Eğitim dosyamız kapsamında Süleyman Zeki Bağlan ile İstanbul'un köklü okullarından İstanbul İmam Hatip Lisesi'ne ve eğitim meselemize dair konuştuk.
Hocam evvela İstanbul'un yakın dönem maarif meselesinde ana damarı temsil eden İstanbul İmam Hatip Okulu ve bunun tarihi ile ilgili konuşmak isteriz. İstanbul İmam Hatip Okulu’nun evvela eski bir sıbyan mektebinde imam hatip kursu olarak açıldığına dair bir bilgi var 1948 yılında. İsterseniz buradan başlayalım.
Bendeniz biraz daha geriden alarak konuyu anlatmak istiyorum. Batıdaki oryantalist çalışmalarda İslam dünyasının dinamikleri, esas unsuru olan üç temel var: Medrese, tekke ve Enderun. Bu çalışmalar yapılırken, bu kabil ana unsurların İslam dünyasını ayakta tutan mühim müesseseler olduğu tespit edildi ve bu oryantalist çalışmaların neticesi onların devlet nezdinde gördüğü itibarla ve bilahare çalışmaları neticesinde Türkiye'de yapılan işlerle imam hatip okullarına geliş şöyle oldu. 3 Mart 1924'te mühim beş tane kanun çıktı: Tevhid-i tedrisat kanunu çıktı, evkaf ve şeriyye vekâleti kaldırıldı, harbiye nezareti kaldırıldı, bunların yerine Milli Savunma Bakanlığı kuruldu ve tevhid-i tedrisat kanunu ile medreseler kapatıldı. Büyük boşluklar meydana geldi, talebeler sokağa atıldı, hatta Sahn-ı Seman medresesinden atılan çocuklar hüngür hüngür ağlıyorlardı. Büyük bir boşluk meydana gelince imam hatiplerin kurulması düşünüldü. 1928 senesine gelince ilk imam hatibin açıldığı yer bugünkü Yavuz Selim Kız Meslek Lisesi'nin olduğu bina idi. Orası Medreset'ül Mütehassisîndir. Orada okumuş olan Alâaddin amca bizim imam hatip lisesinde memurdu. Bize o günleri anlatırdı. Sonra orası kapatıldı. Şeyh Abdülaziz Bekkine hazretlerini de yakından tanıyan bir insandı Alâaddin amca, gözlüklü, hoş, sempatik birisiydi. Bizi de sever, biz de ona çok hürmet ederdik. Biz orada öğretmendik.
Daha sonra 1948 senesinde Küçük Langa tarafında Ebubekir Efendi Sıbyan Mektebi'nde başlıyor imam hatipler. Daha sonra da bugünkü Vefa Lisesi'nin karşısında Fatma Sultan Konağı olsa gerek, oraya geliyor. 1949 senesinde Tahsin Banguoğlu döneminde bir imam hatip lisesi olarak açılıyor. Çünkü bir imam bulmakta zorluk çekiyorlar o zaman, zor bir dönem. Burada okumalar başlıyor, ben ilk mezunlarını buldum, onlarla konuştum. Fatih'teki imam hatip lisesi daha sonra yapılıyor, 1950'lerin ortalarında. Ona dair de size orijinal bir bilgi veririm.
Siz İstanbul'a hangi tarihte geldiniz hocam?
150 senedir aile itibariyle İstanbulluyuz. Dedem ve dedemin babası Fatih medreselerinde okumuşlar, annem İstanbul'da doğmuş. Eyüp'te vefat etti, orada medfun. Benim doğum yerim Samsun. Ama aileden dinlediklerimle, araştırmalarımla İstanbul'un hem eğitim tarihi, hem sosyal tarihi, hem de kültürel tarihi ile yakından ilgileniyorum. Medreseler, tekkeler, Enderun ve modern eğitim de ilgilendiğim sahalardan biriydi.
Okulun tarihi ile ilgili de şöyle bir anımı anlatayım önce: Bir gün bazı öğrencilerimizle Sultanahmet Camii'ne gitmiştik. Gönenli Mehmet Efendi'nin bize doğru gelmekte olduğunu gördüm, kalktık hocaefendiye gittik, elini öptük. Bizim İstanbul İmam Hatip Lisesi talebeleri olduğumuzu öğrenince pek memnun oldu, “sizin okulunuzun yerini kim aldı biliyor musunuz?” dedi. “Efendim siz aldınız” dedik. “Evet, biz aldık” dedi. “O zamanlar İstanbul'da çok boş yer vardı, özellikle biz patrikhanenin ensesinde olun diye orayı seçtik.” dedi. Aynen bu tabir, "patrikhanenin ensesinde olun diye aldık" dedi. Aynı sözü başkalarına da söylemiş, birçok kimse bunu teyit ediyor.
Tabi stratejik bir yer.
