek bir şehirde geçirsem de çok fazla okul değiştirdim. İstanbul için Türkiye’nin özeti derler, ben de İstanbul’da mümkün olan bütün sosyokültürel çeşitliliği görmüşümdür. Bu devamlı yer değiştirme hâli size bir yandan ortama çabuk adapte olma yeteneği verirken diğer yandan bütünlüklü bir aidiyet hissinin de önüne geçiyor. İki hâl var gibi: Bir yere yeni gelmiş insan ve bu hâl geçer geçmez ise birazdan kalkıp gidecek insanın hâli. Bana kalsa bunu tercih etmezdim ama böyle gelişti; eylemlerimde, insanlarla kurduğum ilişkilerde, yazdıklarımda bunun etkisini hep görüyorum.

Yazarlık maceranız nasıl başladı? İlk yazınızın bir hatırası var mı sizde? Yazarlık hayali olan biri miydiniz?

Çok küçük yaşlardan itibaren yazarlık hayaliyle büyüdüğüm için bütün hayat planım, yapıp ettiğim her şey bu hayalin etrafına örüldü. İlk yazdığım yazıyı hatırlayamıyorum ama yazıya dair ilk kez cesaret aldığım an hafızamda çok net. On bir yaşımda olmalıyım, yeni yeni ergenlik zamanları. Yine okul değiştirmişim ve amiyane tabirle “çıktığım” çocuk eski okulumda kalmış. Bu meselenin odakta olduğu, muhtemelen komikleşecek seviyede acıklı bir şey yazmışım. Bu, bir şekilde abimin eline geçti. Muhtemelen utandırmak istemedi ama kendini de tutamayıp bana “Bu cümleler hangi kitaptan? Çok beğendim, devamını merak ettim.” demişti. Ben de telaşla Vadideki Zambak’tan aldım diye cevapladım. O zaman abimin bu sorusunun maksadını anlayamamış, sadece yazdıklarım Balzac ile karıştırılacak kadar iyi demek ki diyerek sevinmiştim. Uzun bir süre bu yanlış anlama bana yazı için cesaret vermiştir. Ne zaman bir yerlerde Vadideki Zambak’ın bir nüshasına rastlasam gülümseyerek bu anıyı hatırlarım.

Doğum Lekesiadlı öykü kitabınızı oluşturmanızdaki temel dinamiğiniz neydi? Eserinizi besleyen kaynak, başka bir deyişle ilhamınız ne oldu? Bununla birlikte Dergâh Yayınları ile buluşma hikâyenizden bahseder misiniz?

Tüm kitap için tek bir kaynaktan, tek bir dinamikten bahsetmek zor. Fakat yazılış zamanı itibarıyla ortak bir parantezden söz edilebilir belki. Öykülerin tamamı benim üniversite yıllarımda yazılmıştır; yeni yeni yetişkinliğe adım atan Elif, her bakımdan zayıf yön duygusuyla İstanbul’da dolaşıyor, kaybolup duruyor. Bunları yazarken bile garip bir nostalji duygusuna düştüm. O sıralarda üzerine düşündüğüm, bazen kendime bazen başkalarına yönelttiğim soruların bana yazdırdıkları diyebilirim. Dergâh’ta yayınlanan birkaç öyküden sonraysa kitap için daha derli toplu düşünmeye, iki kapak arasında duygusal bir bütünlük aramaya başladım. Bir yandan öykülerimi dergide yayınlıyor, diğer yandan bütünü kurmaya çalışıyordum. Yazarların ilk kitapta yaşadıkları yayınevi arama, o bocalama hâlini yaşamadım, zaten Dergâh başından beri dosya hazırlama sürecinin içindeydi. O yüzden diğer yazarlara oranla daha az stresli bir süreçti diyebilirim.

“Kesik Süt Tadı” öyküsünden yola çıkarak anne-kız ilişkileri hakkında neler söylersiniz? Bu unsurların “Doğum Lekesi”ne katkıları nedir?

Kitapta en baskın ilişki biçimi anne-kız ilişkisi ve en karmaşık olanı da sanırım “Kesik Süt Tadı”ndaki. Çünkü ne sağlıklı bir bağlanma var ortada ne de ayrışabiliyorlar.  Ana karakter, çocukluğundaki boşluğu doldurma isteğiyle annesine yapışıyor. Aslında bu, hem kendisine hem de annesine zarar veriyor. Bir yanıyla da ondan ayrışmaya, birey olmaya çalışıyor. Bu öykü, annenin bakış açısından yazılsaydı büyük ihtimalle bambaşka bir şey çıkacaktı ortaya. Diğer bütün ilişkilenme biçimleri gibi anne-kız ilişkisinde de aslında tek bir gerçek yok, iki tarafın birbirinden farklı algıladığı gerçekliği var. Ve işin içine benzemek, benzememek, kendi karakterini ortaya koymak gibi meseleler girince iş karmaşık bir hâl alıyor. Mesela “Serum” öyküsünde anne, kızı için güzelliğin ve ince düşüncenin ulaşılamaz temsilcisi gibi. Çocukluğu boyunca ona benzemeye çalışmış ve başaramamış bir karakter. “Kesik Süt Tadı”ndaki ise benzemek istememiş ama yıllar geçip de kendine baktığında annesinin kötü bir kopyasını görmüş bir karakter. Bana göre bu ikisi, anne ile kurduğu benzeme-benzememe ilişkisi bakımından iki zıt kutbu temsil ediyor. Kitap boyunca da bu benzeme meselesi farklı boyutlarda sürüyor.

