Eş, anne, öğrenmeye meraklı ve mesleğini severek yapan bir psikolog olmanın yanında Neslihan Arıcı Özcan kimdir desek nasıl cevap verirdiniz hocam bize?
Ben Neslihan olmayı severim. Statü ya da rollerden ziyade Neslihan’ı tanımak için yola çıkıyorum esasında. Neslihan hevesli, meraklı, biraz telaşlı biraz azimli ve üretmeyi seven bir kişi diyebilirim.
Psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümünü çok isteyerek seçmişsiniz. Bu bölümde umduklarınızı bulabildiniz mi? Ya da bölüme başlamadan önceki hedeflerinizde süreç içerisinde değişiklikler oldu mu?
Esasında zorlu bir yaşantıdan dolayı bu bölüme yöneldim. 28 Şubat dönemiydi ve Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde okuyordum. Lise birinci sınıftayken 28 Şubat süreci başlamıştı ve lise ikide sınıfta kaldığım için okul değiştirmek zorunda kaldım. Bu travmatik yaşantıdan kaynaklı terapötik bir sürece başladım. O terapötik süreçte psikolojiye yöneldim; o dönemki hocam da terapistim de beni psikolojik danışmanlığa yönlendirdi. Uzman yönlendirmesi de etkili oldu ama daha çok travmatik yaşantının etkisiyle tercih ettiğim bir alandı. Sonra da hep travmatik yaşantılarla çalıştım.
Yani yola çıkarken başladığınızla yola devam ettiren süreç aynı oldu.
Evet, takıldığımda bir şekilde çıkmamı sağlayan kişiler, kaynaklar sayesinde önce kendime ama en çok da başkalarına kaynak olabilmek için çıktığım bir yol. Her psikoloji ve PDR öğrencisinin çıktığı hat. Ama tabii idealist bir taraf da vardı. Kendimden öte başkalarına da yardım eden bir ilişkide olmak... Sosyal bir kişiyim, deneyimim dışında kişiliğime de uyan bir meslek.
Neslihan Hocam bu sayımızın konusu, “Yola Çık”. Biliyoruz ki yolu ve yolcuyu tanımak her zaman kıymetli. Kendi hayat yolculuğumuzda bizlerin temel olarak bilmesi gerekenler nelerdir?
Olayları çok kişiselleştirmemek... Her ne kadar terapiye de gitsem yaşanılan zorluğu çok kişiselleştirmedim. Başıma gelen birçok zorluğu kişisel olarak algılasam dahi takılmadım. Haksızlıklara, engellemelere takılmadan yolda yürümeye devam ettim. Bununla beraber pes etmemek diyebilirim. Olayla kendini ayrıştırmak ve niyetini sağlam tutup pes etmemek...
Peki, mesela bir yolculukta olduğunun farkında olmayan insanları nasıl harekete geçirebiliriz? Hayat bir yolculuk diyoruz ama bazı insanlar sanki bu yolculuğa çıkmak yerine duraklarda kalabiliyorlar.
İnsanları harekete geçirecek şey heves, merak ve niyet. İnsanın kapasitesi, yeteneği olabilir ama isteği ve çabası yoksa harekete geçirmek kolay olmayacaktır. O yüzden heveslendirmek, meraklandırmak gerekir. Bu esasında temel bir duygu ve o duyguyu canlandırmak bizim terapide de yaptığımız şeydir. Kişinin kendisine, yaşamına, evrene, dünyaya olan bir merakını uyandırmak. Ben, merak varsa (psikolojik) sağlık var, derim. Terapide de kişinin kendine ya da çevresine karşı merakı açılmaya başladığında, “Siz terapiyi sonlandırabilirsiniz, artık o yoldasınız. Artık kendinize daha rahat eşlik edebilirsiniz ama bu merakı kaybetmeyin.” diyorum. Merak önemli bir şey.
Yapılması gereken daha temelden bir şey diyebilir miyiz?
Evet. Merak sadece bir yere kadar işler, sonrasında da kişiyi o çabada tutmak gerekir. Merak ettiğim şeyi işleve dökebilmek için gayretim ve çabam olması gerekli, eylem gerekli. Yani o merakın yönelmesi, enerjinin yönlenmesi gerekli. Onun için de küçücük bir yeterlilik o merakının devam etmesini sağlıyor diyebilirim.
Hayat yolculuğunda kimi zaman başımıza istemediğimiz, zorlayıcı olaylar gelebiliyor. Aslında sizin de PDR yoluna çıkışınızda olduğu gibi. Sekteye uğramadan bu zorlayıcı hatta bazen travmatik diyebileceğimiz olaylarla nasıl başa çıkabiliriz?
