Kimi zaman artık yazarlar yahut şairlerin edebi ürünlerini dergilerde yayınlatmadan kitap çıkardıklarına dair bir sitemli sözden bahsedilir. Kimi zamansa edebi çevrelerden bir yazarın “edebi ürün, gerçekten iyi bir edebi ürünse, yerini, alıcısını bulur, dergiler tarafından da kabul görür” dediğine şahit olmuştum.
Şimdilerde, gençlerden ya da bir zamanların genç yazar ve şairlerinden dergilerle irtibat kurma yönünde bir umut olsa da, her dergi yönetimi gençlerle alakadar olma inceliğini gösteriyor mu, bilemiyoruz.
Ancak bu davranışın kişilerde uyandırdığı duyguyu anlamak açısından, kültür ve sanat camiamızın önemli isimlerine sorduk: “Genç bir kalem olsanız ve ürününüze dergi yönetimi cevap vermese neler hissederdiniz?”
Şeref Akbaba: “Dakikalık gönderimlere saniyelik cevaplar bekleniyor”
Elbette sabırsızlıkla bekler, üzülür, kendi kendime farklı yorumlar yaparım. Dergi ortamını bilmediğimden, sitem ederim. Ancak unutulmamalı ki, genç arkadaşlar bir-üç- beş… bazen bir kitap dolusu çalışmayı dergiye gönderiyor, hemen cevap bekliyorlar. Unutulmamalı ki, yönetmen sadece sizin mailiizi değil, gönderdiğiniz ürünleri okuyarak size dönecek. Online dünyada dakikalık gönderimlere saniyelik cevaplar beklendiğinden yanılgı yaşanıyor. Başka ürün gönderenleri de unutmamalı. Kendi payıma, aylar sonra da olsa olumlu olumsuz geri dönüş yapıyoruz. Gençleri üzmemek lazım.
Ali Haydar Haksal: “Sabır, çok okuma ve azimle çalışmaları sürdürme en iyi yöntem”
Genç bir yazı adayının en büyük heyecanı dergilere ürün göndermesi, dergi editöründen ya da sorumlularından bir karşılık beklemesidir. Yayımlanması onlar için tam bir mutluluk ve heyecandır. Yola çıkmadır. Biz bunu yaşadık. Bizim zamanımızda çıkmakta olan dergi sayısı çok azdı. Bir elin parmaklarını geçmezdi. Birçok yer ve zamanda anlattım. Nuri Pakdil’e yazdığım bir mektup ve aldığım karşılık hayatımın dönüm noktalarından biridir. 1973 yılında yazılan mektup arşivimde bir inci gibi hâlâ durur. Yeni Devir gazetesi Kültür sanat sayfasında yayımlanan bir denememe Nuri Pakdil Usta’nın Edebiyat dergisinde değinide bulunması unutulmaz bir anı olarak duruyor bende. Merhum Cahit Zarifoğlu’ndan, dosyalarımı elden Ankara’ya götürdüğümde İstanbul dönüşünde aldığım mektuplar beni çok çok etkiledi.
Yedi İklim dergisinin sorumluluğunu taşıdığım günden beri dergimize gelen hemen her ürün için mutlaka karşılık veririm. Ürünlerini aldığımı bildirir, değerlendirme yapıldıktan sonra ürün sahibine karşılık veririm. Bu, benim için en zor olanıdır. Yayımlanacak nitelikte olmayan bir metin için ne diyebilirsiniz. Usturuplu bir dil kullanmak, muhatabınızı kırmamak ya da nesnel bir karşılık vermek arasında gidip gelirsiniz. Birçok kimseyi üzdüğümü ve hatta kırıldıklarını biliyorum. Dergiye o kadar çok ürün akıyor ki, kimi ürünler yayımlanmayı hakettiği halde yaşanan gecikmeler de bir düş kırıklığı oluyor genç yazıcılar için. Arada gözden kaçanlar da olabiliyor. Kimi zaman muhatabımıza derdimizi anlatmakta zorlandığımız ve aramızda tatsızlıklar yaşandığı da bir gerçek. Sosyal medya diye bir gerçek var, bir de gençlerin etrafında bazı kimseler bulunuyor. Gerek sosyal medya alanının serbestliği ve rahatlığı, gerekse genç yazıcıların etrafındaki arkadaş grubunun beğenileri işimizi daha zorlaştırıyor.