Söylediğiniz isabet oldu, bu konuda bir şey daha söyleyeyim. Bundan takriben 20 sene evvel, 90 küsur yaşlarında bir zat ile bizim imam hatip lisesinin yanındaki Fethiye Camii’nde bir namaz vakti karşılaştık. Bize dedi ki, “sizin imam hatip'in yerinde bizim konağımız vardı. Babam Abdülgani Bey'di. Böyle bahçeye iki taraftan giriliyor, ortada havuz vardı. Haliç'i görürdü, karşıda Okmeydanı'nı görürdü, çok güzel bir yerdi ve babam elini açtı, dua etti: 'Rabbim bizden sonra burada bir hayır müessesesi kurulsun.'” Yani şu devirden takriben 100 sene evvelki bir dua. Daha imam hatipin adı yok, daha medreseler var o zaman. Adam böyle dua etmiş. Yani adamın ihlası ile Gönenli Mehmet Efendi orayı alıyor, bizim mektep oraya yapılıyor…
Şimdi efendim imam hatip lisesinde ayrı bir özellik daha var, onu da belirteyim, hakikati dile getirmekte fayda var. İmam hatip lisesinde ilk talebeler yetişkin Kur'an kurslarından büyük abilerimiz. Bu abiler, hanım hocaların yüzlerine bakmıyorlarmış. Hanım hocalar ne soruyorsa cevap veriyor, ama yüzüne bakmıyor. Hoca diyormuş, “ya niye bakmıyorsun?” “Namahremin yüzüne bakmıyorum.” Böyle bir imam hatip var. O günleri yaşayan bir avukat abimiz dermiş, “hocam biz okulu bitireceğiz ama önümüz kapalı, hiç bir yere gidemeyeceğiz.” Hocalar diyormuş, “oğlum merak etme, siz çalışın bitirin, sizden başbakan da çıkacak, reisicumhur da çıkacak.” Avukat abimiz, biz inanamazdık diyor. Ve kendisi avukat olmuş. Bitiriyorlardı o zaman. Fark dersi veriyorlardı, ondan sonra fakülteye gidiyorlardı.
Ben bu hocaların listelerini çıkardım, okulun arşivinden. Biliyorsunuz, o okulda 30 sene Tarih hocalığı yapmıştım.
İmam hatip arşivi hâlihazırda duruyor mu hocam?
Duruyor. Burada bir hususu daha arz edeyim. Fakültedeyken bendeniz tıp fakültesinde derslere girerdim, Mesela hukuk fakültesinde Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun derslerine girerdim. O zaman fakültede Ebu'l Ula amfisi, Fuzuli amfisi vardı, Abdülhak Şinasi amfisi vardı. Böyle bir şeyi neden bizim imam hatipteki sınıflarımızda, imam hatip'in hocaları ile ilgili yapmayalım diye düşündüm. Okulun arşivine girdim, tam emekli olduğum seneydi. 33 tane hocamızın - bunlar müderrisler- isimlerini çıkardım. Kaç tane idareciye söylediysem de bu işi yapamadılar. Şu anki kaymakam sağolsun yardımcı oldu, sınıfların kapısına bu isimler yazıldı. Araştırdım, Vefa Lisesi'nde artistlerin isimleri yazılı, İstanbul Erkek Lisesi'nde artistlerin isimleri var. Tamam orada okumuş, bunların yazılması normal. Biz de bu düşünce ile hocalarımızın isimlerini yazdık. Bence bütün imam hatiplerde bu uygulamanın yapılması lazım. Burada Hüsrev Aydınlar hoca var mesela. Bir gün dersten çıkmış, o kadar kızmış, o kadar kızmış ki talebeye, bu talebe ne yaparsa yapsın ben bu okulları bırakmayacağım. Yani bu gayrette. Allah rahmet etsin.
Hocam okul ilk mezunlarını 1955-56 yıllarında 9 kişi olarak vermiş, kim o 9 kişi biliyor musunuz?
Yanlış söylemiş olmayayım isimlerini, o nedenle bu soruyu daha iyi bilen birine ya da ÖNDER’e sorarsanız daha iyi olur. Onların bu konu ile ilgili yaptığı çalışmalar vardı.
Celaleddin Ökten hocayla görüştünüz mü?
Hayır.
Ökten Hoca 61'de vefat etmiş herhalde.
Celaleddin Ökten Hoca hakkında farklı bilgiler var, onları da söyleyeyim. Hocanın oğlu Sadettin Ökten ve kızı Ayşe Hümeyra Ökten’i yakından tanıyorum, siz de biliyorsunuz çok güzel insanlar. Burada bir rivayet aktarayım. Asaf abi söyledi, Celaleddin Hoca okulun açılışı için o kadar çalışıyor, gayret ediyor ki, bir gün böyle bir dilekçeyle gelmiş, dört katlı bir binaya çıkmış. Nefes nefese, kalbi rahatsız… “Aman” demiş, “Çocuklar, mutlaka yetiştirmem lazım bu dilekçeyi”. O aşkla, o şevkle imam hatiplerin açılması için koşturuyor.