Ayrıştırmak önemli, ayrıştırabilmek için de kaynaklarınızın olması gerekli. Ben sosyal biriyim, STK’larda, sosyal ilişkiler ağında o birliği hissederek de büyüdüğümü hissediyorum. Yani yaşadığım olayla başa çıkarken tek değildim. Zorlayıcı olaylarla başa çıkarken içsel ve dışsal kaynaklar önemli. İçsel kaynak niyetinizin, merakınızın ve çabanızın olması. Dışsal kaynak da sosyal desteğinizin olması. Bugün bile görüşmeye başlarken seninle yaptığımız muhabbet yani o sosyal ilişkiyi kurmak, senden haberdar olmak, karşılıklı alışveriş, şu anki röportajı etkiliyor.
Hem içsel hem de dışsal kaynakları eş zamanlı devreye sokabilmek diyebilir miyiz?
Evet, ayrıca bunu yaparken de farkında olmak. Sana neyin iyi geldiğinin, neyin işe yaradığının farkında olmak.
Hayat yolculuğunda bazen gelecek kaygısıyla çok fazla baş başa kalabiliyoruz. Gelecek kaygısıyla başa çıkmada hangi süreçler ya da hangi kaynaklar bize en çok yardımcı olur?
Kaygı yaşamak doğaldır, eğer bir kaygı yaşamıyorsanız anormallik var diyebiliriz. Aynı şekilde gelecek kaygınızın olması da doğal. Ama önemli olan bunun hangi derecede olduğu ve sizin işlevinizi etkileyip etkilemediği. Kendimden örnek vereyim, ben telaşlı biriyim. Telaşlı hâlim bazen de kaygıya neden oluyor. Ama kaygı seviyemi tutan her zaman baştaki niyetimdir. Pes etmem ve kendime hedef koyarım, o yüzden bir ajandam vardır. Ajandama yıllık niyetlerimi yazarım. Gelecek kaygısıyla başa çıkmada en önemli noktalar: Niyete tutunmak, çabalamaya devam etmek ve planlı olmaktır. Kendine hedef koyduğun an, niyetinde de tuttuğun için fırsatlar önüne çıkıyor ve bir şekilde oluyor. Ama hedefin olmadığında zamanı planlayamıyor, merakını da yönlendiremiyorsun. Hedeflerini yazdığında ise bir şekilde senin seçici dikkatinle ve merakını yönlendirmenle isteklerin karşına çıkıyor.
O zaman aslında hedef, bir kere konulur ve biter değil; sürekli kendini değiştiren dönüştüren bir süreç.
Evet. İstediğim şeyi yönlendirebileceğim bir hedef, bir alan, bir kap olması. Nasılki çayı içerken çayı bir bardağa koyuyorum, bir kap. Aynı şekilde merakını da bir kaba koyman, o kapları belirlemen gerekli. Ama bu kap değişebilir. Ben çayı büyük bardakta da küçük bardakta da içebilirim. Ama bir kap gerekli! Kristal bardakta çay içmek istiyorum diyorum ama şu an normal bardakta içiyorum. Ama bir bardakta içiyorum...
Esnek olmak lazım herhâlde değil mi?
Esneklik ve kabul önemli ama bardağa ulaşmak için çalışmalıyız da. O bardağın şekline çok takılmadan bardak olduğunu hatırlatmak... Mesela, hoca olmayı seviyorum, Harvard’da olması güzel olurdu ama yapacak bir şey yok. Belki bir gün giderim, belli olmaz diye düşünebilmek.
Biraz da içinde bulunduğumuz sürece bakacak olursak hiç beklemediğimiz bir anda karantinaya girdik. Bütün dünya bundan etkilendi. Karantina sürecine alışıyorken tekrar normalleşmeye başladık. Pandemiyle olan ilişkimizde yeni dönemde sizce bizleri nasıl bir yolculuk bekliyor?
Organizmanın adaptasyonuna inanan bir varlığım. Allah öyle mucizevi yaratmış ki her yere adapte olabilme gücü var. O adapte olduğunda eğer kaynaklarına odaklıysa yoldaki geçişler bireyleri çok rahatsız etmez, kişi olaylara takılmaz. Ama kaynaklara değil de sorunun kendisine, pandemiye, kısıtlamaya odaklandığında evet, o zaman normalleşme de bir sorun olur. Ama bu normalleşmede bizi aşan bir şey var, sosyalliğimiz. Kaynak olarak da dışsal kaynaklar. Maske kullanımı ile birlikte yüzünüzün olmaması, online üzerinden iletişim kurmak; sosyal etkileşimin azlığından kaynaklı sorunlar çıkabilir. Özellikle sosyal fobi ya da biraz daha narsistik örüntü dediğimiz yani sınırları belirleyeyim derken bencilliğe giden bir hat olabilir. Bunu da yaşayıp göreceğiz. O yüzden kesin bir şey demiyorum. Kaynaklarına odaklanan kişiler bu dönemle de sağlıklı baş etme yöntemleri bulabilirler. Fakat yine de sosyal anlamdaki etkileşim eksikliğinin getirdiği sorunlar hepimizi az da olsa etkileyecek gibi görünüyor. Soruna değil de kaynağa odaklanmak, çözüme odaklanmak her zaman iyi, işlevsel bir hat.