Bir genç yazıcı olarak gönderdiklerimden yayımlanan ve yayımlanmayan çok ürünüm oldu. Böylesi bir durumda sabır, çok okuma ve azimle çalışmaları sürdürme en iyi yöntem ama bunu nasıl anlatacağız? Sorun burada. Gözden kaçanlar da az olmadı, ya da olmuyor. Bir yandan kendi çalışmalarınızı sürdürmek durumundasınız, bir yandan da gelen ürünlere yetişmekle yükümlüsünüz. Bu da işin bir başka zorluğu. Gençlerin çok çok okumaları, azmi ellerinden bırakmamaları, ürünlerinin niteliğine güvendikten sonra dergilere göndermelerinden bir başka seçenek yoktur. Kapıyı zorlayarak girmek olur bir bakıma.
Suavi Kemal Yazgıç: “Kırılmayacaksın”
Benim hayatım dergilerden cevap almamakla geçti. Kırılmayacaksın. İncinmeyeceksin. Kimse aleyhine konuşmayacaksın.
Yunus Emre Altuntaş: “Edebiyat dergilerinde yer almak veya almamak kişinin sanatının değerini göstermez”
Durumu fazla dramatize etmemek gerekiyor bana kalırsa. Büyük şairlerin veya yazarların hayatına baktığımızda benzer hatıralarla karşılaşırız. Değerli bir şair büyüğümüz, Mustafa Kutlu’ya tam altı kez şiir gönderdiğini ama geri dönüş olmadığını, bunun da kendisini bilediğini söylemişti. Şimdilerde ise kendisi bu camianın en yetkin isimlerinden biri.
Edebiyat meşgalesi duygusallıktan ziyade sürekli çalışma ve okuma gerektiren bir alan. Bu nedenle genç arkadaşların bu yolda ısrarcı olmalarını tavsiye ederim. Nitekim Üstad Sezai Karakoç, “bir insan şiiri bırakmaz, eğer ki ihmal edildiyse şiir insanı bırakır” diyerek işin özünü açıklamıştır. Modern şiirin kurucularından sayılan Rimbaud da 17 yaşında başladığı şiir serüvenini 21 yaşında sonlandırmıştı. Yazdığı küçük şiir kitabı yayınevinin deposunda çürümeye terk edilmişti. Çağında anlaşılamamak, şiirinin karşılık bulmadığını görmek sanırım Rimbaud’yu da kahretmiştir. Kim bilebilirdi ki o depoda çürümeye terk edilen o küçücük kitap kendinden sonra modern şiirin ilk örnekleri olarak kabul edilecek! Edebiyat böyle bir şey aslında...
Sanatını insanlar görsün ve takdir etsin diye değil, “elimden gelenin en iyisini yapmalıyım, farklı olmalıyım, sesim ve tarzım olmalı” güdüsüyle yaparsa bir insan, kendisine olan saygısını da korur diye düşünüyorum. Bunun için de durmaksızın okumak, yılmadan usanmadan yazma denemelerini sürdürmek gerekiyor. Bir de edebiyat dergilerinde yer almak veya almamak kişinin sanatının değerini göstermez. Çünkü günümüzde sanatı ve özgün sesleri fark edebilecek, bu eserleri sindirebilecek ayarda dergi bulmak da zor. Kendini tekrar eden bir dergicilik var günümüzde. Ahbap çavuş ilişkileriyle yürüyen bu tür dergilerden yarına pek bir şey kalmayacak, ama eğer ki genç şair şiirini yetkinliğe ulaştırmışsa yarına onun şiiri kalacak. Aynı husus tüm sanat türleri için geçerli... Velhasıl-ı kelam, cevabı kendi içinizde arayın, editörlerin vicdanında değil!
