Ali Hani, Ürdün'de, daha çok verdiği Arapça ve tefsir dersleri ile tanınan bir âlim. Verdiği dersler kadar, hali ve amelleriyle de öğrencileri etkileyen Ali Hani, yoğun dersleri ve ilim aşkı ile, Kur'an aşkı ile biliniyor ve seviliyor. Çocukluğundan itibaren mümbit bir ortamda büyüyen, yüksek lisans eğitimini bırakarak Yemen'e giden ve burada klasik ilimileri tahsil eden Ali Hani, aynı zamanda 10 ayrı kıraatten icazet sahibi.
Halen Amman'da ikamet eden Ali Hani, evinde nahiv, tefsir ve kıraat dersleri vermektedir. Aynı zamanda www.seekersguidance.com isimli internet sitesinin de Arapça dersleri koordinatörlüğünü yapmaktadır.
Ali Hani ile kendi ilim hayatı çerçevesinde, Yemen ve Ürdün'de istifade ettiği hocalardan okuduğu kitaplara ve eğitim düşüncesine kadar çok farklı konulara değindiği bu röportajı sizlerin de ilgisine ve istifadesine sunuyoruz.
Hocam evvela sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İsmim Ali Hani Abdülhamid Uusuf. Aile ismim Benî Câbir. Ailem bu ismi sahabeden Benî Câbir Abdullah el-Ensari'den alıyor. Aslen Medine'deniz. Dedelerim Ürdün'e gelmişler ve sonrasında Filistin'de Nablus'a yakın, Akrabe bölgesine gelmişler. Dedem Filistin'de vefat etti fakat annem ve babam burada doğmuş büyümüşler. Ben de Ürdün'de doğdum. Burada ortaokul ve lise eğitimimi aldım, sonrasında da Ürdün Üniversitesi'nde okudum. İlkokulda daha 1., 2. sınıfa giderken Şeyh Memduh Ebu Eymen ebu Şâmanisminde bir hoca ile derse başladım. Memduh Ebu Şâman'ın dedesi Mahmud Ebu Şâman, Sultan Abdülhamid'in hocasıymış. Ebu Eymen 50 seneden fazla Kur'an öğretti. Meşhur bir hocaydı. Kitapları vardı. Her gün fecr vaktinden güneşin doğuşuna kadar, bir de ikindiden akşama kadar ders yapardı. Bunu hiç aksatmamıştır. Her sabah büyükler ile bir hatim devam eder ve ayda bir hatim bitirirdi, ikindiden sonra ise herkes kendi hatminden okurdu. Elhamdülilah ondan uzun bir süre ders aldım. Kendisi mutasavvıfdı, Halveti tarikatına bağlıydı. Çok büyük bir terbiye almıştı. Zâhid bir insandı. Hocaları arasında, Mescid-i Aksa'da hatiplik yapmış Muhammed Âdil Şerif vardır. Muhammed Adil Şerif'in kardeşi Muhammed Reşad Şerif de eski Mescid-i Aksa imamıdır. Halen Abdeli'deki Kral Abdullah camiinde zaman zaman imamlık yapmaktadır. Muhammed Adil Şerif Ürdün'de dar'ul fıkh'ı kurmuştur ve buradan pek çok öğrenci, hoca yetişmiştir.
Ben tecvid konusunda Şeyh Ebu Yasir ile ders yapmıştım. Bunun yanında Abdülmunim Nasuriddin ile ders yaptık. Suriyeli bir hocaydı. Lazikiyye'dendi. Bu hocaların hepsi 1982 olaylarından sonra Ürdün'e gelmişlerdi. Ebu Yasir çok derin ve önemli bir hocaydı, kendisinden de çok istifade ettim. Sonrasında, Şeyh Ebu Hilmi (Mahmud el-'Ureydi)'den ders aldım. Şeyh Ebu Hilmi'den yedi kıraat üzerine ders aldım. 30 seneye yakın burada kaldı fakat şimdi Filistin'e döndü. Hâlâ fırsat bulduğumda kendisinden istifade etmeye çalışıyorum. Şu an Beytlahim civarında meskun. Yaşı da yetmişin üzerinde. Sonrasında Ürdün Üniversitesi'ne girdim ve şeriat, usul-u din, hadis ve tefsir okudum. Üniversitenin eğitim metodundan çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Hocalarımda olmayan şeyler üniversitede vardı. Üniversitede olmayan şeyler ise hocalarımda vardı.
Üniversite bilgi üzerine kurulu bir kurum. Kitapları biliyorlar, alandaki fikirlerin pek çoğunu biliyorlar. Konuyu nasıl düzenlersin, nasıl yazarsın, bir şeyin doğru ve yanlış olduğunu nasıl bileceğini...vs bunları çok güzel tartışıyorlar. Fakat bu tek başına yeterli değil. Eğer bir kişi hocalardan ders almadan sadece üniversite ile yetinirse bu yeterli değildir; ve eğer bir kişi sadece hocalardan ders alıp üniversitenin öğrettiği bu yöntemi almazsa o da yeterli değildir. Bence bu ikisinin arası güzel bir nokta. Ama ben üniversiteye girdiğimde biraz şaşırmıştım. Hocaların verdiği havadan sonra üniversite biraz zor gelmişti. Yoksa üniversitede de güzel hocalarımız vardı, Ebu'l abbas gibi ve Ahmet Novfel gibi güzel hocalar vardı, özellikle tefsir alanında güzel hocalar vardı. Ben daha çok tefsir ve hadis ile ilgiliydim, hatta daha ziyade tefsire ilgiliydim ve hocalarımız Kur'an'a karşı muhabbeti olan hocalardı.