Psikoloji literatüründe Descartes’ten bu yana ruh ve beden ilişkisi tartışılan bir konu. Güncel psikoloji bilimi, ruh ve beden arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyor? Ruhsal sıkıntılarla mücadelede bedeni nereye konumlandırıyor?
Beden artık psikolojide önemli bir yerde. Beden ve zihnin bir bütün olarak çalıştığı söyleniyor. Buna literatürde “Embodiment” deniyor. Amerikan Psikologlar Derneği (APA) de insanı artık bio-psiko-sosyal-spiritüel varlık olarak tanımlıyor. Bu tanımdan da anladığımıza göre bir bütünlük var. O yüzden artık nöropsikolojik çalışmalar oldukça kıymetli. Hatta psikolojiyle tıp bilimi artık oldukça etkileşimli bir şekilde çalışacak gibi gözüküyor. Birçok öğrencime sinir bilimi doktorası yapabilirsiniz böylece alanda biraz farklılaşabilirsiniz diyorum. Çünkü organizma entegrasyon hâlinde bir bütün olarak çalışıyor.
Beden ve ruhu hayat yolculuğunda nasıl hazırlamalıyız? Yolculuğa sağlıklı bir şekilde devam edebilmek için neleri yapmalı ya da neleri yapmamalıyız?
Bu büyük bir soru oldu. Bir kere kişinin kendisinin, yaşadığı duyumların farkında olması lazım. Dikkatimizi duyumlarımıza ve duyumların anlam verilmiş hâli olan duygularımıza yönlendirdiğimizde, onlara eşlik ettiğimizde duygu bedenen ne yapmak istediğine karar verir, akıp gider, enerji kalmaz. Kalmayan enerjiyi de beyin işlemez. Burada en önemli şey; kişinin kendi dikkatini kendi duyumuna ve duygusuna yönlendirip eşlik etmesidir ve bunu yaparken de şefkatli davranmasıdır. Bu şu demek, bazen olumsuz duygular yaşayabiliriz haset veya kıskançlık gibi. “Ben bunu nasıl hissederim” demek yerine bu kıskançlığa eşlik etmek ve anlamak. Duyguyu dinledikten sonra zaten sizle kalmıyor ve dönüşüyorsunuz. Özet olarak kişinin kendi bedensel ve duygusal dünyasına eşlik etmesi, otomatik olarak düşünceleri, davranışları, ruhu ve kendisiyle kurduğu ilişkiyi belirliyor diyebilirim. Hatta Allah’la kurduğu ilişkiyi dahi belirliyor. Çünkü bedenin ve duyumların ne kadar mucizevi olduğunu, nasıl bir işletim sisteminin olduğunu görünce “Vay!” diyorsun. O yüzden Allah’la ilişkin bile değişiyor.
Bedenimize ve ruhumuza o kadar uzağız ki ne olup ne bittiğinin hiç farkında değiliz. Dediğiniz gibi sistemi biraz anlamaya başladığımız zaman mucizeviliğini fark edebiliyoruz. Aksi takdirde sanki her şey olması gerektiğiymiş gibi gelebiliyor ve şükrü de kaybedebiliyoruz.
Evet, önce zihni o hiyerarşiye yönlendirmek gerekli. Ama dikkatimizi düşüncelerimize, bedene ve duyuma yönlendirdiğimizde daha hiyerarşik düzende çalışıyor. Ama zihinle bedene hükmedemezsiniz. Bedenin kendi dilini, duygunun kendi dilini, zihnin kendi dilini keşfetmeniz lazım. Bunu keşfederken de ilk önce bedenle başlıyoruz. Aborjinler bir yere çok hızlı gittiklerinde durup beklerlermiş... “Bedenimiz zihnimizden hızlı geldi, zihnimizin gelmesini bekliyoruz.” diyerek. Bazılarının zihinleri bedenlerinden çok hızlı gidiyor. Diyorum ki bedeniniz olaya yetişemiyor. Bu olayı yaşaması, hazmetmesi için bedeninize biraz izin verelim. Yediğinizi bile dört saatte hazmediyorsunuz. Sistemin eş güdümlü gitmesi için dikkatimizi ilk başlayan yere yönlendirmemiz gerekir. Anne rahmine düşemeden önce kuantum mekaniğinde, tanecik boyutundayız. Bunu artık bilim de kanıtlıyor. Ruh olarak varız, taneciğiz ve anne rahmine düşüyoruz, bir cisim alıyoruz. Elektromanyetik alana giriyoruz. Bu alana girdiysek, kendi bedenimizi tanımamız ve bunun hiyerarşisine uymamız lazım. Yani bu kadar basit.