Ahmet Murat: “Bir cümle de olsa cevap yazardım”
Ben de ilk zamanlar dergilere şiir gönderdiğimde bazılarından cevap aldım, birkaçındansa almadım. Biraz safmışım ki, cevap yazmayanların mektuplarımı almadıklarını filan düşünmüştüm.
Ama genellikle ilk şiirlerim de dâhil, gönderdiklerim yayınlandı, editörler nazik ve teşvik eden cevaplar yazdılar. Bu mektupları almam beni epey etkiledi, biçimlendirdi ve yüreklendirdi.
Editör olsam bir cümle de olsa cevap yazardım. Ki bana bir şekilde ulaşıp ürününü gönderen arkadaşlarla öyle ya da böyle yazışmayı sürdürüyorum.
Cihan Aktaş: “Edebiyat bilincim, okurluk tecrübem bir metnin yayımlanmasına önce kendimi ikna etmeyi öğretiyordu bana”
Bu dünyada önem verdiğimiz, kendimizi bir kişilik olarak hissetmemize de yardımcı olan geliştirici bir tutum zannedersem muhatap alınmaktır. İnsanın kendi ismiyle çağrıldığını duyduğunda farklı bir mutluluk duymasının nedeni de budur: Biricikliğinin altının çizilmesi. Biri bize yeryüzünde varoluşumuzla ilgili arayışımızı açıklayan bir cevap sunuyor, muhatap alıyor oradalığımızı, selam veriyor.
Çoğu yazar gibi ben de ilk gençlik yıllarımdan itibaren dergilere yazı, öykü, hatta şiir gönderdim veya metinlerimi kendim bizzat götürdüm. Lise yıllarında yatılı okuduğum Trabzon’dan İstanbul’a geldiğimde, okul kütüphanesinde tanıdığım dergilerde yazılarından, şiir ve öykülerinden aşina olduğum yazarlara ulaşmak amacıyla Cağaloğlu yokuşunu çıkmak için fırsat kollardım. Türk Edebiyatı’na şiirlerimle gitmiş, güler yüzle kabul görmüştüm, ancak derginin genel yayın yönetmeni Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu şiirlerimin yayımlanacak düzeyde olmadığını söylemişti. Üniversite yıllarında Mavera’yı, ardından Aylık Dergi’yi takip etmeye başladım. Bu dergilere, okumaya başlar başlamaz yazı veya öykü göndermeyi denemedim. Çünkü aynı yıllarda Yeni Devir’de kadın sayfası hazırlamaya başlamıştım, enerjimi bu sayfaya yoğunlaştırıyordum. Bunun yanında sanırım Türk Edebiyatı deneyimim, beni, bir metnin tamamen olgunlaştığına ikna olmadan herhangi bir editöre gönderme konusunda uyaran bir etkiye sahip olmaya devam etti. Ayrıca edebiyat bilincim, okurluk tecrübem bir metnin yayımlanmasına önce kendimi ikna etmeyi öğretiyordu bana.
Metin gönderme konusundaki ihtiyatlı tutumuma karşılık çığır açıcı niteliklere sahip bir derginin çevresine dahil olmanın özlemini hep duydum. Dergiler, sahici cemaatler oluşturan merkezlerdir. İlk kez 1984’te Aylık Dergi’de bir öyküm yayımlandı. Bunun beni öykü alanında yol almaya cesaretlendirdiği açık. –Öyküyü, görüş almak üzere ilettiğim Ahmet Kekeç bana bir sürpriz yapmak için göndermişti dergiye.- Dergâh Dergisi çevresiyle ise, ilk olarak 1984 yılında Mustafa Kutlu’yu Dergâh Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki bürosuna ziyaretimle başlayan iletişimimiz hiç kopmadı. Bu ziyaretler sırasında Ezel Erverdi ve İsmail Kara ile de söyleşme fırsatı bulduğum olurdu. İlk roman denememi Kutlu’ya götürmüştüm. Okumuş, “bana yakın ama henüz yayımlanacak olgunlukta değil, ama sen yazarsın, yazmayı biliyorsun” demişti. Buna karşılık aynı dönemde yayın yapan birçok edebiyat dergisine sezinlediğim hegemonik ilişkiler nedeniyle uzak durmuşumdur. Mavera, yakınlaştığım, ziyaret ettiğim, yazılar yazdığım bir diğer dergi oldu.