Hasan Razzûk'dan ders aldık. O da Suriye'den bir hoca, Nakşibendi tarikatına bağlı. Onunla nahiv okumuştuk, Kehravi'nin Acrumiyye şerhini okumuştuk fakat tamamlayamadık. O, bir öğrenci ile tek başına ders yapmak istemiyordu, muhakkak yanında birisinin olmasını istiyordu. Ben çok fazla istememe rağmen devam eden arkadaş bulamadığım için tamamlayamadım onun derslerini. Dersleri çok derindi ve hocanın kendisi de çok kâvi idi. Geceleyin kalkmayı ihmal etmezdi mesela, her gece saat 1'de muhakkak kalkardı. Eşi halen hayatta, hatta o da hocalık yapıyor, eşim de ondan ders alıyor, burada Ravza'da oturuyorlar. Hoca bize ehimmeyi öğretti. Kendisi 1 ayda Kur'an'ı hıfzetmişti. Mescide oturmuş, bir ay boyunca hiç çıkmamış, sabahtan akşama kadar ezberlemiş. Bir defasında Ramazan'da ders yaparken "nasıl uyursunuz, siz gençsiniz, ben sizin yaşınızdayken 1 saat uyuyordum Ramazan'da" diyordu. Ezberinde 25 tane metin vardı ve tarikata küçük yaşta bağlanmıştı. En büyük öğrencilerin bir tanesi şu an Ürdün'de, Muhammed bin Halim Şafii fıkhı öğretiyor.
Sonrasında üniversitede tefsir alanında master öğrenimine başladım. Fakat masterdaki problem, derslerde aynı meselelerin işleniyor oluşuydu. İlk dönemin sonuna doğru Türkistan'dan bir öğrenci geldi. "Yemen'de çok güzel bir medrese var, çok güzel hocalar var, dersler var" dedi. Ben de üniversiteyi bıraktım ve Yemen'e gittim.
Yemen'de kaç sene kaldınız?
Gitmeden önce tabi babam bundan çok hoşlanmadı. Ufak bir tartışma oldu aramızda. Babam benim masterı bırakmamı ve Yemen'e gitmemi en başta pek istememişti. Sonrasında alıştılar ve kabul ettiler. Yemen'de 3 sene kaldım ben. Bir buçuk sene San'a'da, bir buçuk sene de Hadramevt'de kaldım. Üç sene kaldım ama bu üç sene gerçekten çok yoğundu, gece gündüz ders çalışıyorduk. Moritanyalı hocalarımız vardı. Şeyh Zindani vardı. Biliyorsunuz İhvan-ı Müslimin'den bir hoca. Moritanya'dan 15 tane hoca getirmişti san'a'ya.
Peki neden Yemen'de, neden başka bir yerde değil?
Yemen'in güzel yönlerinden bir tanesi kadim bir eğitim geleneğinin olması. Ben buraya gelmeden önce duymuştum ki burada çok güzel hocalar var ve güzel bir eğitim veriyorlar. Ve Yemen'e gittim. İlk önce orada bir üniversiteye başladım, hocalarının güzel olduğunu söylemişlerdi. Fakat üniversiteyi 1-2 hafta sonra bıraktım. Şenakiti ile elfiyye dersleri vardı, ona katıldım, aynı zamanda sarf dersi oluyordu. Hocamızın adı Ahmed Ali Şankiti idi, Moritanyalı bir hocaydı. Ve orada kıraat dersi verdim. Bana çok faydası oldu. Hem ders veriyordum hem ders alıyordum yani. Oradakilerle kaynaşmamı da sağladı bu ders tabi. Kasım Bahr isminde, Yemen'in en önemli hocalarından biri ile ders yaptık. Kasım Bahr, büyük mutasavvıf ve ulemadan biri idi. Nahivin kapısını onunla açtım. İlk kaideler, zamirler, memnu minessarf gibi konuları işledik. Biraz belagat işledik. Pek çok şey okuduk ama en çok miras hukuku okuduk. Bana miras huku konusunda bir icazet de verdi, bütün mevaris kitapları ile ilgili bir icazet. Bundan sonra kalan üç kıraata dair dersler aldım. Daha önce Ürdün'de 7 kıraati tamamlamıştım, orada da kalan 3 kıraati tamamladım. Hocamın ismi İsmail Abdülarif idi. İsmail Abdülarif Yemen'deki en büyük kıraat hocasıdır. Mısırlıdır. Şu an vefat etti, Allah rahmet eylesin.