Yine Celaleddin Ökten hoca hakkında bir şey anlatayım isterseniz. Profesör Osman Çataklı ve Yahya Oğuz, Celaleddin Ökten hocaefendiyle Mehmed Zahid Kotku hocaefendinin yanında İskender Paşa Camii'nden çıkıyorlar. Arabayla İstanbul Edebiyat'ın karşısına geliyorlar. Celaleddin hoca diyor ki “çocuklar size bir sır vereyim mi?” “Ama ben hayattayken aman söylemeyin!” diyor. “Eğer ben Mehmed Zahit Kotku hocaefendiyi tanımasaydım, benim hayatım kayardı.” diyor. Celal Hocanın Mehmed Zahit Efendiye intisabı vardı. Bizim okul, Mehmed Zahit Efendi’nin himmetini de görmüş bir okuldur.
Hâlâ o himmet, tesir devam ediyor.
Tabi, kesin. Bizim okulda her yıl iftar verilirdi. Ben fakülteden çıkar giderdim, arkadaşları da görürdüm. Mehmed Zahid Efendi de oraya iftara gelirdi, İstanbul Valisi Vefa Poyraz gelirdi. İstanbul'da iki yerde böyle açık iftar vardı. Birisi bizim imam hatip, diğeri de Sultan Fatih Koleji.
Hocam maarif meselemize gelmek istiyorum. Tevfik İleri'nin imam hatiplerin ve yüksek İslam enstitülerinin açılmasında çok ciddi çabası var, bizim için hakikaten bir mihenk noktası.
Bu konuya geçmeden orijinal bir bilgi daha vereyim: İmam hatip okulları açılmış, İslam rnstitüleri açılacak. Cevat Akşit Hoca imam hatipte talebe. Onun amcası Baha Akşit milletvekilidir. Bu hadiseyi Cevat Akşit hoca belgeselde anlattı. Ona diyorlar ki amcanızdan randevu alın, Adnan Menderes'e gidelim. Randevuyu alıyorlar. Ankara'ya giderken bazı kimseler Menderes'i tenkit ederek gidiyorlar, Menderes’in gayr-i samimi olduğu gibi konuşmalar yapıyorlar. Menderes onları başbakanlıkta ayrı bir binadan, ayrı bir kapıdan içeri alıyor. Korumasına “oğlum, anahtarı onlara ver ve sen git” diyor. Koruma gidiyor. Menderes gelen heyete diyor ki “Ben çok zor durumdayım, etrafımı masonlar sardı. İslam enstitüsünün açılmasını istiyorsunuz. İktidarıma mal olsa da İslam enstitülerini açacağım” diyor ve ağlıyor. “Bunu görünce o muhalif olan arkadaşlar da ağladı” diyor Akşit hoca.
İşin farkında tabi?
Evet, gayet tabi… Bizim imam hatipler hakkında orijinal bir şey daha söyleyeyim. 27 Mayıs'ta muhtıralar verildi. Muhtıra sonrasında Cemal Gürsel bizim imam hatip lisesine geliyor, fakat Cemal Gürsel’in biliyorlar ne düşünceyle geldiğini. Ona diyorlar ki “Paşam bu okulları kapatmayın. Kapatırsanız cahil din adamı yetişir, onun için buralardan yeni aydın insanlar yetişir.” Cemal Gürsel, “bu çocuklara niye yedi sene Arapça okutuyorsunuz?” diye sormuş. O sırada İlim Yayma’nın kurucularından Vehbi Bilimer –ki kendisi Cemal Gürsel’in Erzincan Askeri okulundan arkadaşı- durumu izah etmiş ve gerekçelerini sıralamış ve okulların kapanmasına mani olmuş.
İşte bütün bu çalışmalar, güzel insanların çalışmaları ile atlatıldı. Yine imam hatiplerin 28 Şubat'ta orta kısmı kapanırken Allah rahmet eylesin Necmettin Erbakan Hoca devreye girdi, atlatıldı. Bu tarihlerde bizim okulda da nüfus gitgide azalmaya başladı, bir anda okulun önünde polisler dolmaya başladı. Okulda insan o kadar azaldı ki, okulun binalarına başka ilköğretim okulu dâhil etmek istediler. Bizim idareciler okulu kapattılar, burası yurt vs. dediler ve başka bir okul giremedi. Bu süreçte bir hadise daha anlatayım: Fransız-Alman RTL televizyonu okula izinle geldiği için hiç kimse bir şey söyleyemedi, adamlar sürekli imam hatipteki çocuklarla mülakatlar yaptılar, sabahtan akşama kadar resim çekiyorlar, başlarında bir kız vardı. Kız, iyi Fransızca biliyor, Fransızca-İngilizce konuşuyor, istediği ile röportaj yapıyor, derslere giriyor, öğretmenlere sorular soruyor. Belli ki istediği cevapları alamıyor. O spiker hanıma dedim ki “bu sorduğunuz soruları size kim verdi?” Bir durdu böyle, beklemediği bir şeydi. “Hayır, hayır ben soruyorum” dedi. Değil, bu soruları ona vermişler, öyle yollamışlardı.
Akşam vakti çocukların oynamalarını, mescitte namaz kılmalarını, hepsini tespit etti, sonra televizyona verirken biz bunları takip ettik, bunlar bütün Türkiye'de Cumhuriyet sonrası dini eğitimin gelişimini almışlar, bizim okulu verdiler ve ondan sonra iki saat Fransız ve Almanlar bu konu üzerine yorum yaptılar. Bunlar kendi memleketlerine bir mesajdı.
