Edebiyat Dergisi çıkarmak her yönden oldukça külfetli bir iş. Şiir yazıp yayınlamak dururken dergi yönetmek niye?
Dergi çıkarmanın güç yanları var elbet ama güzel yanları da var. Bir kere derginin her sayısı, yayın yönetmeninin bir eseri gibidir. Ben böyle düşünürüm. Biçim verir, tercihte bulunur ve müdahale eder. Görünür bir müdahale değil bu, ama dergiye renk veren şeydir. Her derginin bir rengi, bir ahengi, bir mizacı vardır. Bunların toplamına ‘duruş’ deniyor.
![]() |
(+) |
Edebiyatçının, yazarın, şairin en temel özelliği bir ‘duruş’a sahip olabilmesi ve onu koruyabilmesidir. Çoğu insan ve çoğu dergi bir duruşa sahip olamadıkları için kaybolup giderler. Bir dergi ne kadar diri, müdahil ve öneren bir tavır içerisindeyse o kadar etkili bir duruşu olur. Edebiyat Ortamı’nın etkili bir duruşu olduğunu sanıyorum. Daha da olacak.
Edebiyat dergilerinde şöyle bir şey var: A dergisinin şairleri var ve onlar A dergisine göre en iyi şairler, başka şair yok nerdeyse, Türk şiirinin yükünü onlar omuzlamışlar… B dergisinde de başka şairler var. Onlar için de durum kendi kümelerinde öyle… Edebiyat Ortamı’nda nasıl? Mustafa Aydoğan nasıl bakıyor bu işe?
Her derginin kendi şairleri olduğunu mu düşünüyorsunuz gerçekten? Keşke olsa. Keşke böyle olsa. Bu konuda epey eleştiri yaptım. Şiir yıllığında da değindim buna. Böyle olmadığı için. Her şair her dergide yazabildiği için. Bu bir kötülüktür. Ve bu kötülük öyle yaygın ki. Öyle şairler var ki kendi çıkardığı bir dergi olmasına rağmen başka dergilerde de çok sayıda şiir yayınlamaktan çekinmiyor. Hatta bunu marifet zannediyor. Yani kötülük artarak devam ediyor. Keşke her derginin şairleri olsa. Ve onlar Türk şiirinin yükünü omuzlarında taşıdıklarını düşünseler! Yok böyle bir şey.
Edebiyat Ortamı’nda biz bunu sağlamaya çalışıyoruz. Kendi şairlerini oluşturmuş ve Türk şiirinin yükünü omuzlarında hisseden bir ortam hayal ediyoruz. Ama bu güç bir şey. Zaman istiyor, emek istiyor ve müthiş bir dikkat istiyor. Tabii, başkalarını inkâr ederek var olacaklarını düşünen bazı insanlar da var. Sizi anladığımı sanıyorum. Lakin bunları pek ciddiye almamak lazım. Bu noktadan hareket ederek bir yere varılamaz çünkü.
Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı’nda Ücra, Heves, Karagöz, Fayrap ve Karayazı dergilerini yılın en canlı edebiyat dergileri olarak niteliyorsunuz. Canlılıktan kastınız nedir?
Bunu sizden önce de soranlar oldu. Birçok defa soruldu. Sanırım sözüm kastımı aştı. ‘Canlılık’ kelimesinin tek anlamı, ‘nitelik’ anlamı anlaşıldı daha çok. Oysa buradaki kasıt niteliğe ilişkin olmaktan çok, göz önünde bulunmaya ve hareketliliğe ilişkindir. Tabii niteliği işaret eden bir yanı da var. Benim ‘canlılıktan’ kastım daha çok hareketliliğe ilişkindi. Ben dergileri ikiye ayırıyorum: bir ‘canlı’ dediğim bu tür dergiler var, bir de ‘merkez’ dergiler vardır. Mesela Edebiyat Ortamı ‘merkez dergi’ olmayı hedeflemiş bir dergidir.
Harekette bereket vardır, denir. Hareketli olanları seviyorum. Bu tür hareketliliklerin sonunda ne çıkar? İşte bunu kestirmek güç. Yine de sonucu beklemek lazım. Ben bu dergileri ilgiyle izliyorum. Lakin zaman zaman bazı sayılarını kaçırdıklarım oluyor. Çok sayıda dergiyi izlemek gerçekten farklı bir dikkat ve masraf gerektiriyor. Allahtan bazı dergiler adresimize doğrudan gönderiliyor da onları kaçırma tehlikesinden kurtuluyoruz.