Ürdün'de, söylemeyi unuttum, İbrahim Rumman ile de ders yaptım. Filistinli bir hocaydı. Şeyh İsmail ile üç kıraati tamamladıktan sonra, elfiyyeyi ezberledim ve Şeyh İsmail bana 10 kıraatten icazet verdi. Senedli bir icazet, elhamdülillah. Sonrasında Kadı 'Umrani isminde bir şeyh ile ders yaptık. Fıkıh hocasıydı. Onunla Şevkani'nin bir kitabını okuduk fakat bu ders çok uzun süremdi. Bir hocamız daha vardı, Muhammed Ğuneym, Mısırlı. İnternette de çok fazla kitabı mevcut hocanın. Neredeyse 60'a yakın kitabı var nahiv ile ilgili. Hoca, Muhyiddin Abdülhamid'in öğrencisiydi. Muhyiddin Abdülhamid Katrunneda, Şuzuruzeheb gibi kitapları tahkik eden bir hocadır. Muhammed Ğuneym onun öğrencisinin öğrencisiydi. Onunla miras hukukunu bir kez daha okuduk, elfiyye okuduk beraber.
Şeyh Muhammed Emin, Yemen'de bize zevaid'ul elfiyye kitabını okutmuştu. Bu kitap, elfiyye üzerine yine nahiv ile ilgili yazılmış bin beyiti içerir. Muhammed Emin gerçekten iyi bir hocamızdı, hafızasında 30.000'den fazla beyit vardı. Şeyh Muhammed halen Şeyh Muhammed Mısri ile Yemen'dedir.
Yani Yemen'de siz daha ziyade nahiv okudunuz. Tefsir dersiniz yok muydu?
Tefsir ile ilgili daha ziyade burada üniversitede okudum. Hocam Ahmed Novfel tefsir konusunda çok önemli bir isimdi. Üniversitede okuduğumuz hocaların pek çoğu, Ezher'in önemli hocalarından ders okumuşlardı. Ahmed Novfel halen ders veriyor. Bu hocalardan gerçekten istifade ettim tefsir konusunda. Bütün bu hocalar Ezher çıkışlıdır. Şeyh Fazıl en çok istifade ettiğim hocaydı. Kur'an ilimlerine dair 20'den fazla kitabı vardı. İcazül Kuran, Reddu ala Musa Britani'ye yazdığı bir reddiye vardı. Musa Britani Kur'an'a karşı konuşan birisiydi. Hocanın bunların dışında belagat kitabı, tefsir usulü kitabı vardır. Hocanın dili ve dersi hafif değildi. Ahmed Novfel'in kendisine has bir yolu vardır. Bir diğer hocamız, Şeyh abdülcelil, aynı zamanda mutasavvıfdı. O da Mısır'da okumuştu.
Hocalar o zaman yaşlılardı. 1940-50'lerde Ezher'de okumuşlardı. Yani Ezher'in daha iyi olduğu zamanlarda. Onların tarzından etkilendim fakat bizdeki problem, bizde yol vardı fakat aletler yoktu, mesela nahiv iyi değildi. Belagat okuyorduk biraz ama nahiv için, ne zaman istesek, vakit yok vakit yok diyorlardı. Bu üzücü gerçekten. Nasıl olur da tefsir alanında master yapan birisi nahiv bilmez? Bu nedenle benim esas hedefim nahiv ve Şafii fıkhıydı. Bundan sonra elfiyyeyi tamamladık, Nahvul Vazifiyi okuduk orada.
Bundan sonra Hadramevt'e gittim. Burada terim ribatına gittim. Burası Yemen'in en eski ribatlarından bir tanesi. Ezher'deki gibi ders halkaları mevcuttur. Pek çok farklı ülkeden, Malezya'dan, Endonezya'dan öğrenciler vardı burada. Abdullah Şatir isimli bir hocamız vardı. Günde 15 saate yakın ders veriyordu. Ders nizamı çok güzeldi. Her gün nahiv dersimiz vardı sabahları. Salı günleri miras hukuku dersi oluyordu ve perşembe günü nikah hukuku dersi oluyordu. Sabahki derslerden sonra ikindiye kadar istirahat vardı. Sonrasında yine ders. Çok fazla ders vermek yolu izlenmiyordu burada. Sadece iki ders vardı, fıkıh ve nahiv. İki dersten fazla ders işlenmiyordu.
Bu ders yöntemine dair biraz konuşabilirim sanırım. San'a'da üniversiteye gitmiştim bir süre. Farklı ülkelerden öğrenciler vardı burada. Çok iyi hocaları vardı fakat öğrenciler pek bir şey anlamıyorlardı. Ezberliyorlardı, çalışıyorlardı fakat yine de çok iyi anlamıyorlardı. Çünkü sabahtan akşama kadar dersleri vardı ve yoğunluktan ötürü çalışamıyorlardı. Moritanya'dan, Mısır'dan çok iyi hocaları olmasına rağmen, mesela Abdülkerim Zeydan gibi, dersleri çok iyi anlayamıyorlardı. Bu aslında, üniversitelerin genel problemi bence. Bu Batı ders sistemi. Bu sistemde öğrencilerin 6-7 dersi oluyor. Sabahtan akşama kadar derse giriyorlar. Dönem sonuna doğru dersi yavaş yavaş anlamaya başladıklarında, dönem bitiyor zaten ve ders kesiliyor. Tatil oluyor ve pek çok şeyi unutuyorlar ve bir dahaki dönem yeniden başlıyorlar.