Hocam bu medrese geleneği Cumhuriyetle beraber bitti/ inkıtaya uğradı. imam hatipleri açtık ama bu medrese geleneğini devam ettirebildik mi? Müfredat olarak, eğitim olarak?
Bu soru da isabet oldu, onu da söyleyeyim. Benim Cemil Solakoğlu diye bir ilkokul hocam vardı. Meşhur Solakzade ailesinden, onun en küçüğü, benim ilkokul öğretmenimdi, çok gayretli bir insandı, Allah rahmet eylesin. Milli Eğitim Bakanına gitmişler, o zaman din eğitimi genel müdürü ona demiş ki “okullar açıldı, din dersleri de eğitime konuldu, usul-ü fıkıh dersleri de konsa harika olur.” Adam diyor ki "Ya onu koyalım da bize şeriat isteyor desinler değil mi?" diyor. Biliyorlar hangi çocuk ne ister ve usul-u fıkıh dersi yok, daha sonra kondu mu bilmiyorum?
İmam hatiplerde şimdi eskiden böyle üzerlerine yapışmış “imam hatip bitiren imam olur” algısı var, o zamanlar böyle bir şey tahakkuk etmiş mi? İmam hatip bitirmiş, imam olmuş. Böyle olmadığı halde sanki netice itibariyle böyle imam olunacak algısı nasıl oluşturuldu?
O bilahare oldu. Ben ilk mezunlardan biliyorum, mesela Nimetullah hoca var, arada İstanbul’a gelir, görüşmüşüzdür. O diyor ki, milletin cenazesini kaldıracak imamlar bulunamadı, onun için buradan mezun olanlar imam olacak.
Hani öyle yoğun bir talebe mevcudu da yok. Siz biliyor musunuz?
Tabi 15-20 kişi ancaktır. Yani sınıflar az.
İstanbul'da bir tane imam hatip var.
Sonra Çorum'da açılıyor bildiğim kadarıyla. Anadolu'da diğer yerlerde açıldı, her yerde yoktu imam hatip. Mesela Samsun'da imam hatip yoktu. Açılmadı. Ben oraya gitmek istiyordum. Çorum'daki meşhurdu.
Bir zaman -1977'nin sonunda- öyle bir duruma geldik ki bizim okulda dışarıdan bin kişi bitirme imtihanına giriyordu. Okulun koridorları doluyordu, böyle 900 kişi, bin kişi ve çok çalışıyordu çocuklar. İnanın bir senede, en çok iki senede bitiriyorlardı liseyi. İmam hatip mezunu oluyorlardı, fakülteye gidiyorlardı. Kur’an kursu hocaları geliyorlardı, hoca hanımlar geliyordu. Sonra bunlar kademe kademe kaldırdılar, şimdi açık öğretimde imam hatip olarak kurdular. Yalnız imam hatiplerde mühim olan bir şey, yani çocukları hem bu ilmi tarafı, dini tarafı öğretip, hem de bir taraftan onlara bir ufuk vermek gerek. Bu çocuk diyor “ben ne olacağım: İmam olurum, müftü olurum veya dışarda bir sahaya giderim.” Ama ufuk sahibi olması lazım çocukların. Bazen fiziki şartlar yetersizdi. 71 kişilik sınıfım vardı ya. “Dur oğlum, sus oğlum” deyip sınıfı sayana kadar dersin yarısı geçiyordu. Koca koca adamlar sıraya sığmıyor, 3'er kişi oturuyordu. O çocuklara on- on beş dakika ders zor yapıyordum. Yıllar sonra çocuklar geliyordu mezun olunca, “hocam kusura bakmayın, hakkınızı helal edin, sizi üzdük” diyorlardı.
Hocam bir de burada mesleki anlamda temsil kabiliyeti olan hocaların eskiden hem o ilmin ağırlığını taşıması hem Osmanlı’dan tevarüs eden geleneği üzerinde taşıyan hocaefendilerin var olması o talebelerde etkili oluyor. Şimdi o yok. Geriye dönüp baktığınızda, hani sizin yüzünüze karşı değil de, imam hatip denildiği zaman mesela hatırlanan bir kaç hocadan birisiniz yakın dönemde.
Estağfurullah.
Şimdi böyle bir gayret, böyle bir çaba olmadığı takdirde geriye ne eseriniz ne esaminiz kalacak.
Maalesef, tabi ona üzülüyorsunuz. Mesela geçende, bir imam hatip lisesinin ilgilisine şunu söyledim: Burada ilk ders Kur’an-ı Kerim olmalı! Bu son derece mühim. İlk ders Kur’an-ı Kerim olmalı. Ve sınıfların kapısı açılmalı. Hocalara da söyledim, bunları böyle yapın, diye.