Size bir fıkra anlatayım: Yaşlı bir Ermeni kadın balık alacakmış. Balıkçıya soruyor, ‘bunlar taze mi’ diye. Balıklar suyun içinde yüzüyorlar. Balıkçı da, ‘balıklar canlı abla’ diyor. Kadın tekrar soruyor aynı soruyu. Balıkçı aynı cevabı veriyor. Soru-cevap, soru-cevap karşılıklı sürerken balıkçı sinirlenerek, ‘teyze, canlı dedik ya niye sorup duruyorsun’ deyince kadın da şöyle karşılık veriyor: ‘Evladım ben de canlıyım ama taze değilim.” Umarım bu dergiler hem canlı hem de taze olmayı başarırlar.
Edebiyat Ortamı’nda da şöyle bir canlılık/hareketlilik söz konusu: Şiir yıllığı, şiir yarışmaları vesair. Böyle somut programlar filan…
Edebiyat, hayattır. Ne demek bu? Harekete geçirmektir, onore etmektir, eleştirmektir, iyiye iyi kötüye kötü diyebilmektir. Aksi takdirde kansız, sönük bir fotoğraf kalır geriye. Yazmak kadar, yazanı görmek, onu işaret etmek de önemlidir. İyi iş yapanı görmek, ona bravo demek herkesten önce bizim görevimiz. Şöyle çok önemli bir söz vardır: ‘İnsan takdir gördüğü tarafından gelişir.” Ya da ‘Marifet iltifata tabidir’. Ben bunlara inanıyorum.
Çoktandır, yıllardır düşündüğüm işlerdi yıllık çıkarmak, şiir ödülü tesis etmek. Nihayet şimdi nasip oldu. Daha bunlar ne ki! Ben milyon dolarlık ödüller verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dünyadaki zulüm çarkını dize getirmenin bir yoludur bu. Yani, hakkı tesis etmenin, kötülüğe dur demenin. Dünyaya üslup vermediğiniz sürece, dünya size üslup verir. Bu yaptığımız küçücük işlerin temelinde aslında bu büyük düşünceler ve idealler var.
Ben bir ideal adamıyım. Yazmak için yazmam, yazamam. Benim dünyaya karşı bir sorumluluğum vardır. Bunu yerine getirmeye çalışıyorum. Daha önce de söyledim, ‘ödül vermek önermektir’; ‘ödül, bir saygı duyma biçimidir.’ Bizim insanımız ödül vermeyi öğrenmeli. Ödüllendirmeyi öğrenmeli. Takdir etmek aslında basit bir eylemdir ama çok diriltici, çok sağaltıcı, çok moral verici bir sonucu vardır. Moral, yeteneği ve ‘marifet’i kışkırtır.
Server Vakfı’yla bir dirsek temasınız var. Nedir bu ilişki?
Derginin parasal sorumluluğunu üstleniyorlar. Özellikle Mehmet Ali Bulut. Bunun şu ana kadar bir zararını görmedik. Umarım bizi zorlayıcı bir durumla karşılaşmayız. Her şeyin temeli samimiyettir. İşin içine başka hesaplar girmediği sürece bir sorun olmaz. Tabii, derginin de gelirleri var. Satış geliri var, reklam geliri var. Bunlar önemli oranda karşılıyor zaten giderleri.
Bu yıl yayınladığınız şiir yıllığı 2010 şiir yıllığı olarak görülüyor, Yapı Kredi ise 2009 olarak… Bir karar versek… 2009 olması gerekmiyor mu? Nihayetinde 2009 yılının bir çetelesi o çalışma…
Bu, nasıl bir tercihte bulunduğunuzla ilgilidir. Önemli bir sorun değil aslında. Biz 2010 dedik. Yıllar önce yayınlanan Varlık Yıllıkları da sanırım bizim gibi tarih koyuyorlardı. Şimdi çıkanların bir kısmı da 2010 demiş. Her ikisi de olabilir. Bence 2010 daha doğru. İçeriğe bakarak değil de yayınlandığı yıla bakarak tarih vermek daha doğru sanki.
![]() |
(+) |
Şiir yıllığı çıkarmanın kendi başına bir değeri var, diyorsunuz. Nedir o değer?
Hayır, öyle demiyorum. Şöyle diyorum: Kendi başına değeri ve karşılığı tartışılabilir. Yıllıklar enikonu bir seçkidir. Ama bu seçki bir öneri, bir beğeni biçimi, bir bakış tarzı, bir üslup, bir yorum olarak da görev görüyor. Çıkmasalar n’olur? Soru bu.