Üniversitenin bir sıkıntısı, hocaların ortak bir yönteminin olmaması, bir diğeri ise çok fazla ders olması. Yemen'de ise en fazla iki ders okutuluyor ve bu dersler bittikten sonra bir diğerine geçiliyor. Kadim yöntemde mesela acrumiyye okdunuz. Sonrasında mütemmime'ye geçersiniz. Tüm konulara baştan başlarsınız fakat ek meseleler görürsünüz. Acrumiyye'yi okuduktan sonra mütemmime'yi okumanız gerekir. Sonrasında katrunneda, sonrasında şuzurizzeheb. Sonrasında elfiyyeye geçersiniz. Her seferinde ilk konulara tekrardan başlarsınız ve sona kadar gelirsiniz. Modern yöntem, İbn-i Âkil'e başlar hemen. Kadim yöntemde İbn-i Âkil'e kadar gelmeniz 5 senenizi alır. Öğrenciler ibn-i Âkil'i anlayabilir. Ama pek bir şey kalmaz. Unutulur. Küçük kitaplar önemsenmez ama en çok onlar akılda kalır ve ilmin temeli vardır orada. Ben mesela elfiyyeyi acrumiyye ile okutuyorum. Çünkü acrumiyyede herşey önemlidir, elfiyyedekiler ise bunun ziyadeleridir. Kadim yöntem ile devam ettiğinizde, örneğin bir konuyu tam anlamadığınızda diğer kitapta yine o konulara dönersiniz, biraz daha fazlası ile beraber aynı konuyu tekrar okursunuz ve bu tekrar ile beraber anlarsınız.
Kaldığımız ribatta sadece nahiv ve fıkıh dersleri vardı, 4 senelik bir eğitim. Nahiv kitaplarını biraz önce zikrettim. Örneğin belagatta biz ne okutururuz? Tuhfetul ihvan, sonra belgatul vaziha, sonra minhacul vadıh, sonrasında muhtasarul meani (şerh-i taftazani). Türklerin mesela buradaki sıkıntısı direkt muhtasarul meaniyeye başlamaları. Bunun öncesinde en azından 4-5 kitap var. O nedenle rahat anlamayabiliyorlar.
Bu, üniversite ile ribatın farkı var. Ben ilk defa ribata gittiğimde, sabah 8'de varmıştım. Herkes uyuyordu. Bir süre uyanmadılar. “Bu nasıl ribat, herkes uyuyor, istirahat ediyor. Burada kalmam” demiştim. İkindiye kadar hiç ders olmadı, hiç bir şey anlamamıştım. Fıkıh dersi başladı ikindiden sonra. Akşamdan sonrasında ise kıraat dersi ve sonrasında fıkıh dersi. Ders nizamı, sabah namazdan sonra nahiv, ikindiden sonra ise iki tane fıkıh dersi şeklindeydi. Bu kadar. Salı ve perşembe günleri ise ikindiden sonra serbest. İlk geldiğimde burada okumam demişken sonrasında başladım.
Dil ve fıkıh, neredeyse her ilim için temeldir. Hadis için, tefsir için, vs. Dediğim gibi en önemli şey, çok fazla dersi üst üste koymak değil, az ama öz olarak, 1-2 dersi yoğun çalışmaktır. Sonrasında, kadim metodu terk etmemektir.
Bu kadim usul derken Yemen usulünü kastetmiyorsunuz değil mi herhalde hocam?
Hayır hayır. Her bölgenin kendi has bir kadim yöntemi vardır. Mesela Türklerin kendine has bir yöntemi vardır. Avamil okunur, sonra izhar okunur, vs. gibi. Bence, kadim yöntemi değiştirmemek gerekiyor. Ama kadim yöntemi anlamayı rahatlatacak eklemeler güzel olabilir. Mesela Nahv ul Vazifi güzel bir kitaptır, yardımcı olarak kullanılabilir ama bir kitabı kaldırıp bunu okutmak olmaz. Eskilerin bir sözü vardır, “herşeyi isteyen herşeyi kaçırır”. Bu nedenle bir ya da iki ders şeklinde devam etmek en güzeli.
Yani belki tekrar olacak ama, öncelikli olarak ilim sayısını/konu sayısını arttırmamak gerekiyor. Bir ya da iki ilim. Sonrasında ise derece derece ilerlemek gerekiyor. Tüm beldeler kendine göre bir ilim hiyerarşisine sahiptir ve hepsi güzeldir. Bu hiyerarşilerde, bütün ilimlerde en az 4-5 kitap okutulur. Küçük kitaplardan büyük kitaplara gidilir. Hanefi fıkhında, Şafii fıkhında... Mesela bizim Şafî fıkhında muhtasar ul latif ile başlar, mukaddimel hadramiyye, sonrasında metn-i ebi şuca, sonrasında İbn-i Kasım'ın Ebi Şüca şerhi, sonrasında umdetussalik, sonrasında şerhul muin. Bu bir silsile.
