Yaşadığımız hayatın karakteristik vasfı, karmaşık ve kaotik bir görünüm arz etmesidir. Edebiyat uğraşının hayata bakan bir tarafı da bu tabloya bir düzen verme fikrini yazınsal manada bünyesinde taşımasıdır. Edebiyatçı yazar bir anlamda gerçekliği temel alarak yeni bir dünya kurma anlayışıyla hareket eder. Edebiyat yeni bir düzenin duygu ve düşünceler örülerek oluşturulmuş zihinsel bir bileşkesidir. Sualimiz şu veçhede:
Edebi eser kurulurken sanatsal malzemeyi göz önünde bulundurarak inşa edilen bu yeni dünyada temel hayat kitabımız Kur’an’ı Kerim’in ciddi, belirleyici ve özgün konumu nedir sizce?
Müslüman sanatçı açısından bakıldığında, onun bütün yapıp etmelerini bağlayan yegâne şey Kur’an ve sünnettir. Müslüman sanatçı yazarken bu iki aslı göz önünde bulundurarak yazar. Günümüzün kaotik zeminini kollayarak söylüyorum, en azından söylediklerinde bu iki asla mugayir bir şey olmamalıdır Müslüman sanatçının. Yani meselenin ruhu Kur’an ve sünnetle mutabık olmalı. Ben yazarken en azından buna dikkat etmeye çalışıyorum. Beni vebale sokacak bir dize, bir cümle kurmaktan imtina ediyorum. Çünkü inancımız, bize yaptığımız her şeyin bir hesabının olduğunu söylüyor. Fakat bazı tuhaflıkların olduğu da gözden kaçmıyor. Müslüman sanatçılarla Müslüman olmayan sanatçılar aynı referans kalıplarını paylaşabiliyor. Modernliğin yaptığı yaralanmalar o denli şiddetli ki kimse yaşanılan kafa karışıklığının farkına varamıyor. Banka meselesinden sanat edebiyata kadar her şeyde müthiş bir karmaşa hakim. Modernliğe karşı aldığımız tavırlar da ya ifrat ya tefrit. Meselenin aslı gözden kaçırılıyor sürekli. Birçok tasarı şekilde kalıyor. Moda rüzgârları ve güncelin ayak kaydıran zemini hepimizi sarsıyor, bağlamımızdan koparıyor. Tabi buna siyasetteki bulanıklığı da eklemek gerek. Modern dünya büyük anlatılarını yitirdikten bu yana, sanki biz de yitirdik bazı söylemlerimizi. Oysa Kur’an bizi hep büyük eylemlere çağırır. Kendisi küçük olsa bile sonuçları itibariyle çok büyük eylemlerdir bunlar.
Bir diğer nakisa da birbirimizle olan ilişkilerimizdeki gayri sahihlik. En çok yarayı da buradan alıyoruz galiba: kardeşlik duygusundaki deformasyon. Hepimiz takiyye yapıyoruz birbirimize. Ahlakımızda iç acıtıcı bir eziklik var. Dürüstlük yok mesela. Duyarsızlık had safhada. Bütün bunları toplarsanız, Kur’an’la irtibatımızdaki zayıflık kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla olması gereken yerde değil Kur’an’ın belirleyici konumu, hem kanonik hem de işleyiş düzleminde.
Edebiyat, edebiyatçılar ve Kur’an denilince doğal olarak zihnimize Şuara suresi geliyor. Çokça konuşulup tartışıldı. Şuara suresinin günümüz yazın erlerine, edebiyatçılarına, onların söz-davranış-düşünüşlerine hangi anlamları muhtevi kılıyor? Ne söyler biz edebiyatçılara Şuara suresi?
Kısaca her vadide, yani önümüze çıkan her yolda şaşkınca yürümemeliyiz. Sadece bizler için belirlenmiş yerlerde yürümemiz gerekir. Böylece kaybolma riskini azaltabiliriz. Kuran-ı Kerim yapma demiyor, yaklaşma diyor. Hani güzel bir türkümüz var, ‘gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar’. O dağlara gidersen, senin olmayan yerlerde gezersen, avlanırsın. Uyanıklık gerekiyor. Hayallerin dünyasında değil gerçeğin dünyasında yaşamalıyız, ayaklarımız yere basmalı. Yaptıklarımızda bir sahihlik olmalı. Sanatımız hakikatten beslenmeli. Söylediklerimizle yaptıklarımız arasında uçurum olmamalı. Yazdıklarımız tavırlarımızla örtüşmeli, çünkü yazdıklarımız ilk önce bizi bağlar. Edebiyat edeptir. Ben bunu böyle anlıyorum. Şimdi şöyle bir algı var insanlarda: şairleri ve yazarları uzaktan seveceksin, yaklaştıkça nefret edersin. Bu bir Müslüman sanatçı için acı verici bir durum olmalı. Sen benim asıl yazdıklarıma bak diyor sanatçılar, fakat böyle olmuyor. İnsanlar sizi yaptıklarınızla yargılıyorlar. Ziya Paşa’nın söylediği gibi, bin türlü teseyyüp bulunuyor hanelerde; ama dünyaya nizamat vermeye devam. Tabi burada beslenme kaynaklarımızla da ilgili sıkıntılar var. Sadece Batı kaynaklı bir okumadan söz ediyorum. Aslında şiirin muhtemel yanılgılarından da koruyor bizi Şuara suresi. İman edip iyi işler yapmak, iyi şeyler yazmak, Allah’ı çok anmak, öcümüzün ve davamızın peşinde olmak. Aslında her şey çok açık: Şiirle ilgili değil olumsuzluk, şairin yanlış tutumuyla ilgili. Daha birçok meselede olduğu gibi…
Sürekli ve yazarak yaşanası bir dünya özlemi içinde bulunan bir edebiyatçının hayatının biçimlenişinde ilke ve edim bazında Kur’an’ı Kerim’in işlevi, hususiyetleri öz olarak nedir?