Mesela sınıfta Ömer Nasuhi Bilmen ilmihali yoktu. Tarih dersinin yarısında Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalinden okuyorduk. İdareye de söylemiyordum. Şimdi çocukların Ömer Nasuhi’nin ilmihalinden haberi yok. Büyük bir mesuliyet. Osmanlı’da sıbyan mekteplerinde çocukların ilk dersi Kur’an’dı. Ben bunu okulumuzda kabul ettiremedim. İlahiyat mezunu hocalarımız buna karşı çıktı.
Tarih kitaplarımızda da gerekli ihtimam gösterilmediği kanaatindeyim. Bunu bakan beye de iletmeye çalıştım. Ne yönde bir çalışma yapıldı bilmiyorum. Fakat kitapların içinde Hırka-i Saadet'in, padişahların kaftanlarının resimlerinin olması insanlara şuur verir, bilinç verir. Etrafımızda çok fazla yabancı kültür dayatması varken, biz bunları çocuklarımıza veremezsek, geleceğimizi ıskalamış oluruz.
Bunun dert edilmesi lazım. Şimdi İstanbul’da okuyan talebelerin böyle bir avantajı var. Çünkü burada hocalar olayları biraz da yaşamış görmüş ama Anadolu’da bu durum yok, orada kitapta ne anlatılıyorsa o. Onlara o ruhu nasıl vereceğiz?
Öncelikle hocaları elden geçirmek lazım. Hocam bu iş böyle böyle, siz bu şekil anlatmalı, göstermelisiniz ve görsel malzemeyle beraber olmalı. Bu yapılmayacak şey değil. Zaten insan en fazla 15-20 dk. dinler dersi. İnsan hafızası ondan sonra durur. Ben çok eğitim metodu denedim. Soru-cevaplar, takvim metotları. Ve bakıyorum bir çocuk derste uyuyor. Bir tanesi ile konuştum, “hocam ben gece bir kahvede çalışıyorum, o yüzden uyukluyorum” dedi. “Tamam,” dedim, acıdım çocuğa, “geç arkada uyu sen” dedim. Şimdi sen bu çocuğa ne anlatacaksın, ne dersi yapacaksın? Şimdi okulun ve sınıfın durumuna göre siz eğitim-öğretim şeklini düzenliyorsunuz. Ama bu senelerin tecrübesiyle oluyor. Bir de bakanlık bizden hocalar olarak eğitim sisteminden ne bekliyorsunuz, ne düşünüyorsunuz diye rapor istedi, ben de yazdım: Kültür dersleri 30 dk. Olmalı, haftada 2 saat değil 4 saat olmalı. Fen dersleri 30 dk. blok ders olmalı. Çünkü hoca yazıp çizecek, o blok ders ancak yetecek. Ama bizim ders 30 dk.da işlenir ama fazla olmalı, 2 yerine 4 saat. Mesela şunlar olmalı: Sabahleyin çocuk 7.30-8.00’de derse geliyor. 10.30'da uzun bir teneffüs olmalı. 20 dk. O sırada çocuğa süt verilmeli. Ama bunları bedava vermeli. Çocuk sıraya girmeli, orada disipline edilmeli. Abdest alacağı yer çok güzel olmalı, havlular olmalı, sıcak su akmalı.
Fakat o abdest alma durumlarını yapamadıysak da çocuklara okul tarafından ikramları yapılıyor. Çocuk burada bir şahsiyet kazanıyor. Herkese bir kutu süt, bir poğaça ya da simit. Çocuk sıraya giriyor, disipline ediliyor. Bu özel ve askeri okullarda yapılır, böyle bir düzen vardır. Yani çocukların üzerinde eksik gördüğüm birkaç şey var. Çocukları seçerken dikkatli olmalı. Çok kabiliyetli çocuklar var. Bir gün derste bir baktım çocuk aşağıda Rum Lisesi var, onun karakalem resmini yapıyor. Şahane bir resim kabiliyeti var. Bir ressama götürdüm, dedim ki “bu adamdan ders al, bir şeyler öğren.” Yani çocukların o taraflarını görmek ve desteklemek de lazım.
Hocam bazen de eğitimciler, pedagoglar diyor ya hani “lise artık çok geç çocuğa şekil vermek için, hele üniversitede artık mümkün değil.” Şimdi çocuğun şekilleneceği asıl alan mahalle mektepleri, sıbyan mektepleridir. O zamanlarda yapılan âmin alaylarını okuduğunuz zaman şaşırıyorsunuz. Çocuk midilliye bindiriliyor, ilahiler, tekbirler eşliğinde evinden alınıyor, okula başlıyor. Kaç yaşında oluyor bu merasim?
4 yıl 4 ay 4 günü doldurunca.
Amin alayları, mahalle mektebine başlama sahneleri ile ilgili neler söylersiniz?
Bunu söylediğin çok güzel oldu. Boğaziçi anılarını okudum. Abdülhak Şinasi Hisar en güzel Boğaz anılarını anlatan insandır. Boğaz'a bakıyorsunuz, sükûnetin arasından melek sesli çocukların ilahi söylediğini duyarsınız. Bir bakarsınız, filanca yalıdan çıkmış, mektebinin kalfası almış çocuğu götürüyor. Arkadan arkadaşları ilahiler söylüyor. Bir kesim de âmin âmin, diyor. Bakın elit bir tabaka. Boğaz'da oturuyor, o da aynı usulü devam ettiriyor. Şimdi yapılsa nasıl görülür onu da merak ediyorum.