Ders silsilesinin yanında, mesela üniversitede bir hoca sabahtan ikindiye kadar ders veriyor. Sonrasında ikindiden akşama kadar. Öğrenciler dört sene boyunca bu tempoda devam ediyorlar derslerine. Bittiğinde hiçbir şey anlamamış oluyorlar. Çalışıyor çalışıyor çalışıyorlar... Ama bu hatalı bir yol bence. Bu Batılıların yolu. Sona ulaştığınızda başa gelirsiniz. Önce yol, nasıl bir yolda yürüneceği belirlenmeli. Yol hatalı oldu mu güzel iş çıkamaz. Eğer doğru yolda yürürseniz vuslat da doğru olur. Mesela üniversiteye gelene kadar 12 sene okula gidiyorsunuz. Ne kalıyor? Uzmanlaştığınız hiçbir alan yok. Mütehassıslık önemli bir şey, hatta en önemli şey. Sonrasında, derece derece ilerlemek, seviye seviye ilerlemek. Ve o ilimden en az birkaç kitap okumak, bir seviyeye gelmek.
Türkiye'de şöyle bir problem var; daha doğrusu sadece bir problem demeyeyim, güzel şeyler olduğu gibi problemli şeyler de var. Pakistan'da da benzer bir durum var; dili çok güzel öğreniyorlar fakat bir kısmı hiç konuşamıyor. Burada, Qasid'da uyguladıkları yöntem o açıdan güzel. Kavaid de var, nasıl konuşulacağı da öğretiliyor. Buradaki kurslarda mesela 5. seviyeye gelen bir öğrenci güzelce konuşabiliyor fakat konuşma yazma gibi alanlarda, modern kursların yolları güzel olsa da, kavaid, belagat gibi konularda kadim ilimler/kitaplar çok daha iyidir.
En önemli şey, kadim olanın değiştirilmemesi. Değiştirildiği zaman bina sallanır. Fakat ön bazı metinler olabilir, alıştırma metinleri olabilir, araya bazı metinler eklenebilir. Mesela Türkler için Muhtasar'ul meani'den önce, belagatül vadıha gibi bir kitap okutulması güzel olur veya minhacül vadıha, Ezher hocalarından Şeyh Hamid Avni'nin kitabı. 3 seviye olarak düzenlenmiş beş ciltlik bir kitap. Muhtasar'ul meani'den önce bu gibi kitapların okunması faydalı olur. Çünkü Muhtasar'ul meani de kavaid vardır. Bu kitaplarda ise örnekler var, şiirler var. Bunlar kişide gramer yapısını ve dili sağlamlaştırır. Ve yine belki Türkler için, çok fazla alıştırma yapmaları gerekiyor diyebilirim. Mesela Nahv'ul vazifi gibi bir kitap Abdülalim İbrahim'in kitabı. Sarf noktasında, te'sir'ul i'lal'ul ibdal kitabı örneğin yine Abdülalim İbrahim'in. Uyguladığı yöntem çok güzel bu kitabın da. Aslında Türkler için sarf noktasında bir şey söylemek komik olabilir, zira biz de bütün sarf kitaplarını Türk yazarların eserlerinden okuyoruz fakat bu söylediklerim alıştırma namına güzel eserler.
Türkiye'de tefsir geleneği gerçekten çok derin ve yerleşmiş bir gelenek. Muhammed Reşid Rıza İstanbul'u ziyaret ettiğinden ve burada Beydavi tefsiri dersini aldığından bahsediyor örneğin. Yapılacak şey belki o geçmişi anlamak. Ama başlangıç için Celaleyn tefsiri, sonrasında da Beydavi tefsiri iki önemli kitap. Bunlar zaten Türkiye'de var, tek gereken eskiden yapılana geri dönülmesi.
Şunu söyleyebilir miyiz, siz ilim olarak burada pek çok kişiden ders aldınız fakat tam olarak gönlünüze sinen metodu Yemen'de gördünüz.
Burada problem hocaların pek çoğunun üniversitede olması ve üniversite usulü ile ders işlenmesi. Yoksa tefsir hocalarımız gerçekten iyidir. Orada ise kadim bir eğitim var hâlâ. Her ilmin geleneği en azından 1000 senelik. Yüzlerce yıllık medreseler var. Ve orada öğrencilerin çoğu Endonezyalıydı. Endonezyalılar zaman zaman anlamada zorlansalar da çok büyük bir sabır gösteriyorlardı.
Sonuç olarak ribattan pek çok noktada istifade ettim. Evvela metodu beni çok etkiledi. Öğrenciyi derse boğmuyordu ve çalışması için geniş bir zaman veriyordu. Öğrencinin ribatlardan haftada iki defadan fazla çıkması yasaktı. Cuma tatil. Cumartesi, pazar ders olur, pazartesi sabah ders vardır, öğleden sonra tatildir ve öğrencilerin ders çalışması için vakti vardır. Nahiv dersleri vardı, miras hukuku, nikah hukuku özellikle ve fıkıh. İsteyen usul-u fıkıh da okuyordu ve ezberliyordı. Her gün en az 5 beyit ezberliyorlardı fıkha dair ve buınun yanında İbn Malik'in elfiyyesinden beş beyit. Yani günde 10 beyit. Öğrenci elfiyyeye geldiğinde zaten ezberlemiş oluyor. Ve öğrenci çıktığında Şafii fıkhı ve nahiv konusunu bitirmiş olarak çıkıyor. Bir de orada kalan herkesin sabahları virdlerini yapmaları gerekiyordu. Akşamları da her gün bir cüz Kur'an okunuyordu. Akşam-yatsı arası. Ve perşembe ve cumartesi günleri sabah derslerinden sonra ihya, buhari, vs. dersleri oluyordu. Ve her perşembe mevlid yapılıyordu.