Sürekli hakikatin peşinde olmak. Adaleti yüceltmek. Yüceliği kovalamak. İnsan haysiyetine sahip çıkmak. Sömürünün her türüne karşı olmak. Yani emrolunduğu gibi ‘dosdoğru olmak’. Net bir hayat yaşamak. Gibi yok, mışçasına yok, kişiliksizlik, kimliksizlik yok. Edebi ahlakı her şeyin üstünde tutmak, buna çok ihtiyacımız var. Hani biraz klişeye kaçacak ama adam gibi bir adamlık diyorum.
Sürekli bir koşuşturmacanın içinde çırpındığımız gündelik hayatımızda Kur’an’ı Kerim’i sıklıkla okuyor muyuz, okuyorsak daha çok hangi zamanlarda Kur’an’a vakit ayırıyoruz, Kur’an’la aşinalığımız ne derecede?
Zaman zaman aksatsam da yeni ve orijinal bulduğum mealleri mutlaka okumaya çalışırım. Özel bir vakit ayırmıyorum, onun beni çağırması lazım. Ruhen hazır olduğum zaman. Oysa her güne onla başlamak lazım, aslıyla ve mealiyle.
Peygamberimiz (sav), ‘Beni Hud suresi ihtiyarlattı’ der, bir hadisinde. Bizim yanılgan, beşeri varlığımızın özünü, mahiyetini, kimyasını dönüşüme uğratacak bir ayet veya sure adı söylemeniz mümkün mü? Sizi etkileyen, hayatınızın dönüm noktası diyebileceğiniz bir ayet veya sure adı söyler misiniz?
Mekki ayetler beni daha çok kendine çeker. Hayat gerçekliğini en keskin şekilde önüme koyan ayetlerden daha çok etkilenirim. Mesela Fatır, Mülk, Yasin sureleri gibi. Ayrıca ahlakın sürekli vurgulanması ve rabbimizin o sonsuz merhameti ne kadar etkileyici. Ben şuna inanıyorum: iyi bir meal olmak kaydıyla, en inatçı adam bile ön yargısız okursa, Kur’an’dan mutlaka etkilenir. Çünkü öyle ayetler var ki, insanı iliklerine kadar sarsıyor. Çok üst perdeden konuşuyor Kur’an: fe eyne tezhebun gibi. Summun bukmun umyun fehüm la yerciun gibi. Vallahu yağfiruzzunebe cemia gibi. Keskin. Uyarıcı. Yakıcı. Yumuşatıcı.
İfadelendirmek isteseniz Kur’an’da anlatılan hepimizin bildiği Yusuf ile Züleyha kıssası hakkında hikmet ve anlam açısından ne söylersiniz?
İnsan olarak zaaflarımızdan kaçamıyoruz. Kimsenin senin şu zaafların var diye bir diğerine üstünlük kurması mümkün değil. Hepimiz zaaflarımızla malulüz. İnsan olmak bir zayıflığı da bünyesinde taşıyor. Hani Züleyha’yı eleştiriyorlardı ya…Sonra ne oldu? Yani insanlar kınadıkları şeyi mutlaka yaşıyorlar. Hakkın adaleti böyle. Tabi ki diğer bir yön de, kadın ve erkek, birbirini çeken iki cazibe merkezi. İki yarım elma. Dünyanın üzerinde durduğu sır bu. Ve Yusuf’un ahlakı. Dünyayı yitirmek ama ahlakımızı diri tutmak. Bizim hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır oluyor bazen. İnsan acele karar vermemeli. Hele ölümü görmeden son kararı vermemek gerekir. Bir de rüyaların dilini bilmek, o zaman şiir yazmaya gerek kalır mıydı?
Edebiyatçı kimliğini haiz bir yazar, edebi eserinin mayasını, özünü, mahiyetini Kur’an’ın hangi yönüyle yoğurur, sanatının malzemesini çatarken Kur’an’da yer alan hangi kavramları esas alır?