Hocam bir de fiziki anlamda da düşünsenize, halka oluyorsunuz ve bire bir hocanın huzuruna çıkıyorsunuz. Dizinizi kırıyorsunuz. Fiziki anlamda da taşlar yerine oturmuyor, dünle bugün arasında.
Demir parmaklıklarla çevrili çocuklar bugün. Batı bunu halletmiş. Çocuğu ilk başta rahat okutuyor, sıkmıyor, eğlendiriyor. Daha sonra kabiliyetine göre okullara gidiyor. Düne kadar bizim selatin camilerinde dersiamlar, müderrisler dersler yapıyordu. Şu anda Fatih Camii'nin içinde büyük derslikler var. O günleri yaşayan bir Mahmut Bey vardı, diyordu ki “Azizim fatih Camii'ne bir bakın, bir papatya tarlasına benzer. Bütün büyük rahleler etrafında öbek öbek talebeler oturur.” Araştırdım, “Dersiamlık Müessesesi” diye bir kitap çıktı. Bir tez bu. Burada bir hoca efendi geliyor, dini ders, matematik, mühendislik, tarih okutuyor. Sonra geliyor terzi, kasap, nalbant, hocayı seviyorsa dinliyor, sevmiyorsa başka bir hocaya gidiyor. Camide bir halk eğitim-öğretim merkezi var tabiri caizse. Medresede ilim adamı yetişmiş, tekkede halk eğitilmiş, enderunda devlet adamı yetişmiş. Düşünüyorum medrese, tekke, enderun ve modern eğitim. Bugün uygulayabileceğimiz taraflarını alıp bunu hercümerç edip bir güzel eğitim sistemi kurabilsek. Bu çok mühim. Modern ilimlerden psikolojiyle ilgilendim. Ailece de ilgileniyoruz. Çocuk zekâ testlerinden geçirilir. Zeka testi, kabiliyet testi, dil testi ve el kabiliyetleri. Bunlar çok mühim. Çocuğa o şekilde yön vermek, dile çok kabiliyetli insanlar var, çok süratli dil öğreniyor. Enderun'u inceliyorum. Enderun’da kıraat dersi var, spor dersi var, atıcılık var, binicilik var. Bugün ben ne yapabilirim diye düşünmek lazım.
Kızların aldığı temel eğitimde bile çok farklılıklar var. Annelik, ev ekonomisi, kültür dersleri vs. Şu an üniversiteyi bitiren bir kızın bu anlamda hiç bir ev pratiği yok.
Bir kızla bir erkeğin yapısı çok farklı. Yani çocuğa bu eğitimle bir şahsiyet kazandırmak. Mutlaka çocuğun kabiliyetine göre onu yönlendirmek lazım. Ama şimdi Türkiye şartlarında hocalar yetişemiyor, sınıflar kalabalık. Ben bile hayret ediyorum 70 kişiye nasıl bakmışım. İstanbul’da yabancı bir özel okula bir hoca gelmiş. Hoca birkaç gün sonra istifa mektubu vermiş. Niye? “Ben size sınıflar 15 kişi olacak dedim. Siz 19’a çıkarmışsınız.” Demişler aman yapma etme. Sonra 15’e düşürmüşler. 15 kişiyle % 100 netice alınır.
Hocam sizin imam hatipte hizmetiniz ne kadar sürdü?
Toplam hizmetim 30 seneye yakındır. Anadolu’da Merzifon’da çalıştım. Buraya 79’da geldim. 2005’te emekli oldum ama yine alakamı kesmedim tabi.
Hocam bana kalırsa ilahiyatta bir staj süreci olması lazım, bir camide belki. Din eğitimi meselesinin geçiş noktası burası.
Mülazemet medresesi var Süleymaniye’nin. Yani medreseden mezun olan gelip mülazemet medresesinde ders görüyor tayini çıkana kadar. Boşluk yok. O dönemde bile çocuk ders görüyor. Bir medrese eğitimi ortalama 15 sene. Orta kısım ve yüksek kısım. Tayin olana kadar 1,5-2 sene geçiyor. O anda bile boşluk bırakılmıyor. Mülazemet medresesi Süleymaniye’nin bünyesinde hâlâ var.
Siz İstanbul İmam Hatip'te göreve başladığınızda kadroda kimler vardı?
Müzekka Gürbüz vardı. Müzekka Bey Kur’an-ı Kerim hocası idi.
İdareciniz kimdi?
Ömer Adil Dolay’dı. Ömer Adil Bey çok idealist, temiz, gayretli bir insandı. Yusuf Karaca vardı daha evvel. Bendeniz tarih ve edebiyat derslerine girdim. Hoca kadrosu iyiydi tabi.
Sizin o dönemden Ahmed Davutoğlu hoca, Bekir Haki Yener, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Fuat Çamdibi hocalarla temasınız oldu değil mi?