Bu medresenin bir tarikat ile alakası var mıydı?
Burada Baalawi tarikati vardı. Bu tarikatta şeyhlerin hepsi seyyid veya şerif olduğu için, Ehl-i Beyt olarak da anılır. Günlük evradları vardı, salı günleri meclisleri vardı fakat oturarak yapılıyordu. Ve Hud peygamber'e bir ziyaret düzenleniyordu her sene. Bu seyahat 15 gün sürüyordu takriben. Benim tarikat ile bir bağlantım olmasa da yaptıklarını yapıyordum. Yani orada bütün bu virdler, mevlidler beraber yapılıyordu zaten. Çıkmak yasaktı. Fakat bana özel bir muamele olduğunu söyleyebilirim çünkü hocalara ders de veriyordum orada. Aynı zamanda öğrencilere kıraat dersi verdiğim de oluyordu. Elhamdülillah oraya sonradan da gelen kıraat hocaları ile beraber Tarim'de kıraat eğitimi oldukça gelişti.
Yemen'de üç sene geçirdikten sonra Ürdün'e döndüm ben. Şimdi kıraat öğrencilerim var, zaviyede tefsir derslerim oldu ve hâlâ oluyor. Mütemmime, katrunneda, şerh-i şuzuz ez zeheb, elfiyye gibi kitapları okuduk zaviyede, tefsir derslerinde de neredeyse Kur'an-ı Kerim'in yarısına kadar geldik, yaklaşık 12 senedir. Ben 10 senedir burada oturuyorum. Ailem Cebel-i Amman'da, öncesinden orada oturuyordum.
Yemen'den Ürdün'e döndüğünüzde tefsir derslerinize geri dönebildiniz mi?
Maalesef. Tefsir öğrenmek isteğim çok yoğun hâlâ ama ilk başta fıkıh çalıştım bir süre. Verdiğim derslerden ötürü tefsire yoğunlaşmaya çok fazla fırsat bulamadığımı söyleyebilirim. Burada bir hoca, uzun zamandır bir tefsir üzerine çalışıyordu, tefsir-tercüme. Onun hazırlayacağı Kur'an tercümesi için yaklaşık 10 senedir beraber çalışıyoruz. Tercümeyi bitirdik elhamdülillah, şimdi tekrar üzerinden geçiyoruz bu tercümenin. Ben ona farklı tefsirlerden metinler veriyordum, okuyoruz ve o tefsirini yapıyor. Her gün yaklaşık 2-3 saat ders yapıyoruz. Her oturumda farklı tefsirlerden parçalar okuyoruz.Ebussuud, Alusi, vs. gibi. Bunların arasından en çok Ebussuud'un tefsirini severek okuduğumu söylemem gerekiyor tabi.
Siz bir şey yazıyor musunuz?
Ehlitefsir isimli bir iste için bazı mevzularda yazılar yazdım. Ali Hani Yusuf ismiyle bulunabilyor burada yazdıklarım (hocanın yazdıklarına şu linkten ulaşıalbilir: //vb.tafsir.net/members/tafsir6391/). Sitede müfessirler ile ilgili bahisler mevcut. Buraya 20'den fazla yazı yazdım. 27. cüz ile ilgili geniş bir şey yazdım, amme cüzü ile ilgili yazdım fakat bunları bir kitap olarak yayınlatmadım. Tefsir yazmak gerçekten zor bir iş. Yaklaşık 15-20 senelik bir çalışma gerektiriyor. Gerçekten kâmil bir tefsir yazmak istiyorsanız, her bir ayetin tefsiri için birkaç gün uğraşmanız gerekiyor. Örneğin bahsettiğim sitede, Nas suresi için 100 sayfaya yakın bir tefsir mevcut. Yani şu an, acrumiyye şerhi (kitabın tam ismi şöyledir: teshil ul meani el mukaddimetül acrumiyye) dışında yayınladığım bir kitabım yok.
Ben de bunu sormak istiyorum. Acrumiyye üzerine pek çok şerh yazılmışken, neden siz de bir tane yazmak ihtiyacı duydunuz?
Ulema her kitabın, yaşanılan çağa göre yenilenip şerh edilmesini tavsiye eder. Biz acrumiyye okurken tufhetus seniyye kitabından okuyorduk. Ve öğrenciler için bu kitap zor geliyordu. Ben kitabı yazarken, öğrencinin bu kitabı eline aldığında bir hoca olmadan da yapabilmesini de düşündüm. Kur'an-ı Kerim'den alıştırmalar koydum. Geleneksel ile günümüz arasındaki bağ alıştırmalar vasıtasıyla kuruldu. İnsanlar geleneksel öğretimin zor ve zaman zaman geçersiz olduğunu söylüyorlar ama bu kitapta ben modern yöntemler ile geleneksel metni birleştirmeye çalıştım diyebilirim. Daha basit bir üslup kullandım ve bol bol alıştırma koymaya çalıştım.