Aslında bir şekilde iletişim kurduğum dergilerden söz etmeye başlarsam çok uzar bu paragraf. Özetle ifade edecek olursam, ilk gençlik yıllarından itibaren okur ve yazar olarak kendimi yakın hissettiğim, ufkumu açan, öncü niteliklere sahip bulduğum herhangi bir dergiye her türlü ihtimali göze alarak ulaşmaya çalıştığımı söylemeliyim.
Alphan Akgül: “Genç şairler derinlikli şiirler yazmanın sonsuz hazzını arzulamalı”
Genç bir şairin ürünlerini bir dergide yayımlatması heyecan verici olduğu kadar sancılı bir süreçtir de. Çünkü söz konusu genç şairin yazdıkları yeterince iyi olmayabilir ya da yeterince iyi olduğu hâlde dergi editörleri tarafından değeri takdir edilmeyebilir. Genç şair genellikle ikincisinin geçerli olduğu kanısındadır. Yani bu şair, çok değerli eserler ortaya koyduğu hâlde, editörlerin onu anlayacak kapasitede olmadığı kanaatini benimser daha çok. Kuşkusuz, bu çoğu kez bir kendini aldatma hâlidir. Şairler egoları yüksek insanlardır. Bu da onları daha genç yaşta kibirli yapmaya yeter.
Aslına bakılırsa, editörlerin bir eseri reddetme nedenleri de her zaman edebî değildir. Türkiye'de editörler yayımcılık faaliyetlerini kendi faal çevreleriyle yürütme eğilimindedir. Bu da onları tanıyıp kolladıkları kişilerin eserlerini yayımlamaya yöneltir; ama bu genç şairlerin her yazdığı eserin bu nedenle reddedildiği anlamına da gelmez. Bana kalırsa, edebî değeri yüksek şiiri takdir edebilecek kapasitede editör sayısı ne yazık ki çok az. Bu beceriyi haiz insanlar da dergilerin satış rakamlarıyla şiire ayırdıkları sayfa arasındaki dengeyi dikkate almak zorundadır. Bu nedenle genç şairler, edebî piyasanın zorlu şartlarına isyan etmek yerine, kendi şiirsel gelişimlerine odaklansalar çok daha iyi bir iş yapmış olurlar. Çünkü günümüzde şiir, gitgide vasata indirgeniyor; şairler, üstün nitelikte şiirleri değil de, dergilerde yayımlanan şiirlerin kalitesini örnek alma eğilimine giriyor. Bu da günümüz şiirini klişelere mahkum ediyor.
Bence genç bir şair dergilerde şiir yayımlayıp günün ucuz şöhretini tercih etmek yerine, derinlikli şiirler yazmanın sonsuz hazzını arzulamalı. Bu genç şair günün birinde Türk şiirine gerçekten bir katkı yaparsa, inanın hiçbir dergi editörü bunu göz ardı edemez; etse bile o şiir, kendi hakiki okurunu zaman içinde zaten bulur. Şunu unutmayalım: Edebiyatın da ilahi bir adaleti vardır ve ucuz polemikler ya da suni öne çıkma gayretleri bu adaletin karşısında yıkılmaya mahkum birer kumdan kaledir sadece...
Şeyma Subaşı sordu
diğer edebi dergilerin editörlerinin fikirleri yazılmamış. eminim soruşturmayı yapan arkadaşa cevap için dönmemişlerdir:)kendi kendilerini kanıtlamışlardır:)