Bazı düşünürler, mutluluk ve mücadeleyi eş değer kavramlar olarak görüyor. Bu çıkarıma göre insan ne kadar mücadele ederse o kadar mutlu olur diyebilir miyiz?
İnsanın doğası, uğraş üzerine kurulu. Ama bu uğraşın hep savaşma modunda olmaması gerekli. Çabayla mücadeleyi karıştırmamak gerek. Özellikle travmatik olay yaşayan ve savaşmayı öğrenen mücadeleci tipler, günlük yaşantıda da bu savaşmayı bekleyebiliyorlar. Günlük yaşantıda da psikolojik dayanıklılıkta kalmaya çalışabiliyorlar. Bunu karıştırmamak lazım! Bazen ben bile yaşantının getirdiği yolculukta savaşma hâliyle çabalama hâlini, çabayla mücadeleyi karıştırıyorum. Mücadele savaşta, travmatik bir yaşantıda verilir. Çaba ise her zaman olması gereken bir şey. Hareket, berekettir.
Enerjiniz düştüğü zamanlarda kendinizi nasıl motive edersiniz?
İlk önce duyguma erişmeye çalışırım. Genellikle ben duygumu yazarım. Şiirle veya yazıyla. Kur’an-ı Kerim okurum. Müzik dinlerim. Ama en çok da yazarım. Özellikle son on yıldır, paylaşmadığım, kendime ait bir sürü şiirim oldu. İletişim kurmak için rahatsız olduğum, sorun yaşadığım kişiye o şiiri gönderirim. Ona bir şeyler göstermek, anlamasını beklemek için değil de duygumu ifade etmek için... Yürürüm, müzik dinlerim, dua ederim ama en çok yazmak diyebilirim.
Çok gezen mi bilir sizce, çok okuyan mı?
Her ikisi de. Hatta şu anki hedeflerime de yazdım; çok gezmek, çok yazmak, çok okumak.
Çocukluktan beri tadı damağınızda kalan bir lezzet?
Annemin yemekleri.
En çok sevdiğiniz şehir?
St. Petersburg, kendimi çok özgür hissetmiştim.
Ruhunuzu yansıttığını düşündüğünüz bir renk var mı?
Yeşil.
Gençlerin size en çok sorduğu üç konu?
İlişkiler, özellikle partner ilişkileri, kariyer ve bir de nasıl daha çok para kazanabiliriz.
Fırsatınız olsa psikoloji tarihinden kiminle arkadaş olmak isterdiniz?
William James.
En sevdiğiniz sinema filmi?
Dedemin İnsanları beni hâlâ etkiler.
Peki, dinlemekten çok zevk aldığınız müzik?
Yann Tiersen ve Pinhani diyebilirim.
Sizi düşünsel olarak geliştiren bir aktivite?
Beyin fırtınası yapabilmek
Sizi kendine hayran bırakan bir sanat eseri var mı?
Hermitage Müzesi
Hayatınızda en çok etkisi olduğunu düşündüğünüz hanımlar kimlerdir?
Annem, üç kuşak öncedeki Edibe Nine, bir de Hande Sert Hocam.
Okumayı en çok sevdiğiniz sure?
Cuma Suresi.
Zaman ayırdığınız ve bizi kabul ettiğiniz için dergideki diğer arkadaşlarım adına da teşekkür ediyorum hocam...
Ben teşekkür ediyorum. Hiç beklemediğim sorular da geldi, bu bağlamda benim için öğretici oldu diyebiliriz. Umarım siz de keyif almışsınızdır. Kadın hattında gençlerin böyle güzel çalışmalar yapması beni de çok heveslendirdi, mutlu etti açıkçası. Gurur duydum. Yolunuz açık olsun. Su gibi aksın.
Hüma Dergisi, Sayı: 11
Merhabalar,ben Neslihan hanımla tanışmam çok sevdiğim bir kardeşimin sayedinde oldu iyiki tanımışım ben çok psikoloğla tanıştım ama gerçekten ben Neslihan hanım gibisi tanımadım işinde çok başarılı size nereden yardımcı olmasını size neyin iyi geleceğinizi sizin içindeki gücü değeri ortaya çıkararak sizi yeniden tanımanızı sağlıyor tan bir nokta atışı diyebilirim,çok teşekkür ederim herşey için Allah razı olsun her zaman görüşeceğiz inşAllah nd kadar tezimi almışsan da sizi çok sevdim,yolunuz açık olsun bana psikolojiği de sevdiren kişisiniz herşeyin psikoloğiyle etkisi olduğunu da iyi biliyorum iyiki sizi tanıdım çok çok sevgiler