Tabi Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Bey'i çok yakından tanıyorum, bizim okulda hocalık yapmış. Fuat Çamdibi hocayı da gördüm, elini öptüm. Bakın bu 33 müderris hocanın hemen hemen yarısının elini öptüm ben. Orada enteresan bir isim daha var: Ahmet Nazif Çelebi. O çok güzel bir insan. Kendisi ticaret ile uğraşıyor. Hoca olmamış ama derse girmiş. Osmanlı dönemine yetişenlerin bir ilmi seviyesi var. Nazif Çelebi bizim okulda hocalık yapmış. Osman Reşer var mesela. Bu adam Yahudi asıllı, sonradan Müslüman olmuş. Çok iyi Arapça biliyor. Bizim okulda Arapçaya geliyordu. Yaman Dede vardı, Rum asıllı. Mevlevi şeyhi idi. Hz. Peygamberi anlatırken ağlıyormuş. Çok istedim çocuklar bunları tanısın. Hakikaten bir değer bunlar. Başka okulda yok bunlar, burada var. Mesela Başakşehir’de Emin Saraç İmam Hatip Lisesi açılmış. Emin Saraç hoca da güzel bir insan. Allah uzun ömürler versin.
Şu an galiba o dönemki hocalardan Tayyar Hoca, Emin Saraç Hoca bunlar hayatta.
Bekir Topaloğlu, Hayrettin Karaman, Ali Özek Hoca. Yalnız benim bulduğum 33 hoca bizim okulun ilk kuruluşunda görev yapan, etkili olan hocalardı. Diğer başka isimler koyarsak binlerce isim çıkıyor. Yer de yok zaten. Bunlar 33 tane müderris, güzel insanlar. Bunlar üzerinde durduk.
Abdülhamid dönemi eğitim sistemi üzerinde çok konuşuluyor. Yani mekteplerin açılması meselesi. Mektep-medrese ayrımı konusunda ne söylersiniz?
Şimdi efendim II. Abdülhamid başa geldiğinde devlet sisteminin böyle bozulduğunu görüyor. Batıya karşı büyük bir gerileme olduğunu, ordunun sistem olarak geri kaldığını görüyor ve kendisi medrese eğitimine büyük önem veriyor ve mezun olanlara askerlik yaptırmıyor gidip İslam’ı anlatsınlar diye. Cerre çıkmak diye bir şey vardır. Dedem mesela 3 ay boyunca köylere, kasabalara gidermiş. Kur’an okur, dini eğitim verir, çocuklara da hediyeler verirlermiş. Bu son derece mühim bir durum. Abdülhamid bir kadronun gelmesi için çalışıyor. İnas kız mektepleri açmış. Ve bunda da başarılı olmuş. Değerli insanlar yetişmiş. Rüştiyeler açılmış. Daha sonra idadiler açılıyor. Mesela Abdülaziz zamanında da sultani adında Galatasaray açılmıştı. Yani Osmanlı eğitime önem vermiş. Abdülhamid’in yetiştirdiği bu kadrolar Balkan harbine, İstiklal harbine ve Birinci Cihan harbine gidiyor. Çanakkale harbinde İngilizler mağlup olup çekilince komutana soruyorlar “İngiltere’nin buradan ne kazancı oldu?” diye. O da “Osmanlının bir neslini Çanakkale’de bitirdik.” diyor. 250.000 resmi rakam, bir o kadar da gayri resmi şehit verdik.
Öncelikle bir müessese bozulmadan çökmez. Bunu da itiraf etmek lazım. Tekkeler bozuldu çöktü, medreseler de bozuldu çöktü. Yani medreselere böyle imtiyazlar verilmesi çok insanın orada birikmesine sebep oldu. Ve medreselerden fen derslerini kaldırınca ki bu Kanuni döneminden sonra yavaş yavaş geliyor, medreselerin kaliteleri düşmeye başladı. Tabi bunun ihtiyacını karşılamak için medresetül mütehassisin açılıyor. Orası kapatılınca medresetül kudat açılıyor İstanbul Üniversitesi'nin merkez kütüphanesinin olduğu yere. Yani devamlı Osmanlı devletinde böyle bir arayış ve reformlar var.
Dünden bugüne ciddi bir ilim geleneğimiz var. Ama bugün milli eğitim nerdeyse kendi dairesi içerisinde ne yenileyebiliyor ne de düzeliyor. Sıkıntılar artıyor, kalitemiz düşüyor. Hep şikâyetimiz var milli eğitimden ama düne dair de bunu yorumlayıp yarına aktaramıyoruz. Neden?