“Bence özel hayatın, her sanatçının yapıtlarında az veya çok izi vardır.”

Öykülerinizde iç monolog diyaloglar ve duygu-durum tasvirleri göze çarpıyor. Bunların psikoloji alanında olan yetkinliğinizle bir bağlantısı vardır elbette. Peki, sizce bir yazarın özel hayatı hikâyeye ne kadar etki eder, sizde böyle bir durum var mı?

Bence özel hayatın, her sanatçının yapıtlarında az veya çok izi vardır. Edebiyatta da diğer sanatlar kadar böyle. Gündelik hayatta karşımıza çıkan hikâyeler ancak üzerine düşündüğümüz meselelerse dikkatimizi çeker veya yazmaya değer görürüz. Yazdıkça kafamızdaki mesele de derinleşmeye başlar böylece. Psikoloji bölümünü lise dönemimde yazdığım öykülerin birey odaklı ve karakterleri derinlemesine incelemeye çalışan öyküler olduğunu fark etmem üzerine seçmiştim. Lisans sırasında da karşılaştığım bazı teoriler beni çok etkilemiş, yazmak için tetiklemiştir. Psikoloji bireye, insana bakışı değiştiren bir bilim olduğu için okunan diğer bölümlere kıyasla daha fazla etkileyecektir tabii ama bir de zaten bu sebeple o bölüm seçildiyse etkisi daha da belirgin oluyor.

İlk öykünüzden bugüne sizde neler değişti? Hem fikir hem üslup olarak değişimlerden söz edebilir miyiz?

Bu geçen zaman içinde neredeyse başka biri oldum diyebilirim, başka meselelere odaklıyım, insana başka türlü bakıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım da çok değişti. Kendi sesimi bulmam da epey zaman almıştır. İlkin erkek egemen edebiyattan, toplumdan ne aldıysam bunların etkisiyle yazdıklarım, iyi ki bunlar hiçbir yerde yayınlanmadı diye seviniyorum. Sonrasında bazı yazarlar ve hayatımdaki bazı farkındalıkların yazdıklarıma sirayet etmesiyle oluşanlar ki bunlar da büyük oranda “Doğum Lekesi”ndeki öykülerdir. Bu ikisinde değişmeyen, birey odaklı ve gerçekçi oluşuydu, şimdilerde meselelere o kadar da birey temelli bakamıyorum, birey dediğimiz şeye artık o kadar da güvenmiyorum sanırım. Gerçekçi dediğimiz kurmacaya karşı da bir güvensizlik oluşmaya başladı ve artık kafam böyle çalışmıyor, hikâyeleri böyle kurmuyor.

“Gerçek etkilenmelerin hem farkında olmaksızın hem de bir süreç olarak gerçekleştiğini düşünüyorum.”

Edebî yolculuğunuzda özellikle etkilendiğiniz, birikiminizde kilometre taşı niteliğinde diyebileceğiniz şair/yazar/düşünce insanları kimlerdir?

Gerçek etkilenmelerin hem farkında olmaksızın hem de bir süreç olarak gerçekleştiğini düşünüyorum. Bu sebeple isim vermek ve şöyle etkileri oldu demek zor. Okuduğum anda etkisine alan yazarlar vardır, bunların bir kısmından bahsedebilirim; Leyla Erbil, Vüsat Bener, Yusuf Atılgan, Flannery O'Connor, Kobo Abe ve Kafka.

Peki, yazarlık kimliğinizin yanında nasıl bir okursunuz? Mesela, son okuduğunuz üç kitabın ismi neydi?

Disiplinli bir yazar değilimdir, okurluğum da biraz böyle. Bir hafta boyunca hiç okumadığım zamanlar bile olmuştur, bazense sorumluluklar dışındaki tüm zamanımı okumayla geçiririm. Buna bir disiplin getirerek okuma zevkimi de bozmak istemem. Şu sıralar roman ağırlıklı okuma yapıyorum. Son okuduklarım: Clarice Lispector-Yıldızın Saati; Colson Whitehead-Nickel Çocukları; Felix Guattari, Gilles Deleuze-Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin.

Son olarak yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz bir projeniz veya yeni bir kitap çalışmanız var mı?

Bir roman üzerine çalışıyorum. Uzun bir süredir hazırlık aşamasındaydım, gerekli okumalarını yapıyordum. Başlamam zor oldu ama şu sıralar tek uğraşım o olduğu için istediğim ivmeyi sonunda kazandım. Hayatıma iş yoğunluğu gelene kadar bitirmeyi planlıyorum.

Söyleşi: Emre Orhan Gökalp

YORUM EKLE

banner36