Başta biz Müslüman olarak Hıristiyanlar gibi günahkâr(!) doğmuyoruz. Böyle bir inancımız yok yani. Dünyaya gönderiliyoruz bir vazifelendirme var. İş buradan başlıyor. Bir beşer olarak doğuyoruz ve insanlığa doğru yorucu bir yolculuğa çıkıyoruz. Kısaca insanlık bu dünyada aldığımız bir paye. Kısa bir dünya hayatımız var. Bir gölgelik. Ama sonuçları itibariyle çok önemli bir yer burası. Sonsuzluğu burada dokuyoruz. Eylemlerimizin sonuçlarından sorumluyuz. Bir kuluz. Dolayısıyla yazarken yazdıklarımızın bizi bağladığını hesap ederek yazmalıyız. Yarın insanlara niçin yazar olup olmadıkları sorulmaz; ama yazarlara ne yazıp ne yazmadıkları mutlaka sorulur. Tefekkür ve tecessüsü canlı tutmalı, dünyaya gönderiliş sebebimizi hatırdan çıkarmamalıyız. Temel kavram hikmetle bakabilecek bir inceliği edinmek gibi geliyor bana: ‘ana perspektif’
Kur’an bir edebiyat değil hayat kitabı öncelikle. İşin teknik tarafı bir yana bir çoğumuzun yaşantı-tecrübe veya ilim-amel ya da söz-düşünce-davranış bütünlüğünü kurma noktasında temel zaaflarımız var. İslam dünyasının bugünkü siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel durumunu göz önünde bulundurduğunuzda biz edebiyatçılar meselenin daha çok ‘edebiyat yapma’ yerinde mi takılı kalıyoruz, edebi tekniklerin hayatla olan bağsızlığını, kopukluğunu düşünürsek inanç-eylem birlikteliğinde yaşadığımız sorunlar edebiyatın sadece ‘edebiyat’ için yapıldığı anlamına gelmiyor mu? Tamamen dünyevi bir uğraş mıdır edebiyat? Edebiyatçının manevi tekamülünde hiç mi katkısı yok? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
‘Edebiyat niçin’ sorusu dün olduğu kadar bugün de bizi uğraştırıyor. Tabi burada Türkiye’deki edebiyatçıların özellikle de şairlerin öncü kimliğine dair bir parantez açmak lazım. Tanzimat’tan bu yana şairler öncü kabul edilmişler ülkemizde. Bir fikri önce şairler dile getirmişler. Sonra toplumsal zeminde makes bulmuştur o fikir. Burada bazı nakisalar da var. Şairler hey şeyden önce âlim değil. Yaşantılarında mutlaka problemler, çatlaklar var; bazı uyumsuzlukları taşıyorlar her şeyden önce. İş bazen retorik olarak kalabiliyor. Bütün bunlar bugün de geçerli. İslamcı olduğunu söyleyen birçoğumuzda, izah etmekte zorlandığımız yanlış tutumlar gözlemlenebiliyor. Bir zaman söylediklerinin tam tersini dile getirebiliyorlar. Bir dönüşümden değil bir tenakuzdan söz ediyorum, yoksa insanın görüşünde mutlaka değişme olur. Ortada bir marazilik var. Diğer yandan edebiyatın bir söz sanatı olduğunu da unutmamak lazım. Edebiyatın doğasında bir artistlik vardır, sözle oynama vardır, fakat bunlar asıl değil usule ait şeylerdir. Aslolan sanatçının nerede ve nasıl durduğudur. Ne söylediğidir. Dünyaya nereden baktığıdır. Aslında her şey bir bakış meselesi. Etik estetiğin bir şubesidir demiş, A. Gide. Güzel bakmayı biliyorsak neye, nereden bakmamız gerektiği konusunda da bir fikrimiz oluşur zaten. Edebiyat müthiş bir eğitmendir bu yönden, bir içe açılmadır. Bir tetikte olma halidir. Dikkattir. Gözlemdir. Nöbettir. Siperde olma halidir. Bu yönüyle bizi hakikate yaklaştırır. Hakikati anlamamızı kolaylaştır. Bir tür katharsis sağlar. O bize hakikati anlatan güzel bir yalandır.
Katkılarınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Mustafa Celep sordu
Selamün AleykümBen Mustafa Abiyle üniversite yıllarında aynı evi paylaşma şerefine nail olmuş bir öğretmenim. Kendisi o yıllarda da şu andaki çizgisinden pek farklı bir yerde değildi. Beslendiği kaynakları gayet iyi bilirim. Sanat dünyamızda kendisi gibi insanların varlığı çok sevindirici ama yeterli değil. Allah sayılarını artırsın. Biz müslümanlara da imanının gereklerini en üst seviyede yerine getirmeyi nasip eylesin. Değilse sonumuz hüsran vesselam.