Şimdi esas noktalardan şaşmamak lazım, birinci husus bu. Mesela Avrupa’da ilköğretimde çocuklar karma, ancak o buluğa erme döneminde ayrı. Bakın bizde karma eğitim var, bu eğitimi sarsan bir noktadır. Türkiye’de maalesef bu halen yapılmadı, kız erkek karışık ortaokul ve lisede. Fakültede Batıda çocuk serbest bırakılmış. Bir de 1926-27 yılları gibi Amerika’da sosyalist ve komünistliği ile meşhur bir adam John Devay, Türkiye’ye çağrılmış eğitimci olarak. Bu adam eliyle materyalist, seküler, laik bir eğitim sisteminin temeli atıldı. O hesapladı ki Osmanlıdan gelen bu dönem 15-20-30 sene sonra bitecekti. Yeni yetişecekler bu adamın materyalist düşünceleriyle yetişecekti. O yüzden böyle garip bir nesil yetişti. Şimdi radyonun, TV’nin, internetin tesiriyle insan kendini kaybediyor bağımlı olarak.
Kapitalizmin ve modernizmin böyle yıkıcı bir tarafı da var, siz ne kadar geleneği muhafaza etmek isteniz de…
Bu tesis edilirken kuvvetli bir tahsille bunun önüne geçilebilir. Mesela Japonlar bu harfleriyle %100 okuma yazma elde ediyor. Güzel yazı yazma yarışması yapıyor, kendi adetlerinden vazgeçmiyor. Bunu öğretip gösterebiliyorsa biz de yapabiliriz.
Osmanlıca noktasında milli eğitimde bir mesafe alındı mı?
Yapılması çok güzel bir teşebbüs, tabi ki iyi oldu. Şu an seçmeli ders olarak Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca var. Tabi burada hocaların ciddi gayreti olması lazım. Şimdi çocuklara ağır metinler gösterilmez. Muhalif gazeteler ağır metinler koydular göz korkutmak için, onlar okunmaz tabi. Çocuklar romanlarla, hikâyelerle başlayıp öğrenecek. Ali ihsan hoca vardı. Derdi ki “ben 3 sayfa eski yazı okuyorum, Arapça okuyorum, gözüm yorulmuyor.15-20 sayfa Latin harfle okuyorum, sıkıntı çekiyorum.” Ben mesela imla hatası yapardım yazarken sin mi sad mı s mi diye. Kayınvalidem hata yapmazdı. Dedim “nasıl biliyorsun?” “Biz,” dedi “böyle okuduk.” Yani yazıyor ama doğru yazdığının farkında değil, çocukken ona öğretmişler. İnşallah bu dersin koyulması bir hayra vesile oldu tabi.
Hocam şu an bir milyona yakın imam hatipli varmış. Çok ciddi bir rakam. Yani 2000’li yıllarda sayı 20.000 iken şu an 990.000 bin küsur imam hatipli var. Biz bu nesli hayra nasıl kanalize edeceğiz? Mesele biliyorsunuz sadece diploma vermek değil, bir şuur kazandırmak nasıl mümkün olacak?
Çocuklara ruh verebilmek adına ilk ders Kur’an-ı Kerim olacak bana göre, kapılar açılacak, okul Kur’an sesleriyle inleyecek. Bir de öğretmenleri toplayıp hocalara demeli: “Bak sen tefsir, fıkıh, hadise giriyorsun. Bu çocuğu zorlamadan bu derse sevdirmeye bak. Sıkılmasın, en rahat şekilde işlensin.”
Ömer Nasuhi hoca “şeker muallim” diye tanınırmış. Hiç bir talebesini bırakmamış. Diyormuş ki “Anadolu’nun Allah diyen insanlara ihtiyacı var.” Şimdi de Anadolu’nun nitelikli talebelere ihtiyacı var.
Hiç unutmuyorum, yıllar evvel çocukları Topkapı Sarayı'na götürmüştüm. 150 kişiydik. Onları sırayı koydum. Dedim ki “çocuklar dağılmadan rahat rahat yürüyün.” Yaşlı birisi baktı. Başka okullar da geldi. Onlar darbuka çalıyor, tef çalıyor, oynayarak gidiyor. Onlar da liseli, bizim çocuklar da. Ama onlar bizden 100 mt ileride, biz arkadan yürüyoruz. “Bunlar ayrı” dedi, “bunlar imam hatipli. Bunlar daha derli toplu, düzgün çocuklar.” Çok hoşuma gitti. Sonra çocuklara dedim ki “bakın siz farkında değilsiniz ama halktaki imajınız bu.” Okullarımızda her çocuk hakkında dosyalar olması lazım, okulda psikologlar ve pedagoglar bulunması lazım. Okulda müdür, idareciler, öğretmenler ve veliler baş başa verirlerse kesinlikle netice alınır. Okul idaresi-veli-öğretmen baş başa verecek. O zaman sonuç almamak mümkün değil.
Süleyman Zeki Bağlan'ın tavassutuyla İstanbul İmam Hatip Lisesi sınıf kapılarına asılan ve lisenin kurucu ve hoca kadrosunun biyografilerin yer aldığı levhalar için fotogalerimizi ziyaret edebilirsiniz: //www.dunyabizim.com/?aType=fotohaber&FotoID=9488
Kamil Büyüker konuştu
Hocamızdan Allah Razı Olsun. Eskilerin hep bahsettiği imam hatip kültürünü çok güzel açıklamış. Eski imam hatiplerde sadece ders değil güzel ahlak da öğretilirdi.