Kitap yazımında iki yol vardır diyebiliriz. Bir tanesi, kitabı yazarken daha hikaye anlatır gibi, derste öğrenci ile konuşur gibi bir üslup kullanırsınız. Diğerinde ise daha net ve derste şerhe muhtaç bir üslup kullanırsınız. Ben birincisini kullanmayı tercih ettim. Kitapta hem meselelerin açıklaması var, hem de bolca ibare çözümü var. Misalleri Kur'an'dan vermenin de çok güzel olduğunu düşünüyorum. Bu sayede ayetler ile daha sıkı bir ilişkiye girebiliyor öğrenci.
Siz buradan başka bir şehre gittiniz ve orada 3-4 sene ders çalıştınız. Şimdi bir internet sitesinde de dersleriniz yer alıyor. Ve öğrenciler evlerinden internete giriyorlar, hiç bir yere gitmek ihtiyacı duymadan derslerinizi dinleyebiliyor, katılabiliyor. Öğrenciler hiç bir yere gitmeden pek çok ihtiyacını giderebiliyor, derslere ulaşabiliyor. Bir şey öğrenmek isteyen insanlar artık bir yere gitmek yerine en başta internete giriyor ve buradan bilgiye ulaşıyor.
Evvela, ilim talebi ile bir yere gitmenin faydası çok çok çok fazladır fakat ilim talebi ile rıhle yapmak isteyen bir kişi evvela kendi beldesindeki hocalardan ders almalıdır. Kendi beldesindeki hocalardan alacağı dersleri bitirdikten sonra, kendi beldesinde olmayan dersler için rıhle yapmalıdır. İlim talebi için seyahatin, internetten edinilmeyen pek çok faydası vardır.
Rıhle için bir diğer sebep, kendi beldesinde hocalar bulunsa da, işlerinden dolayı, yahut ziyaretlerden, akraba ziyaretlerinden, sosyal ilişkilerinden dolayı kişinin bu dersleri alamamasından dolayı olabilir. Çünkü bir başka beldeye gittiğinizde dersleri daha rahat takip edebilir ve çalışabilirsiniz. Seyahatin bereketini tarif etmek zor dediğim gibi, subhan el azim. İlim için çıktığınız seyahatte otursanız bile bir bereket vardır. Bu konuda önemli bir kitap var, Safahat li sabril ulema ala şedaid el ilm ve tahsil Abdulfettah Ebu Gudde'nin yazdığı.Bu kitabın içinde rıhle ile ilgili önemli bilgiler ve kıssalar mevcut. Bu yolda malını mülkünü verenler var, evlenmeyenler var, kıyafeti kalmayanlar var. Kitapta aynı zamanda ilim öğrenmenin adabı ve önemi de anlatılıyor. Kitapta vurgulanan şeylerden bir tanesi, ulemadan sadece bilgi alınmadığı, ulemanın adabının da alındığıdır. Hocaların nasıl yaşadığının, nasıl terbiye ettiğinin görülmesidir. Yani evvela, ilmin, ilim için seyahatin bir bereketi var, kendisinin çok büyük bir bereketi var. Kişi belki seyahat halinde bunu fark etmeyebilir ama zamanı geldiğinde öğrendiklerini hatırlayacak ve anlayacaktır. Mesela kendi ülkesine döndüğünde, kıymetini daha iyi anlayacaktır.
Dediğimiz gibi, ilim için rıhleden kıymetli bir şey yok denebilir. Fakat öncelikle, kendi ülkendeki hocalardan ders alman, sonra sefere çıkman gerekiyor. Fakat biliyorsunuz ben de seekersguidence.com isimli bir sitede ders veriyorum. Burada ders talep eden insanların sefer için yeterli parası olmayabiliyor, işlerinden ayrılamayabiliyorlar yahut aileleri, çocukları olabiliyor. Faraz Rabbani, bu sitenin kurucusu, kendisi de yıllarca Ürdün'de yaşadı. Buradayken, bazı öğrenciler geri dönmek zorunda kalıyorlardı, paraları bitiyordu mesela ve devam edemiyorlardı derslere ve tamamlamak istiyorlardı. Yani bu site, “ben seyahat etmek istemiyorum, internetten dersleri takip etmek istiyorum” diyen insanlar için değil, bahsettiğimiz gibi, imkansızlıklardan dolayı sefere çıkamayan insanlar içindir.
Eski insanların hayatlarına baktığınızda bir ilim için 30 sene 40 sene uğraşan insanlar var; bir nahiv babını anlamak için bütün malını harcayanlar var. Bunların bereketi hemen çıkmayadabilir, daha sonraki bir zamanda da görebilir insan. Fakat şunu söylüyoruz biz, eğer bir insanın meşguliyetleri, işleri çok ise, rıhle yapacak imkanları yok ise, o zaman internet gibi de bir alternatif mevcut. Mesela, Suriyeli Hassanı Hindi. Günümüzün önemli Hanefi fakihlerinden bir tanesi. Suriyeli ve kendisine ulaşmak şu an mümkün değil pek çok kişi için. Bir internet sitesi var ve orada pek çok ilme dair dersleri mevcut. Hanefi fıkhı, akaid, vs. bu tür durumlarda tamam denir ve internetten ders dinlenebilir fakat bu dersler, kişiyi sefere çıkmaktan uzaklaştırmamalıdır.