Yıllık, çıkaran kişi için başlı başına bir eser sayılmaz. Zahmeti var ama insafsızca ve saygısızca yapılan eleştiriler dışında bir ‘ödül’ü yok. Ne var ki, bugüne değin çıkarılmış ve çıkarılmakta olan yıllıkların çoğunda ‘dışarıda’ bırakılmak kastı ile göz ardı edilen şiirler, şairler ve anlayış biçimleri oldu. Bu büyük bir haksızlıktı. Bir şairin başta gelen görevlerinden biri haksızlığa karşı çıkmaktır. Benim yaptığım esas itibariyle bu.
Bir yerde haksızlığın olduğunu bilmek çok huzursuz edici bir şeydir. Yanlışlığı, anlayış farklılığını, ahlakî gerekçeleri, vs. anlarım. Ama haksızlık acıklı bir şeydir. Haksızlığı yapan açısından daha da acıklıdır.
Birçok şiir yıllığı gibi sizin hazırladığınız şiir yıllığı da çok tartışıldı, tartışılıyor… Bunun üzerine siz de “şiirleri seçerken elle tutulur bir yöntem kullanmadığınızı” söyleyerek yangına körükle gitmiş olmuyor musunuz?
Bir eylemi saygıdeğer yapan şeylerin başında samimiyet gelir. Samimiyetin bir anlamı da bir şeyi kendi mümkün sınırları içerisinde kabul ve ifade etmektir. Şimdi, bir şiiri iyi ya da kötü kılan genelgeçer, kamuoyu tarafından kabul edilmiş hangi ilkeler ya da ölçütler var? Var mı böyle bir şey? Yok. Ama aklın kabul edebilir sınırları vardır. Bu sınırı da ancak birikim ve vicdan sahibi olanlar kestirebilir. Yarası olanın acısını anlarım ama saygısızlığı kabul edemem.
Ben gerçeği samimi bir şekilde söyledim. Beğeni yüksekliği ve birikim ve tercihte samimi olmak. Bunlara sahip olduğumu az çok kabul etmesi gerekir bu yıllığı okuyanların. Eğer kabul etmiyorsa elimden bir şey gelmez. Bunu önsözde de yazdım. Bu yıllık enikonu benim beğenimi yansıtır. Tek ölçü değildir ama önemsiz de değildir.
Maraş’lı olmakla şair olmak arasında tatlı bir ilinti var. Maraş’lı bir şair olarak sizin bu konuda söyleyeceklerinizi merak ediyorum...
Kızıma bir gün hocalarından biri nereli olduğunu sormuş sınıfta. O da doğal olarak Maraş’lı olduğunu söylemiş. Hocasının ikinci sorusu şu olmuş birdenbire: “Senin baban da şair mi?”
Tabii hoca ne beni tanıyor ne de kızımı. Yani, Maraşlı olmakla şair olmak arasında doğrudan bağ kuruyor insanımızın zihni. Bu en az elli yıldır böyle. İlginç ama anlaşılır buluyorum bu tepkileri. ‘İslamcı’ edebiyatın kaynağı ve ivmesi Maraş olmuştur. Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alâeddin Özdenören vs. Bu isimler atlanarak yakın dönem Türk şiiri ve edebiyatı izah edilebilir mi?
Öte yandan mekân da önemlidir. Bir şeyin ne olduğunun yanında nerede olduğu hususu da önem taşır. Vakıanın kendisi kadar geçtiği/gerçekleştiği mekân da önemlidir. Dolayısıyla, Maraş’ın bir mekân olarak yakın dönem Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğu kanaatindeyim. Bunu bir kaderin tezahürü olarak anlamak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin kaderi ile Maraş’ın kaderi bu noktada birbirini açar ve açıklar.
Şu anki halet-i ruhiyenizi bir mısrayla özetleyin desem…
Ha demeye bir şey yazamam ki ben. Zor yazan biriyim zaten. Hem zor yazarım hem de yazdığım şiir üzerinde aylarca, bazen de yıllarca çalışırım. Sonuçta da ortaya Cuma yumurtası kadar kitaplar çıktı zaten. Üç tane, ince ince. Bu nedenle inceliği severim.
Yazmakta olduğum bir şiirden küçük bir bölüm yazayım, siz de bunu kabul edin lütfen.
Ruhun da cam kenarı var
Dinç olan açar
Yorgun olan çeker perdeleri
Hiç fark etmez uzak ya da yakın
Her yol ölümden az öncesi
Abdüssamed Bilgili, söyleşilere aralıksız devam ediyor
iyi de sözkonusu yıllıkta yanılmıyorsam 12 tane edebiyat ortamı'nda yayımlanmış şiir var. bir o kadar da "dirsek temasında" oldukları isim mevcut. bu aşikar. çok güzel çetele(şme)ler bunlar.