Peki sizce, kameranın karşısına geçip ders anlatmak ile insanlara karşı ders anlatmak arasındaki fark nedir bir hoca açısından? Bir odadasınız ve hiç kimse yok, kameraya bakarak ders anlatıyorsunuz. Bu nasıl bir duygu, nasıl bir fark var normal bir dersten?
Ben internette yayınlanması için iki şekilde kayıt aldırdım. Bir tane acrumiyye dersi kaydetmiştik ve hiç öğrenci yoktu karşımda. Çok yoğun bir ders oldu ve sıkıcıydı. Bir seferinde Qasid'da bir odada ders anlatmamı istedi Ömer Matadar. Ben kayıt için içeriye girdim ve hemen beni çıkarmasını istedim. Bunun yanında, öğrencilerin olduğu derslerde bir de kamera ile veya ses kayıt cihazı ile kayıt aldık. Bunlar çok güzel dersler oldu. Çünkü ders içinde hoca ile öğrenci arasında bir ilişki oluyor. Hoca öğrenciye bakıyor, anladığını anlamadığını anlıyor yahut hoca öğrencilerin anladığını görünce hızlıca geçiyor. Öğrenci olmadığında hocanın da dengesini sağlaması kolay olmuyor. Ve şunu anladım ki, ders kaydı alacaksam bile öğrenci olması gerekiyor.
Sizin öncelikle internette derslerinizi alıp sonra yanınıza gelmek isteyen ve burada derslere devam eden öğrenciniz var mı?
Birkaç tane İngiliz öğrencim vardı. Uzun süre Arapça ve tefsir çalıştık. Süheyl Hanif vardı mesela. Belki en iyi talebelerimden bir tanesiydi. Ebussuud'un tefsiri ile ilgili bir ders yaptık. Muhammed Hüseyin Kadi isimli bir öğrencim vardı, Pakistanlı, Darul ulum'dan mezun. İngiltere'de yaşıyor. Onunla iki seneden fazla ders yaptık. Abdurrahim isimli yine İngiliz bir arkadaş vardı. Aslında bunların hepsi Pakistan kökenli İngilizlerdi. Yine Pakistan asıllı hafızlık çalıştığımız bir arkadaşımız vardı. Yine Türk öğrencilerim çok iyiler gerçekten.
Hocam ben sorularımı bitirdim, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Son olarak şunu söyleyebilirim belki. Yemen'de gördüğüm ve çok hoşuma giden şey şuydu; öğrenciler ilim öğrendikleri kadar amele de çok önem veriyorlardı. Mesela yatsıdan hemen sonra yatıyorlardı. Saat 1-2 gibi kalkıyorlardı. Bu çok önemli. Yatsı'dan hemen sonra yatıp geceleyin kalkmak. Evvela, gecenin başında uyuduğunuz 5 saat, gecenin sonunda uyuduğunuz 10 saate bedel. Ve her gece 3 ila 5 cüz Kur'an okuyorlardı. Aynı şekilde akşam namazından sonra da 1 cüz veya 1.5 cüz okuyorlardı. Yine sabah ve akşam virdleri vardı. Pazartesi ve perşembeleri oruç tutuyorlardı. Yani ders öğreniyorlardı, öğretiyorlardı ve onunla amel ediyorlardı. Bu, insanı açar, bereket getirir. Allah'ın kendilerine fetih verdiği ve ilmini arttırdığı ulemanın, hocaların hepsi böyle yaşamışlardır. Ebu Hanife, İmam Şafii... İmam Şafii geceyi üçe ayırır: Uyuduğunuz vakit, ibadet ettiğiniz vakit ve ilim tahsil ettiğiniz kısım. Eğer bir kişi bunu yaparsa, yani yatsıdan sonra zaruri bir şey yoksa yatıp, saat 1-2 gibi uyanırsa, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutarsa... Oruç çok önemlidir. İnsan oruç tutmadığında zorluğunu görür. Bu, ilimle ameli bir arada yapmaktır. Bunu yapan, bereketi görür. Bunun dışında virdi varsa yapar, mevlidlere katılırsa, vs. bunların hepsi bereket getirir insana.
Röportajda geçen kitaplardan oluşan galeriyi linkte bulabilirsiniz: //www.dunyabizim.com/?aType=fotohaber&FotoID=9187
Mehmet Erken Konuştu.
"Ali Hani, Et-Teshil li-Meani'l-Mukaddimetü'l-Acrumiyye""Abdülalim İbrahim, En-Nahvü'l-Vazifi"gibi ülkemizde yaygın olmayan kitaplar var.Mütemmime, Tuhfetul İhvan, Zevaid'ul Elfiyye, Muhtasar ul Latif isimli eserlerin müelliflerini bulamadım.Te'sir'ul İ'lal'ul İbdal'ı da Arapça yayınevlerinde bulmadım.